Kategori: TÜM YAZILAR

Ekonomik Gelişim ve Yapılması Gerekenler

Ekonomik Gelişim ve Yapılması Gerekenler

Prof. Dr. Haydar Baş, “AB’ye girmeden,

Gümrük Birliği’ne dâhil olmak Türkiye’nin aleyhinedir

demiştir. Her yıl 20 milyar doların üstünde dış ticaret açığı

veren ülkemiz, Gümrük Birliği’nden dolayı 10 yılda 150

milyar dolara yakın zarar etmiştir.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Ekonomik gelişmişlik seviyesine ulaşabilmek için ilk yapılması gereken yerli üreticiyi korumaktır.

**

GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN OLUMSUZ ETKİ VE SONUÇLARI

            Bu bağlamda öncelikle Gümrük Birliği’nin ekonomik etkilerinden söz etmek gerekecektir[vii] :

1– 1996’dan başlayarak Türkiye’nin AB ile dış ticaret açığı hızla büyümeye başladı. Son yılların ortalaması yıllık 10 milyar dolara ulaştı. Türk pazarı birden bire AB’nin dünyadaki 6. büyük pazarı oluverdi. Türkiye imalat sanayiinin krizi de büyük ölçüde buna bağlıdır. Buna karşılık Türkiye’nin AB’ye ihracatı artmamaktadır. Zaten AB’ye ihracatımızın % 65’ini tekstil sektörü oluşturuyor. 1995’de anlaşma yapılırken, Türk tekstil sektörünün AB’ye ihracatında patlama bekleyenler yanıldılar. Çünkü AB tekstili yeni tam üye yapacağı eski Doğu Avrupa ülkelerinden ve özel ilişki kurduğu Çin, Hindistan gibi ülkelerden yapıyor. Dünya Ticaret Örgütü Antlaşmalarına göre 2005’te AB imalat sanayisinde bütün ülkelere karşı kotalarını kaldırıyor. Bu da Türk tekstilinin AB’ye ihracatını olumsuz etkileyecek.

2– Yatırım için AB’den sermaye gelmedi, hatta azaldı. Türkiye AB’ye bütün kapılarını açınca AB firmaları Türkiye’de fabrika kurmak yerine mallarını Türkiye’ye gönderdiler. Hatta üçüncü ülkelere fason olarak ucuza yaptırdıkları malları da Türkiye’ye sokuyorlar. Bu nedenle gelmekte olan yatırımlar 1996’dan itibaren azaldı. Yabancı sermaye daha çok gümrük duvarı var iken duvarı aşmak için o ülkeye yatırım yapar. Son 15 yıl içinde Çin’de yapılan yabancı yatırım 125 milyar dolar gibi çok büyük bir sayıdır. Bu sermaye gümrük duvarı olduğu için Çin’e gitmiştir.

3– AB bazı Kuzey Afrika ülkeleri ile (Tunus gibi) 1998’de serbest ticaret antlaşması yaptı; ancak Türkiye bu antlaşmadan otomatik olarak yararlanamıyor. Türkiye AB içinde olmadığı için, Türkiye’nin de o ülke ile AB sistemine uygun ikili antlaşma yapması gerekir. Bunun üzerine Türkiye Tunus’a başvuruyor; ama Türkiye’nin 1995’de AB ile yaptığı anlaşma Tunus’u bağlamıyor, bu yüzden Tunus Ankara’yı 1998’den beri bekletiyor. İşin daha da kötüsü Fransa, Tunus’a bu antlaşmayı yapmaması için baskı yapıyor. Fransa rakip olduğu Türk mallarının gümrüksüz Tunus’a girmesini istemiyor. 1995 belgesinin tek yanlılığı her alanda Türkiye’nin aleyhine işliyor. Başka bir örnek de 1998’de Türkiye Makedonya ile ikili imtiyazlı ticaret anlaşması yapmak istiyor. Brüksel kendisinin henüz o ülke ile böyle bir antlaşması olmadığı için buna karşı çıkıyor.

4– Türkiye 1995 belgesi ile yalnız AB çıkışlı imalat sanayi ürünlerini gümrüksüz ithali, buna karşılık AB dışı ülkelere AB’nin kendi tercihlerine göre koyduğu gümrüğü uygulamak zorunda kalması Türkiye’nin dış ticaretinde yapay bir sapmaya yol açıyor. Aynı mal Japonya’da %10 daha ucuz, ancak %20 vergi koymak zorunda kaldığımız için gerçekte daha pahalı olan AB malı, vergi almadığımız için ucuz görünüyor. Türkiye döviz kaybediyor. AB’den ithal edilen gıda sanayii ürünleri Türk tarımını çok olumsuz etkiledi AB kendi içinde Ortak Tarım Politikası ile tarımına yılda 50 milyar dolar sübvansiyon yapıyor.

Gümrük Birliği öncesi ticarette aleyhimize gelişmeler bir ölçüde beklenmesine rağmen, yabancı sermaye girişleri ile bu açığın bir ölçüde giderileceği düşünülmekteydi. Ancak bu geçekleşmediği gibi sermaye girişinde nispi bir azalma bile görülmektedir… Mali yardım konusunda da büyük problemler vardır. 6 Mart 1995’den itibaren sağlanması planlanan ama vetolar yüzünden bir türlü sağlanamayan kaynağın toplamı 2.4 milyar ECU’dur. Başka bir çalışmada Gümrük Birliği’nin Türkiye ekonomisi üzerine olumsuz etkileri sınıflandırılıyor[viii] :

Yaşanan sorun, aslında AB’nin kendi kurumsal yapısı, işleyişi, mevzuatı ya da tek taraflı icraatının bozukluğu gibi bir nedenden değil; Türkiye’nin, bu denli devasa bir sistemin, henüz tam üyelik statüsünü kazanmaksızın, ve bu nedenle aleyhte işleyip sonuçlar veren karşılıklı gümrük ve ticari taahhütler ilişkisine bağlanmasından kaynaklanmaktadır.

(ON YILLIK DÖNEMDE GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME,

 Yrd.Doç.Dr. Naci DOĞAN)

(https://www.mevzuatdergisi.com/2004/07a/02.htm#:~:text=G%C3%9CMR%C3%9CK%20B%C4%B0RL%C4%B0%C4%9E%C4%B0’N%C4%B0N%20OLUMLU%20ETK%C4%B0%20VE%20SONU%C3%87LARI&text=Avrupa%20teknik%20normlar%C4%B1%20kullan%C4%B1ld%C4%B1k%C3%A7a%20t%C3%BCketicilerin,kaliteli%20girdilerden%20yararlanma%20imkan%C4%B1na%20kavu%C5%9Fmu%C5%9Ftur.)

**

Kendimizi resmi olarak sömürgeleştirmemizin adı tarihte kapitülasyonlardı bugün Gümrük Birliği. Tarihte güçlü iken ve karar gücümüz varken kapitülasyonlar bize zarar veremezdi bugün de cari dengeler oluşursa ve karar mekanizmasında yer alırsak bize zarar veremez.

**

ÖZELLEŞTİRME

**

Doğal tekeller özelleştirilemez. Örneğin elektrik dağıtımı özelleştirilemez çünkü rekabet yoktur, alternatifi yoktur sadece devlet elindedir. Doğrudan kamu yararınadır.

Elektrik üretimi ise şartlar uygunsa özelleştirilebilir çünkü rekabet vardır, alternatif elektrik üretim yöntemleri vardır ve bunların arasında optimum üretimin rekabet ve denetim ile sağlanması kamu yararına gerçekleşebilir.

**

DEVLETİN EKONOMİYE MÜDAHELESİ KARŞILIKSIZ PARA BASMA  İLE DEĞİL MÜMKÜN MERTEBE TASARRUFLARLA OLMALI

**

Sürekli para basmaya dayalı ekonomi modelleri kendi argümanları olan sistemden faizle para çekmenin paranın mübadele fonksiyonunu atıl hale getirmesi gibi kavramlara da aslında bu sistemle sebep olabilirler. Devlet ekonomik gelişmeyi sağlamalı fakat bunu mümkün olduğu kadar tasarruflarla yapmalı. Karşılıksız para basımı her zaman çok dikkatli ve kontrollü olunması gereken bir konu

**

FAİZLE  ALINAN YABANCI PARA VE BANKACILIK SİSTEMİMİZDEKİ KAYDİ PARA DÜZENİMİZ EKONOMİK GELİŞMEYİ ENGELLEMEKTEDİR

Kapitalist anlayış azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin

merkez bankalarını devletten bağımsız hâle getirerek, devletlerin

merkez bankaları üzerinden senyoraj geliri elde etmesine yasak

getirmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde senyorai geliri yerine

gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının bastığı “hard currency”ler

(hard körinsi) faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır.Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir

transferidir.

Devletlerin senyorai gelirinin önündeki bir diğer engel de

özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar topladıkları

mevduat sayesinde kaydi para üreterek piyasanın ihtiyaç duyduğu

para talebinin bir kısmını karşılamaktadır. Bu sebeple merkez

bankaları emisyon miktarını istenilen oranlarda arttıramamakta,

sonuçta devletler de senyoraj gelirinden mahrum kalmaktadır.

Emisyonun yerini yabancı veya kaydi paranın almasının

ekonomilere birçok zararı vardır.

Bankaların ürettiği kaydi paranın piyasaya faiz kanalıyla arz

edilmesi, devletlerin senyoraj haklarını kısıtlamaktadır. Bankaların

kaydi para üretimi devletlerin sağlam bir para politikası

uygulamasını imkânsız hale getirmektedir. Böylece piyasayı

istediği gibi yönlendirecek güce sahip olması gereken devlet bu

gücünü kaybetmektedir. Öte yandan piyasanın ihtiyaç duyduğu

emisyonun Merkez Bankası üzerinden değil de, özel bankalar

üzerinden sağlanması, bu bankalara adeta senyoraj geliri elde etme

hakkı tanımaktadır. Bankalar ürettikleri bu kaydi parayı vatandaşın

üretiminin karşılığında yaptıkları için, faiz geliri elde etmenin

yanında toplum ve devletin gelirini de kendilerine transfer

etmektedir.

Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, piyasaların ihtiyaç

duyduğu parayı kendi emisyonlarıyla karşılamak yerine, gelişmiş

ülkelerden faizle aldıkları yabancı para ile sağladıkları için, küresel

güçlere faiz ödemek zorunda kalmaktadır. Aynı zamanda senyoraj

gelirlerini devretmişlerdir. Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin

toplam borç tutarının trilyonlarca Doları bulmasının temel sebebi

budur.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Bankaların da yabancı sermaye oranlarını düşündüğümüzde gelişmiş ülkeler tarafından nasıl sömürüldüğümüzü daha iyi anlayabiliriz. Sürekli olarak gelişmiş ülkelere servetimizi transfer etmekteyiz.

Gümrük Birliği ile mallarına pazar oluyoruz, gümrük sorunu olmadığından dolayı yapmadıkları üretim yatırımları yerine Banka yatırımlarıyla kaydi paradan kazanç sağlıyorlar, devletimiz yabancı para borçlanarak paralarına faiz kazancı sağlıyoruz. Gelişmiş ülkeler tarafından sömürülüyoruz.

**

GELİR DAĞILIMININ BOZULMASI

**

Gelir dağılımının bozulması, toplam üretim miktarı artmaz ve ekonomik birimlerin üretim miktarları sabit iken belli kesimlerin para miktarının artması demektir.

**

ENFLASYON

**

Maliyetlerin arttığı dolayısıyla A grubu mallara(olmazsa olmaz mallar) fiyat artışlarının mutlaka yansıdığı bir durumda gelir düşüşünden dolayı normal mallarda deflasyon etkileri görülebildiğinden tüm mal gruplarında enflasyon hesaplamaları yanlış sonuçlar verebilmektedir.

Fakat bizde bunlara rağmen rekor enflasyon rakamları, yüksek kura rağmen artan dış ticaret açığı, gelir dağılımı adaletsizliğinin sürekli artmasından  dolayı azalan gelirlerden hiç etkilenmeyen hatta fiyatları daha da artan normal mallar kısacası kendi halkına enflasyon kaymak tabakaya ve yabancıya ucuzlayan bir ülke var.

**

PİYASANIN DENGEYE GELMESİ

**

Genel teori fiyatlar düştüğünde talebin artacağı ve piyasanın dengeye geleceği şeklindedir. Bu kısmen doğrudur fakat genelleme yapılmaya pek müsait değildir, çünkü burada çok daha fazla değişkenin de değerlendirilmesi daha anlamlı olmaktadır.

Bunun sebebi gelir dağılımı adaletsizliğinin her alanda olduğu gibi piyasa dengeye gelirken olumsuz etkilerinin katlanmasıdır. Piyasa dengeye gelir fakat gelir seviyesi daha da düşen kesimin fiyat düşüşüne tepkisi yoktur veya etkisizdir fakat gelir seviyesi artan kesimin fiyat düşüşlerine tepkisi vardır.

İşte bu şekilde gelir adaletsizliğinin mutlaka dikkate alınması gerekir. Bir kesimin alım gücü azalırken diğer kesimin alım gücü artışı eşit şekilde olabileceği gibi genel alım gücü artarken bir kesimin belirli bir süre sonunda aynı şartlarda ve miktarda üretimine  daha fazla oransal artışının olması gelir dağılımı adaletsizliğinin artması demektir.

**

ARZ MİKTARININ BELİRLENMESİ

**

Arzı belirleyen yine taleptir. Talep artışından dolayı bir malın fiyatı artıyorsa üretim artırılır, dolayısıyla fiyatı  dengeye gelir. Çünkü o malın fiyatının artmasının sebebi o mala olan talebin artmasıdır.

Malın fiyatının artması üretim maliyetlerinin artmasından dolayı ise yani talep artışıyla alakası yoksa o malın üretimi artırılmaz çünkü malın mevcut fiyatı talebe ve maliyete göre belirlenmiştir. Malın fiyatının artması talebin artmasından dolayı değildir maliyetinin artmasından dolayıdır. Dolayısıyla üretim artırıldığında maliyetler düşmeyeceğinden dolayı yine aynı fiyattan satılacaktır bu da talebi artırmayacağından dolayı fiyatı düşürmeyecektir.

Bu arada maliyeti artan talebi artmayan bir malın üretimini artırmak hammadde ve aramal talebini artıracağından dolayı kısa vadede bu malların fiyat artışını sağlayabilir yani üretimini artırmak fiyatının düşmesini değil daha da artmasına sebep olabilir.

**

GELİR DAĞILIMININ BOZULMASI NEDENİYLE TALEP DARALMASI

**

Gelir dağılımı adaletsizliğinin büyümesi, yaygınlaşması gereken talebi daraltarak arzın küçülmesine sebep olur. Örneğin yiyecek içecek sektörü gelir dağılımının bozulması nedeniyle fiyatları düşürmek zorunda kalır halbuki gelir dağılımını bozmak için para arzı belirli kesimler lehine kullanılır bu da enflasyonu yani üretim maliyetlerini artırır. Yani maliyetleriniz artarken fiyatlarınızın düştüğü bir ekonomik ortamda bulursunuz kendinizi.

**

PARANIN MALİYETSİZ HALE GELMESİ GEREKİR BUNUN İÇİN DE ENFLASYONUN OLMAMASI GEREKİR

**

Paranın maliyetsiz olması için enflasyonun olmaması gerekir. Çünkü faiz enflasyon nedeniyle değerini kaybeden paranın kısmen karşılığının verilmesidir. Yani eriyen paranın kayıp miktarının kısmen karşılanmasıdır. Burada önemli olan faiz oranının enflasyon oranının altında veya aynı değerde olmasıdır. Aksi takdirde reel faiz söz konusu olur ki bu dinlerin de yasakladığı riba kapsamına girer.

**

KAYDİ PARA EMİSYONU KONTROL ALTINDA TUTULMALIDIR

**

Kaydi para arzı yani bankaların kredi aracılığıyla gerçekleştirdikleri emisyon devlet kontrolünde olmalıdır. Ülkemizde yabancı sermayenin büyük bir kazanç kapısı olan bankacılık sektörü aracılığıyla gelir dağılımı adaleti, refah seviyesi artışı gibi ülkemizi ilgilendiren konulardan bağımsız sadece para kazanmak için yaptıkları bankacılık sadece daha çok sömürülmemize sebep olur.

Gelişmiş ülkeler kredi faizlerinin bu kadar düşük ve kredilerin bu kadar rahatlıkla verilebilmesine müsaade etmezler. Çünkü bu nerede harcandığı belli olmayan, kontrolsüz ve enflasyon artırıcı bir durumdur.

Bunun yerine enflasyonu kontrol altında tutacak şekilde kredi talebini dizginlemek için yüksek faiz oranları uygulanmalıdır.

Diğer yandan refah, istihdam ve gelir dağılımı adaleti için en etkili araçlardan biri yine bankacılıktır. Bu ise proje bazlı yani harcama alanlarını devletin belirlediği kredi politikaları ile gerçekleşir. Örnek vermemiz gerekirse devlet eksik gördüğü bir konuda mesela tarım alanında belirli yılı doldurmuş, bilanço karlılığı, istihdam şartlarını sağlayan tarım firmalarına doğal ve verimli gelişmiş tarım projeleri için düşük faizli kredi desteği sağlar. Kredinin harcama kalemleri bellidir.

Otomobil üretim projeleri ile gelen firmalar gibi bu örnekler çoğaltılabilir.

**

ÜLKEMİZ YABANCI SERMAYE İÇİN BİR KREDİ CENNETİDİR

**

Yabancı sermaye sömürmek için finans sektörünü kullanıyor. Gelişmiş ülkelerde neredeyse negatif faiz verildiği halde düşük kredi faiz oranları uygulanmaz, ülkemiz hem yabancı sermaye içimizde de mütaahitler için tam bir kredi cenneti.

Nereye gittiği belli olmayan krediler ile enflasyonu sürekli körüklemeleri de neden gelişmiş ülkelerde faiz oranlarının kontrol altında olduğunun göstergesi.

**

DEVLETİN YERALTI VE YERÜSTÜ KAYNAKLARI KESİNLİKLE İŞLENMEDEN SATILAMAZ

**

Bu olmazsa olmazdır. Kesinlikle kaynaklar kendi sanayimizde işlenerek satılacaktır.

**

TARIM POLİTİKASI NASIL OLMALIDIR

**

Tarımda destekleme alımları müdahele anlamında kullanılabilir ama bir ülkenin tarım politikası tek başına destekleme alımlarına dayalı olamaz .

Piyasa ekonomisi içerisinde çiftçi ürününe alıcı bulur, alıcılar kendi aralarında rekabet eder.

Yapılacak olanlar:

  1. Çiftçiye ucuz mazot ve enerji sağlanmalı bunu ise zaten fahiş vergi oranlarından kısarak yapabilirler.
  2. Çiftçinin doğal tohum ve gübre kullanması sağlanmalıdır. Örnek olarak solucan gübresi üretim maliyeti dışa bağımlı olmayan, verimli ve sağlıklı bir gübre çeşididir. Üstelik sürekli olarak üretim hacmi kat kat artma eğiliminde ve buna mukabil gübre maliyetlerini zamanla düşürme eğilimindedir. Yani toprağın canlılık vasfını yerine getirmekte mikroorganizmaların ve diğer canlıların gelişmesini sağlamakta bu yolla bitklerden kat kat fazla verim alınmasının yoludur. Bunu sağladığı için toprağın gübrelenme ihtiyacı zamanla azalmaktadır. Üstelik bunları sağlarken sağlıklı ürün alınarak topraktan başlayarak insan sağlığına zarar vermeden ürün alabilmekteyiz. Diğer bir artısı da su tutma kapasitesinin yüksekliğiyle su israfını önlemek ve bitkilerin ihtiyaç duyduğu su ihtiyacını sağlamaktır.
  3. Geleneksel tarım yöntemleri yerine birim alanda yüksek verim alınıp düşük enerji, sulama ve gübreleme maliyeti olan yeni tarımsal üretim yöntemlerinden faydalanmaktır. Bu konularda gelişmiş tarım ülkelerinin uygulamalarından ve yeni araştırmalardan faydalanılabilir.
  4. Geleneksel üretimin desteklenmesi kısmen fayda sağlayacak olmakla birlikte ihracat ağırlıklı tarım politikası için devletin dış borç kullanmadan emisyon ile gelişmiş tarım tesisleri kurması gerekmektedir. Bu tesisler sürekli arge çalışmaları ile geliştirilmeli ve istisna ürünler hariç tamamen tarım ithalatından kurtulmamız ile sürekli artan ihracat rakamları takip edilir.

**

MAKRO VERİLER DEĞERLENDİRİLİRKEN STOK FARKLARININ DİKKATE ALINMASI

**

Sektörlere göre stoklardaki azalış ve artışlara göre ekonominin genel gidişatı hakkında fikir sahibi olunur. Devlet stok azalışı içerisinde olan sektörlerde arzın artırılması için destekleyici müdahelelerde bulunur. Kredi desteği, vergi desteği, arge desteği, devlet yatırımları gibi.

Stok artışlarında ise sorunun neden kaynaklandığı incelenmelidir genel bir talep daralması söz konusuysa buna göre farklı önlemler alınır, sektörel bazlı ise özel sektör kendi içerisinde önlemlerini alacaktır.

**

PARA ARZI ÜRETİM İÇİN KULLANILIRSA ENFLASYON ARTMAZ

**

Piyasadaki paranın üretim bakımından bir karşılığı vardır. Üretim sabitken para arzını arttırırsanız bu para miktarının eşleşeceği üretim karşısında miktarı artacağı için fiyatlar genel seviyesini de artıracaktır. Fakat piyasadaki paranın eşleşeceği üretim miktarı denkleminde üretimi arttırırsanız tam tersi fiyatların düşme eğilimi ortaya çıkarken iş imkanlarının artması, ihracatın artması, çalışan bulmanın daha zor olması nedeniyle çalışanların gelirlerinin artması gibi faydaları ile dengelenecektir.

Bu nedenlerle para arzı üretimi arttırmak için kullanılmalıdır.

**

FAİZ -ENFLASYON KONUSU

**

Günümüzde faiz ve enflasyon arasındaki ilişki konusunda bilgi anlamında yeterli olmayan insanlar sürekli konuşmaktalar. Öncelikle enflasyon tek başına sebep sonuç ilişkisinin bir konusu değildir. Enflasyon ekonominin bir durumunu ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Hastalık gibidir, örneğin başağrısı bir durumdur fakat baş ağrısını birden fazla sebebi olabilir.

İşte enflasyonda ekonominin bir hastalık halidir ve mevcut durumunu ifade etmek için enflasyon terimi kullanılır.

Ekonomik veriler, enflasyonun sebepleri değerlendirilmeden yani hasta muayene edilmeden, nabzı, ateşi, tahlilleri kontrol edilmeden, şikayetleri dinlenmeden bu hastalığın yani enflasyon halinin sebebi şudur denilemez. Bir doktor düşünün her gelen başı ağrıyan hastaya direk senin baş ağrının sebebi şudur demesi gibi. İşte böyle saçma bir durumda istediği kadar ben doktorum dese de aklı başında olan kimsenin buna inanmaması gerekir.

Enflasyonun öncelikle neden kaynaklandığı incelenmelidir. Faiz döngüsü içerisinde geçici önlem olarak faizler arttırılarak talep kısılır ve bu geçici bir önlem olabilir fakat faizle artan para sürekli faiz uygulanamayacağı için tekrar ekonomiye girecektir ve üretim artışı olmadan üretimin karşılığı olması gereken para artışından dolayı enflasyon artacaktır bu sarmal böylece devam eder. Fakat ekonomide diğer değişkenler incelenmeden doğrudan faizi indirerek bu şekilde enflasyonu düşüreceğiz diyemezsiniz. Faiz geçici bir önlemdir. Ağrı kesici gibidir. Hastalığı tedavi etmez fakat geçici bir rahatlama sağlar ve araç olarak asıl üzerinde durulması gereken konular çözülene kadar bir rahatlama sağlamak için kullanılır.

Enflasyon kurdan, enerji fiyatlarından, arzın talep karşısında yetersiz kalmasından, faizi düşük talebe dönük kredi hacminin artmasından ve yatırımcının düşük faizli ve risk primi yüksek para birimini tercih etmemesinden, kamu harcamalarından, kıtlık koşullarından, güven halinini olmaması gibi pekçok sebepten  kaynaklanabilir buna göre çözüm bulunur.

Kısacası enflasyon bir hastalıktır ve bunun tedavisi yukarıda bahsettiğimiz sebeplere göre değişir faiz ise bu arada ağrı kesicidir, tedaviye yardımcıdır. Ağrı kesicilerin iyi olduğunu kimse iddia edemez bir çeşit uyuşturucudur. Fakat enflasyon çok daha kötü bir şeydir ve bunu hafifletmek için dozunda, reel faiz olmadan dengeyi sağlamak ve enflasyonun asıl sebeplerini çözmek gerekmektedir.

**

ÜLKE EKONOMİSİNİN HEDEFİ NE OLMALIDIR

**

Bir ülke ekonomisinin hedefi tam istihdam ve gelir dağılımı adaletini sağlayarak fiyatlar genel seviyesi kontrol altında olmak üzere sürekli büyümeyi sağlamak olmalıdır.

Mevcut ekonomi politikaları bunlardan hiç bahsetmez sürekli enflasyonu kontrol altına alacağız diyerek ekonomiden anlamayan kitleleri kandırırlar.

**

DIŞ BORÇ YERİNE İHRACAT İLE KAZANMAK GEREKMEKTEDİR

**

Dış borç çok tehlikelidir ve zorunlu durumlar haricinde sakınılmak gerekir. Bunun yerine emisyon ile üretimi ve ihracatı artırıcı girişimler yapılır. Dış borca sadece ihracatı arttıracaksa zorunlu halde ve geçici olarak başvurulur.

**

DEFLASYONUN OLASI OLUMSUZ ETKİLERİNE KARŞI GELİR DAĞILIMI ADALETİ SAĞLANARAK ÖNLEM ALINMALIDIR

**

Deflasyon bir ekonomide fiyatlar genel seviyesinin düşmesidir. Aynı şekilde enflasyonda olduğu gibi bir durumu ifade etmektedir. Bunun sebepleri çeşitli olabilir.

Büyüyen bir ekonomide üretim fazlalığı varken gelir dağılımı bozulduğu için talebin yetersiz kalması neticesinde fiyatlar düşüşe girebilir, bu durumda üretim azalacağı için işten çıkarmalar başlayabilir. Bu nedenle bir ekonomi büyürken gelir dağılımı adaletinin sağlanması hayati öneme sahiptir. Devletin borçlanma politikasını terk etmesi bu konuda atacağı en önemli adımlardan biridir.

Üretim tüketim içindir tüketim yoksa eğer üretimin hiçbir anlamı yoktur. Arz-talep dengesinde önemli olan her zaman taleptir. Üretim fazlalığında eğer toplum geneline yayılan bir talep oluşturulamıyorsa asıl dengesizlik burada oluşacaktır. Bu ise üretimde daralmalara ve üretimdeki daralmalar da talebin daha da kısılmasını tetikleyerek olumsuz bir döngü oluşturacaktır.

Bu nedenle gerçek büyüme üretim ve tüketimin birlikte gerçekleştiği büyümedir. Üretimin orantısız büyümesi deflasyon, işsizlik artışı ve gelir dağımı bozulmasının bir arada olduğu olumsuz durumdur.

**

MALİYET ARTIŞI VE TALEP DARALMASININ FİYAT TEFE, ÜFE GİBİ HESAPLAMALARDA YANILTICI OLMASI

Türkiye şartlarında TEFE ve UFE hesaplamalarında

uygulanan teknik eksik kalmaktadır. Yapılması gereken;

(+) olan ürünler ayrı bir kategoride toplanmalı ve ortalama

artış hesaplanmalı; (—) olan ürünler ayrı bir kategoride toplanmalı

ve ortalama artış hesaplanmalıdır. Örneğin 2004 yılı TEFE ve UFE

rakamlarına baktığımızda bazı mamullerde fiyatın talep esnekliği

düşük olduğu için, maliyetlerden (vergi, enerji, hammadde) gelen

artışların fiyatlan ortalama % 40’lara varan oranlarda arttırdığını

görüyoruz. Örneğin 2004 yılı TEFE’de sac % 66.5, motorin %

34.9, ana metal sanayii % 34.1; ÜFE’de ise doğalgaz % 28, konut

%21.1 artmıştır (11). Bazı mamullerde ise fiyatlar, talebe karşı

duyarlı olduğu için piyasada var olan talep daralması bu ürünlerin

fiyatlarının düşmesine sebep olmaktadır. Örneğin 2004 yılı ÜFE’de

elektrikli ev eşyası % 10.8 düşmüştür (12).

Elektrikli ev eşyası modeli çok hızlı değiştiği için eğer

piyasada yeterli talep yoksa üretici mecburen üretim maliyetleri

artsa dahi fiyatlan düşürerek elindeki stoklan satma yolunagidecektir. Böyle bir ekonomide, yani hem vergi, enerji,

hammadde, istihdam vergileri vb. leri artmasından dolayı

maliyetlerin arttığı, hem de yetersiz talepten dolayı stokların

yükseldiği bir ortamda TEFE ve ÜFE sonuçları bizi yanıltıcı

neticelere ulaştıracaktır. İki farklı hastalık, yani maliyet enflasyonu

ve talep daralması (+)’nın (—)’yi yok etmesi gibi birbirini

götürmekte; sanki ekonomide bu hastalıkların hiçbiri yokmuş ve

ekonomi dengede imiş gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Örneğin

buğday ektiğinizi düşünelim. Buğdayın fiyatı talep azlığından veya

arz çokluğundan dolayı % 30 düşsün. Ama bu buğdayı elde

ederken kullandığınız gübre ve mazot yani maliyetleriniz % 35

artsın bu şartlarda bu günkü TEFE hesaplama tekniğine göre eğer

enflasyon buğday, mazot ve gübre dikkate alınarak hesaplanmış

olsaydı sonuç % 2.5 çıkacaktı. + % 35 — % 30 = % 5 bölün ikiye;

= enflasyon % 2.5 çıkacaktır. (buğday ve mazot + gübrenin ağırlıklı

ortalamalarını eşit kabul ediyoruz). Hâlbuki köylü için enflasyon %

65’tir. Zira üreticinin satın alma gücü % 65 daralmıştır. % 30 sattığı

üründen, % 35’te üretimden bir önceki yıla göre zarar etmiştir.

Zaten enflasyon hane halklarının gelirindeki daralmayı gösterir.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

ÜRETMEMEK SEBEP ENFLASYON SONUÇ

**

Faiz enflasyonun sebebi olabilir içerdeki faizlerden kaynaklanan mutlaka ama önemli olan bunu katlandıran dolaylı yoldan aslında dış borçlanmadan kaynaklanan faiz. Bu da üreterek döviz kazanmak yerine borçlanarak üstüne bir de yüksek risk primlerini ödeyerek hem faizden dolayı maliyet artışı hem bunu ödemek için arttırılan vergilerden dolayı hem de kuru yükselterek ortaya çıkan katlanmış enflasyon ile ortaya çıkar.

Yani üretmemek sebep enflasyon sonuçtur.

**

SIFIR ENFLASYONDA FAİZ POLİTİKASI

**

Ekonomi politikasının birinci amacı fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Enflasyon sıfırlandığında mevduat sahiplerine artık faiz ödenmez. Çünkü enflasyona karşı paralarının değerinin korunacağı bir aralık yok. Buna karşın kredi ihtiyaçlarında öncelikle üretime odaklanan yatırım kredilerine önem verilir. Odaklanılması gereken nokta budur. Daha sonra teminatlı krediler ve son olarak ihtiyaç kredileri gelir. Bunlarda kaydi para emisyonu enflasyon üzerinde olumsuz etki oluşturabileceğinden dolayı faiz oranları ve kredi limitleri kontrollü şekilde belirlenir.

Bu sistemde kıstas fiyat artışlarıdır, enflasyonun sıfırda tutunabilmesidir. Ekonomi yönetilirken bu verilere bakılır ve kararlar buna göre alınır.

**

PROJE KREDİLERİNİN STRATEJİK ALANLARA ÖNCELİK VERİLMESİ İLE YOKSULLUK DÜZEYİNDEN REFAH DÜZEYİNE ÇIKMAMIZ

**

Proje kredileri planlamaları yapılırken en çok ithal ettiğimiz ürünleri eğer üretme imkanımız varsa bunlardan başlayabiliriz. Böylece aşama aşama dış bağımlılığımız düşürülerek zorunlu ithalatlarımız ihracatımız yanında çok düşük kalacaktır ve bugün enflasyonun en önemli sebebi kurun yüksekliği ve dışa bağımlılık olduğundan dolayı tam aksi bir şekilde yoksulluk düzeyinden refah düzeyine çıkabileceğiz.

**

FAİZLE ALINAN PARA ENFLASYONA SEBEP OLMAZ MERKEZ BANKASI EMİSYONU ENFLASYON OLUR YALANI

Kapitalist anlayışın

ekonomi teorisi adı altında söylediği faizli paranın enflasyona yol

açmayacağıdır. Ancak aynı miktarda faizsiz paranın Merkez

Bankası kanalı ile karşılanması durumunda ise enflasyon meydana

gelir. Adeta maliyetli parayı gören enflasyon sesini çıkarmıyor;

ama ne hikmetse yerli ve maliyetsiz parayı gören enflasyon birden

ayağa kalkıyor. Bu mantıkla özellikle kalkınmaya karar vermiş

ülkeler kalkınmaları için ihtiyaç duydukları finansmanları kendi

emisyonları üzerinden sıfır maliyet ile karşılama yerine faizle bu

sermayeyi elde etme yoluna gitmiştir. Netice olarak kalkınmaya

çalışırken kendilerini kısa bir zaman sonra büyük bir borç batağının

içinde bulmuşlardır.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

DEVLET GEREKLİ YATIRIMLARI BORÇLANARAK DEĞİL PARA BASARAK  YAPAR

**

Devletin para basarak gerekli yatırımlara öncülük yapma gücü varken neden borçlanarak dış güçlere veya içeridekilere faiz ödemesi yapar. Bu yapılan faiz ödemeleri para basarak gerekli alanlara para aktarmaya göre nereye gittiği belli olmayan paralar üstelik. Bu paralar gelir dağılımı adaletsizliğini arttırarak tekrar paradan para kazanma sistemine girer ve bu döngü artarak devam eder. Merkez bankası emisyonuna göre asıl enflasyona sebep olan da budur aslında çünkü piyasadaki para miktarı ile üretim miktarı orantılı değildir çünkü bu sistemde para miktarı arttırılırken üretim miktarı arttırılmaz. Emisyon ile gerekli üretim yatırımları yapıldığında ise para miktarı artmakla birlikte üretim miktarı da artar, gelir dağılımı adaletsizliğinin ve işsizliğin yüksek olduğu bir ekonomide kuru bir toprağın suya ihtiyaç duyması gibi bu yatırımlar hemen katlanarak ekonomide olumlu bir şekilde yerini bulur ve fiyat artışlarının dengeye gelmesinde olumlu etkiler ortaya çıkarır.

**

Devletlerin senyoraj geliri elde etmesinde günümüzde uluslararası ticaretin çok büyük hacimlere ulaşmış olması gelişmemiş ve gelişmekte olan ve özellikle dış ticaret açığı veren ülkeler açısından belirli dezavantajlar oluşturmaktadır. Günümüzde gelişmiş olan ülkeler ABD, AB Ülkeleri, Japonya ve Rusya gibi ülkeler kendi iç piyasasında yabancı paraları dolaştırmadığından para basarak önemli bir senyoraj geliri elde ederken yabancı paraları iç piyasasına sokarak dolar rezervi karşılığında para basan gelişmemiş ve gelişmekte olan Türkiye gibi ülkeler senyoraj gelirinden mahrum kalmakta ve bu gelirini yabancı paranın geldiği ülkelere transfer etmektedirler.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

MADENLER MİLLETE AİTTİR

**

Çıkarılan madenler özelleştirilemez, özellikle yabancılara hiç verilemez.

**

KONVERTİBİLİTESİ DÜŞÜK PARA BİRİMLERİNE SAHİP ÜLKELER SENYORAJ GELİRİNİN AVANTAJLARINI ETKİN BİR ŞEKİLDE KULLANAMAZLAR

Senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler, üretim yapmalarına rağmen refah düzeyini arttırma konusunda ilerleme sağlamaları zor olmaktadır. Ancak kendi parasını o ülkenin yerli parasının yerine devreye koyan ülkeler elde ettikleri gelirle, kendi refah seviyelerini arttırmaktadırlar. Bu durumda daha çok endüstrileşmiş ülkeler fayda sağlamaktadır. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler ise konvertibilitesi düşük para birimlerinin dezavantajlı olmasından dolayı bu gelirden aynı ölçüde faydalanmamaktadırlar (Baş, 2018:231).

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

DÜŞÜK DEĞERLİ PARA BİRİMİNE SAHİP ÜLKELER SENYORAJ GELİRİNDEN MAHRUM OLDUKLARINDAN AZ GELİŞMİŞLİK KISIR DÖNGÜSÜNDEN KURTULAMAZLAR

Senyoraj geliri elde etmek ülkelerin refah seviyelerine olumlu katkı yapmaktadır. Nitekim ABD gibi ülkelerde senyoraj geliri önemli bir kaynak olarak ön plana çıkmaktadır. Öte yandan gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde senyoraj geliri söz konusu ülkelerin ekonomik durumlarına paralel olarak farklılık göstermektedir. Konvertibilitesi yüksek paralara sahip ülkeler senjoraj geliri oranı önemli bir gelir kaynak olarak ön plana çıkarken, diğer para birimlerine oranla daha düşük değerli para birimine sahip ülkelerde bu tersi bir durum arz etmektedir. Bu neticede bu ülkeler senyoraj gelirinden yoksun kaldıklarında dış borçlanmaya giderek az gelişmişlik kısır döngüsünde kurtulmamaktadırlar.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

**

Para birimimiz rezerv para anlamında konvertibl değerde olmadığından dolayı para basımı ihracat için yapacağımız veya döviz bağımlılığını azaltacak yatırımlar için kullanılacaktır. Böylece hem para birimimiz değer kazanırken hemde ithalatta kullanacağımız döviz ihtiyacımız karşılayabileceğiz.

**

İHRACATI İTHALATINI KARŞILAMAYAN BİR ÜLKEDE KENDİ EMEK VE ÜRETİMİNİN KARŞILIĞI PARA BASMAK YERİNE DÖVİZ BORÇLANAN ÜLKELER SORUNLARI DAHA DA ARTTIRMAKTADIR

Bugün ise özellikle küreselleşme sonucu ülkelerin dış ticaret ilişkileri çok yoğun bir hal almıştır. Bu durum özellikle ihracatı ithalatından fazla olan ülkeler için büyük kazanımlar sağlarken, ithalatı ihracatından fazla olan ülkeler için ise ciddi ekonomik sorunlar yaratmaktadır. İthalatı ihracatından fazla olan ve iç piyasasında yabancı para bulundurduğu halde yani kendi emek ve üretiminin (Gayri safi milli hasıla) karşılığı para basmak yerine dışarıdan borçlanarak ve yabancı para rezervi karşılığı para basarak kalkınmayı hedefleyen ülkeler oluşan dış ticaret açığını ulusal ekonomideki etkilerini minimize etmek adına başvurdukları bu yöntem birçok sorun ile karşı karşıya kalmalarına sebebiyet vermektedir. Herhangi bir yabancı para bir ülkenin iç piyasasında kendi milli parası yerine işlem görmesi ile o ülke ekonomisinden yabancı paranın geldiği ülkeye emek transferi gerçekleşmiş ve ülkelerin senyoraj gelirinden mahrum kalmasına sebebiyet vermektedir.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

**

Günümüz küreselleşme şartlarında karşılıklı dışa bağımlılığın oldukça yüksek olduğu seviyede ihracatı ithalatını karşılamayan bir ülke emek ve üretiminin karşılığı para basmayıp döviz borçlanıyorsa, dış ticaret açığından kaynaklanan bu sorunlar sürekli katlanarak artık başedilemez bir hal almaya başlar ve bir yerden sonra mutlaka patlar.

**

PARA BASMAYIN BORÇ ALIN DAYATMASI

Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler de cari açığın verilmesi ve bu açığın sürekli devam etmesi ile beraber iç piyasasında döviz bulunduran ülkelerde dış ticaret açığı para basma ile kapatılmaya çalışılmaktadır. TCMB’nin para politikalarına baktığımızda basılan para miktarından çok nasıl basıldığına bakarsak sorunun asıl kaynağını da bulmuş oluruz. TCMB piyasada para darlığı oluştuğunda ve piyasaya TL sürmek istediğinde Piyasadan topladığı ve kasasına koyduğu döviz miktarında TL basıp piyasaya sürüyor. Böyle bir uygulama ile gerçekte Türkiye vb. Diğer gelişmekte veya gelişmemiş ekonomilerde GSMH’nın artış oranında para basılmış olsa bile bu basılan paradan milli para diye bahsetmek mümkün değildir. Çünkü biz piyasadaki ürettiğimiz emek ve üretim karşılığı değil çok yüksek maliyet ile kasamıza koyduğumuz yabancı paralar karşılığında emisyonu genişletmiş oluyoruz. Bu da maalesef üretim maliyetlerimizi artırmakta ve ciddi bir maliyet enflasyonuna sebebiyet vermektedir. Kapitalist sistemin bu anlayışın sonucu olarak gelişmemiş ekonomilere “ Siz para basmayın borç alın, para basarsanız enflasyon olur” sözü bu dayatmanın ve emek transferinin açık bir göstergesidir.

Sonuç olarak senyoraj geliri devletlerin kasasına girmesi ve ülke insanına hizmet olarak geri dönmesi gereken emek ve üretimin karşılığı olan bir haktır. Ancak kapitalist sistemin para babalarının kurmuş olduğu uluslararası dolarizasyon sistemi ile emek transferi gerçekleşmekte ve ülkeler borç sarmalının içinde sürekli fakirleşmektedir. Adil bir düzen ve ülkelerin kazanımlarının ülke de kalması için her ülke GSMH nın artışı mukabilinde emisyonu genişletip piyasaya bunu maliyetsiz bir şekilde sürmesi ile mümkün olabilir sonucuna varabiliriz. Bu durumda dışarıdan borç ile maliyetli yabancı para alınmayacak ve TCMB dışındaki özel bankaların kaydi para üretmesine izin verilmemesi gerekmektedir.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

**

Rezerv para dayatması ile dünya siyasal olarak olmasa da ekonomik olarak aslında tek bir sömürü ülkesidir. Bu düzenin bölgesel ticaret anlaşmaları ile yıkılması gerekir. Bizim özelimizde mutlaka gümrük birliği sisteminden çıkılması veya lehimize düzenlemelerin yapılması büyük bir ticari potansiyeli olan coğrafi konumumuzun imkanlarından faydalanmamız gerekir.

Bu küresel borç sömürüsü sistemi bize kur ve vergi olarak mecburen geri dönüyor. Verginin en kolay alındığı yerlerden biri akaryakıt. Akaryakıt maliyetlerinin artması ise ekonominin çok büyük bir kısmının maliyetini otomatik olarak arttırıyor.

**

5177 SAYILI MADEN YASASI İLE KAYNAKLARIMIZIN SATILMASI

**

Madenler milletin ortak malıdır. Kesinlikle satılamaz. Özellikle yabancı şirketlere hiç satılamaz.

**

DEVLETİN İKİ TANE TEMEL EKONOMİ POLİTİKASI VARDIR BÜTÜN SORUNLAR BU DÜZLEMDE DÜZELİR

**

Devletin iki tane temel ekonomi politikası olmalı.

  1. Üretimi desteklemek.
  2. Gelir dağılımında adaleti sağlamak.

Bütün sorunlar bu iki temelde zaten düzelmektedir. Eğer sorun talep enflasyonu ise üretimin desteklenmesi ile talep karşılanır. Sorun kurdan kaynaklanan maliyet enflasyonu ise artan üretim hem ihracatı arttırır hem dışa bağımlılığı azaltır ve ülke parasının değerlenmesini sağlar. Sorun işsizlik ise üretim demek yeni iş imkanları demektir. Sorun ekonomiye güven duyulmaması nedeniyle sıcak paranın girmemesi ise zenginleşen ve gelir adaletini sağlayan bir ülke istediği kadar farklı mezheplere, etnik gruplara, toplumsal ayrışmalara sahip olsun zenginlik ortamında çatışma olmaz.

**

SÖMÜRÜ ALTINDA OLUŞUMUZU FARKETMEYİŞİMİZ

**

Küresel sistem içerisinde heryönden sömürü altındayız. Madenlerimiz kanun çıkartılarak yabancılara satılıyor, rezerv para sistemi içerisinde mecburen alakasız ülkelerle bile ticaret yapmak için döviz borçlanmak zorundayız, gümrük birliği nedeniyle Avrupanın açık pazarı halinde gümrüksüz mallarını sattıkları bir sömürgesi haline getirilmişiz, coğrafyamızdaki çatışmalar sürekli körüklenerek silah ve silah sistemleri satılıyor.

**

DEVLET İKİ YOLLA SÜREKLİ İHTİYAÇ OLAN YATIRIMLARI DESTEKLER

SIFIR ENFLASYON ORTAMINDA ENFLASYONA GÖRE BELİRLENEN FAİZ ORANLARI MASRAF DENKLEMLERİNDE BELİRLENEBİLİR

**

Devlet sürekli üretimi teşvik etmelidir. Bunun için ya devletçilik ilkesi kapsamında kendisi gerekli yatırımları yapıp belirli bir olgunluğa ulaştıktan sonra özel sektöre satmalı yada özel sektöre kesinlikle döviz borçlanmadan destek vermeli. Basılan para üretime gittiği için para miktarı=üretim miktarı eşitliği sağlandığından enflasyon oluşturmayacaktır tabiki bu üretim yatırımlarına ihtiyaç olduğu durumda. Kredi faizleri enflasyona göre belirlenir enflasyonun sıfır olduğu durumda ise bankalar kredi faiz oranı – vadeli mevduat faiz oranı arasındaki farktan kar elde ettiklerinden bu durumda faiz oranları yerine bu kesimlerden masraflar alınarak bu denklem yine sağlanabilir veya faiz oranları ve kredi limitleri kaydi para anlamında enflasyona sebebiyet vermeyecek şekilde düzenlenir.

**

REZERV PARA SİSTEMİ BIRAKILMALIDIR

**

Rezerv para sistemi yerine ülkelerin kendi aralarında ticaretlerini yürütebilecekleri, gerektiğinde parasını elimizde bulundurduğumuz bir devletle ticareti olan 3. bir tarafa satmak dahil farklı çözümlerin bulunabileceği bağımsız, sömürülmeye karşı bir sistem uygulanmalıdır.

Rusyaya ihracat yapacak olan bir firmamız daha sonra örnek olarak Rusyadan ithalat yapacaksa ürününü ruble cinsinden ödemeyi tercih edebilir(şu anki savaş durumundan bağımsız olarak). Avrupadan ithalat yapacaksa ben ürünümü EUR cinsinden satmak istiyorum diyebilir. Rusyadaki ithalatçı firma elinde EUR fazlası tutuyorsa veya devlet elinde EUR fazlası varsa burdan ödeme yapabilir. Biz de aldığımız bu ödemeyle Avrupadan yapacağımız ihracatımızı gerçekleştirebiliriz. Veya Avrupa ülkesi Rusyadan enerji ithal edecektir Ruble ihtiyacı vardır, ödemenin ruble cinsinden yapılmasını tercih edebilir. Böylece ülkeler kendi aralarında ihtiyaçlarına göre belirli bir para birimine bağımlı kalmadan, o para biriminde borçlanmak zorunda olmadan, o ülkeler tarafından sömürülmeden ticaretlerini yürütebilirler.

Bu sistemde eğer para biriminiz sürekli değer kaybediyorsa tabiki karşıdaki ülke bunu tercih etmeyebilir. Elinde kalmasını istemeyebilir. Ama hızlı bir şekilde başka bir ülke ile veya yine bizden ithal edeceği bir ürün için kullanacaksa isteyebilir.

**

Mevcut durum, yüksek miktarda dolar rezervi bulunan ülkeleri endişelendirmektedir. Rusya, Çin ve Brezilya gibi ülkeler, bir yandan dolar olarak tuttukları döviz rezervlerini azaltmaya çalışırken, diğer yandan da dolara alternatif bir dünya parası yaratılmasını önermektedirler. Son zamanlarda Türkiye-Rusya, Türkiye-İran arasında yapılan ve Türkiye-Çin arasında da hazırlık aşamasında olan anlaşmalarla birlikte, bölgesel ticaretlerde her iki ülkenin yerel paralarının kullanılabilmesi imkanı ortaya çıkmıştır. Ayrıca 2008 ve 2009 yıllarında yapılan anlaşmalarla, sırasıyla Rusya-BDT ülkeleri arasındaki enerji alışverişinde rublenin, Latin Amerika ülkelerinin oluşturduğu ALBA1 ülkeleri arasındaki ticarette ise ABD Doları yerine “sucre”nin ortak para birimi olarak kullanılması kararları alınmıştır. Bu bölgesel kararlar, uluslararası rezerv para bulundurma ihtiyaçlarını azaltarak, dolar ve euro gibi paraların rezerv para olma fonksiyonunu zayıflatabilecektir.

(ULUSLARARASI PARASAL SİSTEMDE ALTERNATİF ARAYIŞLAR: DÜNYA PARASININ UYGULANABİLİRLİĞİ İbrahim AL)

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/55679

GLOBAL TEFECİLERİN ARACILARI OLAN HÜKÜMETLERİN ANLAYIŞI MAXİMUM VERGİ TOPLAYIP MİNİMUM HARCAMA YAPARAK ARADAKİ TUTARI GLOBAL TEFECİLERE AKTARMAKTIR

Bugün liberal anlayışların devlete biçtiği rol son derece

basittir; halkından maksimum miktarda vergi toplamak, bunun

minimum miktarını halkına hizmet olarak sunmak, aradaki farkı ise

global tefecilere aktarmak…

Bu mantıkla hareket eden devlet bırakın sosyal devlet olmayı

haraç alan devlet konumuna getirilmiştir. Dünya insanlığı adeta

haraca bağlanmış durumdadır. Bu esaret zincirinin bekçiliği yine o

toplumları yöneten hükümetler tarafından yapılmaktadır. Maliyetli

para ile borç batağına sokulan devletlerin gelirleri toplanan vergiler

kanalı ile belli yerlere aktarılmaktadır.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

GELİR ARTTIKÇA ORANTISAL OLARAK VERGİLER ARTTIRILMALIDIR

ALT GELİR GRUPLARINDAN HİÇ VERGİ ALINMAMALI VEYA ÇOK DÜŞÜK ALINMALIDIR

**

Bireysel veya kurumsal düzeyde gelir arttıkça vergi de arttırılmalıdır.

Belli bir gelir düzeyinin altındaki gruptan vergi alınmadığında veya düşük alındığında alınmayan vergi hemen tüketime dönüşeceğinden aslında dolaylı yoldan ekonomi büyürken vergi artışı da sağlanmaktadır.

Alt düzeydeki gelir gruplarına özel kartlar verilebilir böylece alışverişlerinde KDV muafiyeti uygulanabilir.

**

FİYATLAR GENEL SEVİYESİ DİĞER DEĞİŞKENLER SABİT KABUL EDİLİRSE BÜYÜME ORANINA GÖRE ARTAR VEYA AZALIR

**

Diğer değişkenleri dikkate almazsak büyüme oranında para arzının arttırılması fiyatlar genel seviyesini korurken büyümenin altında para arzının arttırılması fiyatların düşmesini, büyüme oranının üstünde arttırılması fiyatların artmasını sağlar.

Tabiki fiyatlar genel seviyesini etkileyen pekçok değişken vardır. Buna göre bu bakış açısı para arzı ve büyüme ilişkisi fiyatları ne şekilde etkileyebilir gözüyle bakılmalıdır. Doğrudan hangi seviyede  iner çıkar değil fiyatlara diğer değişkenlerle birlikte nasıl bir etkide bulunur şeklinde.

**

ULUSLARARASI ALANDA PARA BASIP BORÇ VERME SÖMÜRÜSÜ

**

Gelişmiş ülkeler para basıp gelişmekte olan ülkelere borç verip faiz geliri elde ederek bu ülkeleri sömürürler.

**

GELİŞMİŞ ÜLKELERİN KARŞILIKSIZ BASTIKLARI PARA BİRİMLERİYLE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDEN ADETA VERGİ ALMALARI

Gelişmiş ülke merkez bankaları gerçek

değişim aracı sayılan “hard currency” basarlar. Gelişmekte olan

ülkelerin halkları, karşılıksız basılan “hard currency”leri ödeme,

tasarruf ve borç alma aracı olarak kullanırlar. Gelişmekte olan

ülkelerin bağımsız merkez bankaları da “hard currency” üzerinden

döviz rezervi bulundururlar. “Hard currency” basabilen merkez

bankaları, kendi ülkelerinde talep edilenin katlarca fazlası kadar

dışarıdan para talebiyle karşılaşırlar. Dışarıdan olan para talebi

kadar da karşılıksız para basıp, başka ülke halklarından “senyoraj

 geliri elde ederler. Yani bir bakıma gelişmiş

ülkeler, merkez bankaları aracılığıyla gelişmekte olan ülke

halklarından vergi alırlar.”

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Bu ülkeler para basarak para birimleriyle dünyanın her yerinden alım yapabilirler fakat gelişmekte olan ülkeler aynı senyoraj gelirini bu şekilde kullanamazlar.

**

TARİHİMİZDEKİ EN BAŞARILI MERKEZ BANKASI BAŞKANLARINDAN SERDENGEÇTİ’NİN SÖZLERİ

Enflasyon yüzde 20 iken bir banka yüzde 15’ten kredi verir mi? Enflasyon düşmeden faizlerin düşmesi mümkün değildir. Faiz nedendir konusuna gelince, teori bu ilişkiyi enflasyondan faize doğru görüyor.

 İş camiasında bile enflasyonla büyüme arasındaki ilişki anlaşılmıyor. Türkiye’nin 95 yıl için ortalama büyüme hızı yüzde 5’tir. Enflasyonla büyümek diye bir şey yok uzun vadede. İşsizliği de artırmaz.

Enflasyonla mücadele nedense istenmiyor.  Sabit gelirliler, pazarlık şansı zayıf olanlar kendilerini koruyamıyorlar. Para kırpılarak gidiyor. Bu ciddi bir ahlaki sorundur.

 Türkiye’de 2013’te çok önemli bir karar alındı. Hazine borçlanamıyordu. Döviz girdisi olmayan şirketler de dış borçlanma hakkı elde etti. 2018 borçlu şirketler zor duruma düştüler, onu düzeltmeye çalışıyorlar. 

(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/eski-merkez-bankasi-baskani-serdengecti-ekonomi-teorisinde-faiz-degil-enflasyon-onceliklidir-1886631)

ERDOĞANIN EN BAŞARILI MERKEZ BANKASI BAŞKANLARINDAN BİRİSİ İLE İLGİLİ AT BUNU ŞEKLİNDEKİ SÖZLERİ

https://t24.com.tr/haber/ali-babacan-can-eski-merkez-bankasi-baskani-serdengecti-aciklamasi-erdogan-bana-baski-yapti-buna-ragmen-olmaz-dedim,1015942

**

Bilgiyle yöneten, yüksek enflasyonu sabit gelirli ve pazarlık gücü olmayanlara karşı ahlaksızlık olarak gören en kritik dönemlerden birinde göreve gelmiş ve başarılı olmuş bir merkez bankası başkanına karşı ufacık mantıklı bir gerekçe cümlesi bile kurulamayarak kullanılan üsluba bakın.

**

KURLAR YÜKSELSİN İHRACAT ARTSIN MANTIĞI İHRACAT YAPAN SEKTÖRLERİN İTHAL GİRDİ DE KULLANMALARI NEDENİYLE İŞLEMEMEKTEDİR

Kurlar çıksın yukarı, ihracatta artsın. Hayır artık ihracat ve ithalat birbirine bağlı. İhracat yapan sektörler, ithal girdi de kullanıyorlar. Kurlar yukarı gittiği zaman ihracatı artırmadığı gibi sizlerin maliyetlerini artırıyor. Maliyetin artması demek enflasyonun yükselmesi demek. Enflasyonun yükselmesi demek, rekabet gücü kaybettiğiniz anlamına geliyor.

https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/eski-merkez-bankasi-baskanindan-ekonomi-degerlendirmesi-40015779

MERKEZ BANKASI BASMASI GEREKEN PARAYI BASMAYARAK FAİZLERİ YÜKSEK TUTARAK FAİZE HİZMET ETMEKTEDİR

T.C. Merkez Bankası Başkanı S. Serdengeçti’nin bu

konudaki açıklamaları dikkat çekicidir:

Bu ülkede emisyonun millî gelire oranı düşüktür.

Merkez Bankası evvelden beri basması gereken parayı

basmamakta ve bunu faizleri yüksek tutmak için yapmaktadır.

Rantiyeye hizmet etmeyi bırakıp çok para basılsa faizler

düşecek, üretim ve yatırım artacak, üretim artınca enflasyon da

düşecektir”

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Emisyon ihtiyacı kadar basması gereken parayı basmayıp, üretimi desteklemeyip dış güçler adını verdiklerine sürekli katlanarak faiz ödeyenlerin bizzat faiz lobisine ve dış güçlere birebir hizmet ettiklerinin farkında bile olunamaması.

**

MERKEZ BANKASI NE KADAR PARA BASMALIDIR

**

Bu konuda kesin bir kural olmamakla birlikte genelde önerilen arz kadar yani büyüme oranında para basılmasıdır.

Aslında burada dikkat edilmesi gereken konu ihtiyaç kadar para basılmasıdır. Burada deflasyondan insanların alımlarını ertelemesi ve ekonominin durgunluğa girmesi noktasında aşırı bir tepki vermemek gerekir. Çünkü burada ertelenmiş talep vardır ve ekonomi geçici bir durgunluğu kaldırabilecek durumdayken bunda bir sorun yoktur.

Devlet kendi politikalarına göre tabiki borçlanmak için değil mesela yeni fabrikalar kurulması, araştırma geliştirme faaliyetleri yapılması, ihtiyaç sahiplerine destekleme yapılması, çiftçiden destekleme alımı yapılması gibi konularda ihtiyaç neyse o kadar para basmalıdır.

**

ARZ VE TALEP İLİŞKİSİNDE AĞIRLIKLI ÖNEMLİ OLANIN TALEP OLMASI

**

Arz ve talep ilişkisinde ağır basan kısım taleptir. Mutlaka arz olduğu için talebin olması bir seviyeye kadar doğrudur. Fakat asıl olarak arzın sebebi taleptir. Arzı tam anlamıyla tetikleyen taleptir. Bu nedenlerle talep bir nebze daha önemlidir daha öne çıkmaktadır ve daha fazla odaklanılması gereken kısımdır.

Ekonomi politikalarında da arz kısmına önem verilip talep kısmının önemsenmemesi, gelir dağılımı bozulurken artık arzın karşılık bulamayacağı durgunluğa doğru gittiği ve üretim kapasitelerinin potansiyel olduğu halde atıl kaldığı dönemlere girer. Bu nedenlerle öncelik verilmesi gereken, politikaların uygulanacağı yer taleptir.

Talebin adaletli bir şekilde arttırılması ile toplumun tüm kesimlerine yayılması sağlanır. Böylece doğrudan talebe gidecek gelir artışları ile ekonomiyi durgunluğa sokacak adaletsiz gelir artışlarının önüne geçilmiş olur. Para, paraya ihtiyacı olandan başlayarak doğrudan tasarruf edecek olana doğru bir piramit şeklinde yayılır. Mutlaka dinamizmi sağlamak için insanların arasında gelir farklılıkları olacaktır fakat haksız yere, adaletsiz yere gelir uçurumları kabul edilemez.

**

ÖNCELİK İÇ PAZARIN TALEBİNİN GELİR DAĞILIMI ADALETİ  İLE TAM OLARAK OLUŞMASI VE İÇ PAZAR TALEBİNİN KARŞILANMASIDIR

**

Gelir dağılımı adaletsizliği yüzünden öncelik iç talebin karşılanması olması  gerekirken dış pazara yönelinmektedir. Dışardan bakıldığında ihracat olması nedeniyle olumlu gibi görünen bu durum aslında yanlıştır çünkü bu; dış pazar  talebi içinden  gelir dağılımı adaleti koşullarında oluşan iç  talebin  karşılanacağı şirket tercihlerini oluşturan ekonomik durum oluşmaz ise gelir dağılımı adaletsizliğinin oluşturacağı sosyal sorunlar yanında sağlıklı bir dış ticaret dengesi kurulamaz, sağlıklı ve sağlam bir üretim ekonomisi oluşturulamaz.

Tabiki burada şirketler karlı olan hangi pazar ise ona yönelirler. Gelir dağılımı sorunlu olduğu için ihtiyacı olduğu halde iç pazarda talep yeterli oluşmaz ve çok daha karlı olan dış pazara yönelirler.

Üreticilere çok daha karlı bir şekilde ihracat yapmak varken ucuza içeriye satın da diyemezsiniz. Burada sorunlu olan durum üreticilerin bunu yapmak zorunda olmalarıdır.

Gelir dağılımı adaleti sağlandıktan sonra üreticiler hangisi karlıysa ona göre hareket  edeceklerdir ve iç ihtiyacın talebin karşılanması veya döviz girdisinin sağlanması noktasında hangisine daha çok ihtiyacımızın olduğu da ekonominin kendi  dengesi içerisinde belirlenecektir.

**

ABD’NİN PARA BASARAK İSTEDİĞİ YERDEN İTHALAT YAPABİLMESİ

**

ABD bastığı parayla Dünyanın istediği yerinden ithalat yapabiliyor. Böylece bastığı para karşılıksız olmaktan çıkıyor ve örneğin tarımsal hammadde aldığını varsayalım para arzının üretime eşitlenmesini sağlayarak kendi ülkesine girdi sağlamış oluyor.

**

TALEP ENFLASYONU VE TOPLAM ÜRETİMİN PARA ARZIYLA DOĞRUDAN EŞİTLENMESİ GEREKLİLİĞİ

**

Talep enflasyonu varken örnek olarak bir üretici var diyelim ve bu üreticinin ürününe 3 kişinin talebi var. Faiz sebep enflasyon sonuç diyerek faizleri indirirsek bu kişilerin çekebilecekleri kredileri yani kaydi para miktarını da artırmış olduk. Normalde bu kişilerin alacağı ürünün değeri 10.000.-TL olsun eğer 3 kişinin talebine  karşılık üreticinin elinde aynı üründen 3 tane olsaydı bu ürünü 10.000.-TL değerinde satacaktı bunu kredi çekerek yani para arzıyla da yapsa tasarrufundan da yapsa fiyat artışı olmayacak. Para arzı artışı üretim artışıyla doğrudan eşitlendiği için enflasyon oluşmayacak.

Üretim miktarı 3 kişinin talebine karşılık başta bahsedildiği gibi 1 ürün olsa ve faizleri indirdiğimiz durumda bu kişiler açık arttırma gibi kim daha fazla kredi çekebiliyorsa ürün onun elinde kalacak. Faizler indirildiği için çekebileceği kredi miktarı artacak dolayısıyla para arzı artacak ve toplam üretim ile para arzı artışı doğrudan eşitlenmediği için enflasyon ortaya çıkacak.

Döviz kurlarının artmasından kaynaklı ithalat ağırlıklı ekonomide sürekli maliyet artışından kaynaklı enflasyonda ise bir çıkmaza giriyoruz. Faiz sebep enflasyon sonuç diyerek zaten yüksek enflasyon içerisinde eriyen TL’ye  daha da az talep oluşmasına sebep oluyoruz. Yapılması gereken ağrı kesici gibi tedavi olmadığını bilerek faiz artışıyla yüksek kur baskısını hafifleterek enflasyonumuzun 1.ayağını düşürmek, talebe yetersiz gelen arza karşılık para arzını biraz dizginleyerek asıl çözümlere odaklanmak daha sonra devlet harcamalarıyla üretimi desteklemek, devlet eliyle fabrikalar kurmak, yatırım projeleri olan girişimcileri desteklemek kısaca o bunun sebebi bunun sonucu şeklinde kalıplar oluşturmak yerine sorunları tespit edip doğru çözümleri bulmak.

**

ENFLASYONUN SAYISIZ SEBEBİ VARDIR BUNLARLA TEK TEK İLGİLENİLMESİ GEREKİR FAİZ SADECE BUNLARDAN BİRİDİR

**

Enflasyon ekonominin bir durumunu ifade eder. Baş ağrısı gibi düşünebilirsiniz. Baş ağrısının tek bir sebebi vardır diyebilir miyiz hayır. Enflasyon da bir hastalıktır ve tek bir sebebi vardır diyemeyiz. Baş  ağrısının sayısız sebebi olabilir. Bunu gidermek için neyin baş ağrısına sebep olduğu önce bulunmaya çalışılır. Enflasyonda da aynı şekildedir. Sebepleri bulunmaya çalışılır. Fiyat  artışına ne sebep oluyor.  Önce maliyetlere bakarız neden insanlar fiyatları arttırmak zorunda kalıyor, hangi girdi kalemleri artıyor, bu girdi kalemlerine devlet müdahele edebilir mi… müdahele ederse genişletici etkisi mi olur yoksa dengeleyici mi olur. Bu maddeler detaya girdikçe artar daha sonra diğer sebebe gelinir o da talebin arza göre fazla olması halidir. Burada arzın arttırılma potansiyeli var  mı önce ona bakılır. Arzın arttırılma potansiyeli varken talep kısılmaya çalışılırsa bu baş ağrısını kısa süre  geçirmek için ileride daha fazla artmasına sebep olucak bir tedavi demektir. Yine burada detaylara girilir verim arttırılabilir mi, devlet yeni iş girişimlerini gerçekleştirebilir mi, projeler  desteklenebilir mi… işsizlik burada bir avantaj bile olur çünkü elinizde iş imkanı verebileceğiniz bir silahınızın olduğunu bilirsiniz. Faiz ise gördüğümüz gibi onlarca araçtan sadece biri.

**

UZAYLILAR

Uzaylılar konusu günümüzde bir sektör halini almıştır fakat kainatta önemli hiçbir şey bilinemez değildir. Bu bilinemezlik tamamen bizim elimizdeki kaynakları anlamaya gayret göstermememizden kaynaklanmaktadır. Halbuki Allah merak ettiğimiz her şeyin cevabını bize vermiştir. Bu bilinemezliği oluşturan varsayımlara bakarsak:

1.VARSAYIM:

Uzaylıların bizden daha zeki; gezegenler, galaksiler arası yolculuklar yapabilen, üstün zekalı canlılar oldukları varsayımıdır.

1.1.VARSAYIM:

Bu üstün zekalı canlıların bizim gibi insan olmalarıdır veya bize benzeyen veya insanımsı olarak tabir edilen varlıklar olmalarıdır.

Bu durum, bu canlıların bizler gibi tip olarak birbirlerinden ayrılabilmesi anlamına gelir. Bilindiği gibi insanların birbirlerine benzememesi sorumluluk yüklenmesi ile alakalıdır. Hayvanların sorumluluk yüklenmesi söz konusu olmadığı için bir türün tamamı ufak farklılıklar dışında hareket ve tip olarak birbirine benzer.

Bu yaklaşım bu açıdan uymaktadır. Fakat koşullar bununla sınırlı değildir. İnsan topraktan yaratılan varlıklar içerisinde en mükemmelidir.

Bizim gibi insanların olduğunu varsayarsak, belki en mantıklı yaklaşım bu olur. Bu durumda  uzaylı tasvirlerinin dışına çıkmış oluyoruz. Bu durumda kendimizi onların yerine koyabiliriz, galaksiler arası yolculuk yapabilen bir seviyeye ulaşmış olduğumuzu düşünürsek, insanın kendisinden daha az gelişmiş kıtalara, toplumlara bile neler yaptığını düşünürsek, bizden daha az gelişmiş galaksiler arası yolculuk yapamayan bir gezegene ulaşan insanların oraları nasıl sömüreceğini tahmin edebiliriz.

1.2.VARSAYIM:

Bu üstün zekalı canlıların tasvirlerde gördüğümüz kısa boylu iri gözlü tip olarak birbirlerinin görünüm olarak aynısı  olan; UFO, uzaylı dendiği zaman genelde akla gelen varlık tasviri olmalarıdır.

Bu durumda birbirlerinden ayırt edilemez şekilde aynı tipte olmaları sorumluluk yüklenemez olmaları anlamına gelir. Sorumluluk ve zeka birlikte vardır, bu durumda bu varlıkların üstün zekalı olduklarından bahsedemeyiz. Zeka sahibi olmayan bir varlık galaksiler arası araçlar yaparak yolculuk yapamaz.

Yine bu yaygın tasvir bize cin tasvirini hatırlatmaktadır, cinler sorumluluk yüklenen varlıklar olmaları dolayısıyla birbirlerinden ayırt edilen simaları değişen varlıklardır. Fakat yaygın uzaylı tasvirleri doğrudan cinleri anımsatmaktadır. Yazının devam eden kısımlarında bu konuda yanılmadığımızı göreceğiz.

2.VARSAYIM:

Bu varsayım aynı zamanda içinden çıkılamaz, anlam verilemez bir gerçeklikten kaçış psikolojisi olan yoksayma varsayımıdır.

Yoksaymanın en uç noktası tamamen reddetmedir ki bunu değerlendirme dışı tutacağız çünkü görüntüler, tanık olunan hadiseler çok fazladır. Biz bunları yok saymayıp bir kısmını insanların kandırmacası, bir kısmını da insanların kanması veya yanlış algılaması olarak değerlendireceğiz.

Yukarıdaki varsayımları yanlışlamamız ile elimizde kalan ihtimallere ilgili ayetler doğrultusunda bakacağız.

48 – Onlar, Allah’ın yarattığı birtakım şeyleri görmediler mi ki? Gölgeleri Allah’ın kudretine boyun eğip secde ederek, sağa sola döner, dolaşır.

49 – Göklerde ve yer yüzünde bulunan canlılar ve bütün melekler, kibirlenmeden Allah’a secde ederler.

50 – Kendilerine hakim olan Rabblerinden korkarlar ve emrolundukları her şeyi yaparlar.(Nahl Suresi)

49.Ayette geçen “dabbe” ifadesi bütün canlıları kapsar fakat insanları bundan hariç tutar. Bunun sebebi “dabbe”lerin(insan dışındaki canlıların) Allaha büyüklenmeden secde etmeleridir. Ayet aynı zamanda uzayda Allah’a büyüklenmeyen, secde eden canlıların olduğunun delilidir. Keşifler uzayda en azından mikro düzeyde canlılar olduğunu gösteriyor ve meleklerin zaten yerde ve göklerde sayılamayacak kadar çok sayıda olduğunu biliyoruz, ayette yerde hangi canlılar varsa ve göklerde hangi canlılar varsa şeklinde türkçeleştirebilceğimiz ifade geçiyor, bu da delili olan böyle bir durumda Kuranı kerimde nasıl bir ifadeyle karşılacağımızı gösteriyor.

83 – Onlar, Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, kerhen ve tav’an O’na boyun eğmiştir ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.(Ali İmran Suresi)

Göklerde ve yerde kim varsa(men) buyururken Rabbimiz göklerde de insan veya cinlerin bulunduğunu ifade eder fakat Hz.İsa(A.S.)ın da göğe yükseltildiğini düşünürsek(ilgili ayetlere bakabilirsiniz) Hz.İsa(A.S.)ı ifade ettiğini veya başka gezegenlerde de insanlığın bulunduğu ifade edilmiş olabilir. Fakat kerhen ve tav’an ifadesi göktekiler ve yerdekiler için kullanılmıştır ve men ifadesi Sebe Suresi 12.ayette geçtiği üzere cinlerle ilgili olarak da kullanılmaktadır. Ayet sadece melekleri ifade etmez çünkü “kerhen ve tav’an” ifadesi vardır, sadece cinler veya sadece insanlar ifade edilmiş olması durumunda Sebe Suresi 12.Ayette belirtildiği şekilde gelmesi beklenebilirdi, fakat ayette önemli olan Nahl Suresi 49. Ayette geçtiği gibi “göklerde kim varsa ve yerde kim varsa” gibi bir ifadenin gelmemiş olması “göklerde ve yerde kim varsa” şeklinde bir ifadenin gelmesidir.

12 – Süleyman’ın emrine de rüzgarı verdik. Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır menbaını da ona sel gibi akıttık. Hem Rabbi’nin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan da kim emrimizden dışarı çıkarsa ona ateş azabından tattırırdık.(Sebe Suresi)

55 – Rabbin göklerde ve yerde olan kimselerin hepsini en iyi bilendir. Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.(İsra Suresi)

Ayette yerde ve gökte olan insanlar(men) Peygamberler(A.S.) ve bazılarının bazılarına tafdil edilmesi ve Hz.Davud(A.S.)’ın birlikte geçmesi bazı hikmetlerin gereğidir. Öncelikle Hz.İsa(A.S.)’ın gökte bulunan hayatta bir peygamber olması ve Peygamberlerin bazılarının bazılarına tafdil edilmesi yani farklı farklı nimetlerin verilmesini ifade eder işte buna en iyi örnek Hz.Davud(A.S.)dır, onun diğer Peygamberlere tafdil edildiği konu Zeburdur, Zebur Hz.Davud(A.S.)’a verilmiş bir nimettir. Zebur’un özü itibariyle ve Hz.Davud(A.S.) özellikleri ve hayatı itibariyle özel olarak tafdil edilmiş bir peygamberdir.

93 – Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (kıyamet günü) Rahmân’ın huzuruna kul olarak çıkmasın.(Meryem Suresi)

15 – Oysa göklerde ve yerde kim varsa ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde ederler.(Rad Suresi)

Bu ayette “men” ifadesi geçer yani insanları kapsar ve “gölgeleri”de Rablerine secde eder, göklerde ve yeryüzünde kim varsa “tav’an”(itaatle) ve “kerhen”(zorla) Allah’a secde ederler.

19 – Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar O’nundur. Katında olanlar O’na kulluk etmekten ne çekinirler, ne de yorulurlar.

20 – Gece gündüz (hep Allah’ı) tesbih ederler, usanmazlar.(Enbiya Suresi)

Yerde ve göklerde kim varsa itaatle ve kerhen secde ederken, katında olanlar ise ona kulluk etmekten çekinmezler. Allah katında olanlarla ilgili ayrıca(Al-i İmran 169,Nisa 157-158) .Bu ayet göklerdeki insanlarla ilgili önemli bir ipucu verir devamında.

49 – Göklerde ve yer yüzünde bulunan canlılar(dabbe) ve bütün melekler, kibirlenmeden Allah’a secde ederler.(Nahl Suresi)

Ayette yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan canlılardan(insan dışındaki) ve meleklerden “ma” ifadesiyle bahsedilir insanlar için kullanılan “men” ifadesi kullanılmaz, ifade edilenlerin içerisine insan katıldığı zaman “men” ifadesi kullanılırken örneğin sadece meleklerden bahsedilirken “ma” melekler ve insanlar denilirken “men” ifadesi kullanılır.

“Men” yani insanlar için bahsedilirken yerde ve gökte itaatle ve kerhen canlılardan bahsedilirken ise kibirlenmeden ifadesi geçer .

19 – Göklerde ve yerde kim varsa O’nundur. Katında olanlar O’na kulluk etmekten ne çekinirler, ne de yorulurlar.(Enbiya Suresi)

Ayette yerde göklerde kim varsa ifadesi insanları kapsar. Bazı ayetlerde men veya ma iki kere tekrarlanır bazı ayetlerde tekrarlanmaz bu ayette tekrarlanmasına gerek yoktur çünkü önce göklerde kim varsa ifadesi gelir sonra ve bağlacıyla arz ifadesi gelir tekrar men ifadesine gerek yoktur ve insanları da kapsayacak şekilde melekleri canlıları hatta cansız varlıkları kapsar.  (3:169)

12 – Süleyman’ın emrine de rüzgarı verdik. Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır menbaını da ona sel gibi akıttık. Hem Rabbi’nin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan da kim emrimizden dışarı çıkarsa ona ateş azabından tattırırdık.

13 – Onlar, ona mihrablar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın. Ama kullarım içinde şükreden azdır.

14 – Ne zaman ki Süleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı.(Sebe Suresi)

Mihraplar, heykeller inşa eden cin toplulukları başka yapılarda inşa edebilirler. Cinlerin gaybı bilemeyeceği hususunu 14. ayette tekrar görüyoruz.

33 – Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Allah’ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz.

34 – Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?(Rahman suresi)

Allah’ın verdiği bir güç(sultân) ile ancak bugünkü imkanlar dahilinde  evrenin keşfi yapılabilmektedir. Fakat tam keşfi tabiki Allah’ın verdiği bir imkan olmadan mümkün değildir.

5 – O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, bütün doğuların da Rabbidir.

6 – Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik.

7 – Onu her inatçı şeytandan koruduk.

8 – Onlar yüksek (melekler) topluluğunu dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar.

9 – Uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azab vardır.

10 – Ancak kulak hırsızlığı yapanlar olur. Onu da yakıcı bir alev takip eder.(Saffat Suresi)

Yine gaybın aktarılamayacağı ile ilgili ayetler ve bir önceki sureyle birlikte göğe çıkışın insanlar ve cinler açısından zorluğu vurgulanmış oluyor.

     14 – Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,

15 – “Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır” derler.

16 – Andolsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.

17 – Ve göğü taşlanan bütün şeytanlardan koruduk.

18 – Ancak kulak hırsızlığı eden şeytan hariç, onu apaçık bir alev sütunu takip eder.

24 – Andolsun ki biz, içinizden İslâm’da öne geçmek isteyenleri de biliriz, geri kalmak isteyenleri de biliriz.

25 – Şüphesiz Rabbin O’dur ki, onları kıyamet gününde hesaba çekmek için toplayacaktır. O, hikmet sahibidir, bilendir.

26 – Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

27 – Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık.

28 – Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım.”

29 – Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”

30 – Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

31 – Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti.(Hicr Suresi)

8 – (Cinler, dediler ki): “Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk.”

9 – “Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor.”

10 – “Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?”

11 – Doğrusu bizler; bizden iyi olanlar da var, olmayanlar da var. Biz çeşitli yollara ayrılmışız.(Cin Suresi)

5-Andolsun biz en yakın göğü kandillerle donattık ve onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.(Mülk Suresi)

Bu taşlamaların ve azabın nasıl olabileceğine sadece bir örnek.

NASA, kaynağı bilinmeyen artan miktarda yüksek enerjili elektronların Dünya’ya gönderildiğini açıkladı. İlk kez yaşanan olay insanlara da zarar veriyor. 

http://www.lifeinbursa.com/haberx/85355/16/zararli_isinlar_dunyaya_gonderildi_.htm

1 – Rahmân (çok merhametli olan Allah)

2 – Kurân’ı öğretti.

3 – İnsanı yarattı.

4 – Ona beyanı öğretti.

5 – Güneş de ay da bir hesab iledir.

6 – Bitkiler ve ağaçlar secde etmektedirler.

7 – Göğü yükseltti ve mizanı koydu.

8 – Sakın tartıda taşkınlık etmeyin.

9 -Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.

10 – Ve yeri mahlukat için koydu.(Rahman Suresi)

2 – Allah O’dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.(Rad Suresi)

26 – O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz.

27 – Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar.

28 – Bilsin diye ki, onlar Rablerinin elçiliklerini yerine getirmişlerdir. Allah onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.(Cin Suresi)

12 – Allah O’dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah’ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz.(Talak Suresi)

5 – O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.(Secde Suresi)

Ayette sizin saydıklarınızdan bin yıl kısmı önemli.

4 – Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.(Mearic Suresi)

Bu ayette ise miktarı 50 bin sene olan bir günde çıkarlar ifadesi geçmektedir. Bizim saydıklarımızdan bin yıl ile meleklerin saydığı bin yıl farklı olabilir veya buradaki ifade bizim saydıklarımızdan 50 bin yılı ifade etmiş olabilir. Fakat burada sizin saydıklarınızdan ifadesinin geçmemesinin sebepleri vardır. Diğer ayetlerde belirtilen emirlerin 1000 senede çıkması veya Allah katında bir günün bizim saydığımız 1000 sene olması gerçektende sayılan bin yıla tekabül etmektedir fakat bu ayette (doğrusunu Allah bilir) meleklerin ve ruhların Allaha ulaştıkları günün miktarı belirtilmiştir yani  örneğin bizim saydığımız bir saniyede onlar miktarı 50 bin sene olan bir günde Allaha yükselmiş olabilirler(rakamlar sadece örnek). Yani burada belirtilen alınan mesafe olabilir, bu durumda ışık hızından daha yüksek bir hız düşünüyoruz. Meleklerin yüksek bir hıza sahip olduğunu biliyoruz ve bizim saydığımız 50 bin yıl içerisinde bu yüksek hızlarıyla Allaha yükseldiklerini düşünebiliriz veya bu süre içerisinde yüksek hızlarıyla bu kadarlık bir sürede ulaşabilecekleri yolu bu süreyi geçirmeden bizim için çok kısa bir sürede katettirildiklerini düşünebiliriz.

47 – Bir de senden acele azab istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında birgün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.

48 – Zulmedip dururlarken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket halkı vardı ki, sonunda onları yakalayıvermiştim. Dönüş ancak banadır.(Hac Suresi)

48 – Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, “Bu gün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.” demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: “Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah’dan korkarım. Ayrıca Allah’ın azabı çok çetindir.”(Enfal Suresi)

Uzaylılar olarak adlandırılan varlıkların cinler olduklarını destekleyen maddeler:

  1. Öncelikle bu varlıklar zamana göre şekil almaktadırlar günümüz aynı zamanda uzay çağı olarak adlandırılmaktadır ve uzaylı varlıklar büyük bir bilinmezlik oluşturmakta, insanların ilgisini çekmekte, korkutmakta ve dolayısıyla kullanılmaya uygun bir konudur.
  2. UFO uzaylı demek değil tanımlanamayan uçan cisim demektir. UFO olarak adlandırılan pek çok cisim aslında doğal olaylardan kaynaklanabilmektedir. Aslında çok basit bir açıklaması olabilen bu gibi olaylar kötü niyetli cinlerin telkinleriyle bilgisiz kişilerce yanlış yorumlanabilmektedir.
  3. Diğer bir kandırmaca yöntemi projeksiyon yöntemiyle kandırmadır. Hologram teknolojisi de diyebileceğimiz bu yöntemde gökyüzüne çizilmiş bir cismin(örneğin Nazi UFO’ları) görüntüsü gökyüzüne hareket edecek veya sabit duracak şekilde yansıtılır, ışıklarının yanıp sönmesi gibi efektler de verilebilir, bu yöntemin başarısız kaldığı tek yön ses konusudur. Böylece bir anda görülüp hızla hareket edip yok olan bir cisim görüntüsü verilebilir.
  4. Uzaylılar olarak verilen tipler cin tipine tamamen uymaktadır.
  5. İletişim sonucu alınan bilgiler cinlerin tutarsız iletişimlerine uymaktadır.

TERÖR

Terörü günümüzde politik dinamikleri etkilemek maksadıyla kullanılan bir araç olarak maalesef dünyanın dört bir tarafında görmekteyiz.

Kelime anlamı olarak dehşet ve korku anlamlarına gelen terör, terim anlamı olarak ise; belirli bir politik, siyasi amacı gerçekleştirmek maksadıyla masumlar üzerinde şiddet uygulanmasıdır, korku atmosferinin oluşturulmasıdır(masum olmayan kişilere haksız şiddet uygulanması da terör kapsamına girer). Ayrım sivil ifadesiyle değil doğrudan masum ifadesiyle yapılır.  Görevini yapan bir kolluk kuvveti masum olabildiği gibi bir sivilde masum olmayabilir. Bu ayrımda dolayısıyla kimlerin masum olduğu önem kazanmaktadır.

Teorik olarak kısaca değindikten sonra günümüzü şekillendiren önemli terör olaylarına bakabiliriz.

NORVEÇ TERÖR SALDIRILARI

22 Temmuz 2011 Tarihinde insanların kanını donduran, dehşet verici, korkunç, elim bir terör olayı yaşandı. Her terör saldırısı gibi bu saldırınında bir siyasi amacı vardı. Bir cinnet olayına benzeyen saldırının arkasında aslında çok büyük bir siyasi amaç vardı.

Öncelikle Norveçe ve İktidardaki İşçi Partisinin politikalarına bakarsak, neden Norveç’in ve İşçi Partisinin hedef alınmış olabileceği konusunda fikir sahibi olabiliriz.

“Oslo Saldırıları’nda MOSSAD Şüphesi!

Filistinlilere milyonlarca dolarlar maddi yardımda bulunan Norveç’in 5 gün önce de Filistin’in temsilcilik düzeyini ‘diplomatik misyon’a yükseltmesine dikkat çeken uzmanlar, saldırının arkasında MOSSAD’ın olabileceğini belirtiyorlar.

Norveç’te 100’e yakın kişinin hayatını kaybettiği saldırıların ardından uzmanlar bu saldırıların niçin düzenlendiğini sorgulamaya başladı. Ve gözler İsrail’e çevrildi. “Terör” uzmanları saldırının arkasında İsrail istihbaratı Mossad’ın olabileceğini belirttiler. Zira Norveç, Filistin’e yönetimine verdiği siyasi ve maddi destekle ile tanınıyor. Öyle ki Norveç, geçtiğimiz yıllarda Filistinliler’e milyon dolarlarca maddi yardımda bulunmuş, dahası 5 gün önce Filistin’in temsilcilik düzeyini diplomatik misyon’a resmen yükseltmişti. Bu karar, Norveç’in Filistin Devleti’ni resmen tanımaya hazır olduğu şeklinde yorumlanmıştı.

Öte yandan, Norveç’e ziyarette bulunan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bu ülkede bazı anlaşmalar imzalamıştı. Anlaşmanın ardından bir açıklama yapan Norveç Dışişleri Bakanı Jones Gahr Störe, Filistinlilerin BM’nin Filistin’i bağımsız devlet olarak tanıması çabalarının “meşru” olduğunu söylemişti. Störe, anlaşmanın imzalanmasından sonra yaptığı açıklamada, Filistinlilerin çabasını haklı bulmasına rağmen, Norveç olarak, bağımsız Filistin devletine desteklerini açıklamaya henüz hazır olmadıklarını ifade etmişti. Norveçli Bakan, tanımadan öncelikle Filistinlilerin BM Güvenlik Konseyi’ne Eylül ayında sunacağı karar tasarısını bekleyeceklerini belirtmişti.”

http://www.analizmerkezi.com/haber/oslo-saldirilarinda-mossad-suphesi-24013.html

“Bu katliamın arkasında Mossad’ın olabileceği konuşuluyor. Çünkü Norveç hükümeti ve iktidarda bulunan İşçi Partisi hem Bağımsız bir Filistin Devletini desteklemiş hem de onlara insani yardımda bulunmuştu. Ayrıca Norveç Devlet Fonu da İsrail Firmalarında bulunan paralarını geri çekmişti. Şimdi tüm bunlardan da hareketle, katilin geçmişini, bağlantılarını, yazdıklarını inceleyenler olayın arkasında kimi Yahudi dernek ve kuruluşlarının olabileceği yorumlarını yapıyorlar. İsrail Devleti’nin bu konudaki geçmişi, sabıkası da bu iddiayı güçlendiriyor. Çünkü onlara göre Filistinlilere bir bardak su bile vermek, cezalandırılması gereken bir tutumdur.”

http://ittihadiislam.com/2011/07/26/oslo-saldirilari-ve-sazan-medya/

“Norveç’te aşırı sağcı Anders Breivik tarafından gerçekleştirilen saldırılarda İsrail veya MOSSAD bağlantısı olabileceği iddia edildi. Bugüne kadar saldırganın tek başına hareket ettiği düşünülse de bazı araştırmacı gazeteciler, saldırının MOSSAD işi olabileceği iddialarını gündeme getiriyor. Saldırının arkasında Norveç’in, Filistin’i tanıyacak ilk Avrupa ülkesi olacağını açıklaması ve daha önce İsrailli şirketler aleyhine aldığı bazı kararlar olabileceği dile getiriliyor.
Kendisini avcılıkla, vücut geliştirme ve masonlukla ilgilenen muhafazakar bir Hristiyan olarak anlatan Breivik’in ayrıca İsrail yanlısı ve Filistin ya da İslam karşıtı sert görüşlerinin olduğu ortaya çıkmıştı.

Saldırıyla MOSSAD bağlantısı olabileceği iddiasını ilk olarak Washington merkezli bir araştırmacı gazeteci olan Wayne Madsen gündeme getirdi. Madsen, saldırıyla MOSSAD arasında “bolca bağlantı” olduğunu yazdı. Ardından Steve Lendman adlı bir başka blog yazarı, konuyu bugün gündeme taşıdı.
İslam karşıtı düşünceleriyle bilinen Amerikalı yazar Pamela Geller ve Amerikalı akademisyen Richard Pipes ile Norveçli saldırgan arasında bağlantı kuran Madsen, “İsrail gizli servisinin şifre ve propaganda unsurlarının Breivik ve MOSSAD arasında açık bir bağlantı sağladığını” savunuyor. Madsen’e göre “Norveç’e sahte saldırılara düzenlenerek Filistin karşısında İsrail’e destek kazanılması” hedefleniyor. Madsen benzer bir saldırının da Kıbrıs’ta gerçekleştirildiğini öne sürüyor.
Norveç’in Filistin’e verdiği desteği hatırlatan Madsen, Norveç Dışişleri Bakanı Jonas Gahr Store’un 19 Temmuz’da yaptığı Filistin’e destek açıklamalarına atıfta bulunuyor. Store, Norveç’in, Filistin’i tanıyan ilk Avrupa ülkesi olacağını açıklamıştı. Norveç yönetiminin de Filistin’e yönelik ciddi yardımları bulunuyor.
Norveç’in İsrail’i kızdıran bir diğer eyleminin ise geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Norveç’in hükümet yönetimindeki 450 milyar Euroluk petrol zengini yardım fonunun, İsrali’de yerleşim inşaatı yapan iki İsrail şirketini fondan çıkarması olduğu belirtiliyor.
Fondan çıkarılan iki şirket olan Africa Israel Investments ve Danya Cebus şirketlerinin ikisi de İsrailli işadamı Lev Leviev’e ait. Leviev, dünyadaki en zengin Yahudilerden biri olarak biliniyor. Fondan çıkarılma sebebi de Danya Cebus şirketinin Doğu Kudüs’ün Har Homa bölgesinde yerleşim yeri inşa etmesi olarak açıklanmıştı.
2009 yılında da bir başka İsrail şirketi olan Elbit Systems, güvenlik duvarının inşasına katıldığı için benzer bir Norveç fonundan çıkarılmıştı.
Mart 2011’de ise Norveç Eğitim Bakanı Kristin Halvorsen’in lideri olduğu Sosyalist Sol Partisi (SV), İsrail’in Hamas’a saldırması halinde İsrail’e karşı askeri bir harekatı destekleyen ancak yeterli çoğunluğu almayan bir yasa önerisine destek vermişti.
Madsen’e göre Breivik’in saldırıdan çok kısa süre önce açtığı Twitter hesabında yazdığı tek mesaj olan “İnancı olan bir kişi, çıkarları olan 100 bin kişiye denktir” sözü de saldırganın kendi düşüncelerini değil saldırıyı planlayan ve Breivik’i kullanan kişilere ait.
Madsen, Norveç’in Filistin’e verdiği destek ve İsrail karşıtı eylemleri düşünüldüğünde saldırının arkasındakilerin gözüktüğünü iddia ediyor.
Saldırının arkasında MOSSAD’ın parmak izleri olduğunu iddia eden Madsen, CIA ya da MI6 ile işbirliği yapılmış olabileceğini de belirtiyor. Madsen, büyük çaplı araç bombalarının bu gizli servislerin uzmanlık alanı olduğunu belirtiyor.
Madsen’in dikkat çektiği bir diğer unsur ise saldırının gerçekleştirilme şekli. Madsen, görgü tanıklarının ifadelerinde hep bir ikinci kişi vurgusu yapıldığının altını çiziyor. Görgü tanıkları, adanın iki tarafında silahlı saldırı olduğunu, birinin bir el silahı diğerinin ise dürbünlü silah ile olduğunu söylemişlerdi. Norveç polisinin de tek kişinin 90’dan fazla kişiyi öldürmüş olmasını ihtimal dışı tuttuğu dile getiriliyor.

(CİHAN)”

http://www.haberler.gen.al/2011-07-25/oslodaki-saldirida-mossad-baglantisi-iddiasi/

Bütün bunlara Breivik’in Mason olduğunu ve Mason kıyafeti ile çekilmiş fotoğraflarının bulunduğunu, gençlik döneminde Neo-Nazi Hareketine ilgi duyarken daha sonra eleştirmeye başladığını ekleyebiliriz. Ayrıca saldırının nasıl finanse edildiği hala bilinmiyor(saldırı ciddi anlamda oldukça maliyetlidir).

Saldırıda kimlerin hedef alındığına bakarsak teröristlerin ne kadar korkak, ne kadar hain ve ne kadar cani olduklarını görebiliriz. O masum çocuklar ve gençlerden birisi bir röportajında şu ifadeleri kullanıyor:

“Eğer bir insan tek başına bu kadar nefreti ortaya koyabiliyorsa hep birlikte ne kadar sevgi yaratabileceğimizi bir düşünün.”

Hedef alınan insanlar işte bu şekilde barış dolu, sevgi dolu gençlerdi; fakat teröristler barışı hiçbir zaman istemezler, kan ve şiddetten beslenirler, kendi amaçlarına ulaşsalar bile şiddet sona ermez bu durumda kendi etraflarındakilere saldırmaya başlarlar. Bunun örneklerini daha hedeflerine ulaşamadan görmekteyiz, hernekadar teröristlerin hedeflerine ulaşması imkansız olsada varsaydığımız takdirde böyledir.

Saldırının önemli bir tarafıda Deccaliyet yönüdür. İnsanlık dışı, vahşice, canice, korkunç bir katliam olması ve 2083 Sözde Bağımsızlık Bildirgesi. 2083 Tarihi de oldukça ilginçtir kendisi bu tarihi muhtemelen 2.Viyana Kuşatmasının 400. Yıldönümü olması nedeniyle seçti fakat yine muhtemelen tesadüfen, tarihi doğru tahmin etti. Bu tarih önemli ebced hesaplarında yine karşımıza çıkan bir tarih ilgilenenler araştırabilirler. Asıl Deccaliyet yönü ise bu manifestonun içeriğinde ortaya çıkmaktadır. Kuzeyde Avrupada yaşanan bir hadise olması da ayrıca ilginç.

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Otuz kadar yalancı deccaller çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.” (Tirmizî, Ebu Davud)

Breivik’in manifestosuna ve saldırının arkasından yaptığı açıklamalara bakıldığında Peygamber Efendimizin(S.A.V.) hadisi şerifinde tanımını yaptığı yalancı deccaler tanımına tam olarak uyduğu görülebilir.

ARAP BAHARI

Arap Baharıyla birlikte Ortadoğuda büyük katliamlara şahit olmaya başladık.

Terörün belirli siyasi amaçlara ulaşmak için kullanılan bir araç olduğundan bahsettik. Bunun örneklerini bu katliamlar içerisinde görmeden önce, iç politikanın, dış politikanın, siyasetin, istihbarat ve gizli teşkilat operasyonlarının nasıl bir yapısı olduğu, nasıl işlediği hakkında kısaca fikir sahibi olmamız gerekiyor.

Öncelikle pek çok oyuncunun olduğu bir oyun gibi düşünmeliyiz. Bu oyuncuların özelliklerine bakarsak:

-Eşit değiller, aralarında hiyerarşi veya rekabet var.

-Güçleri eşit değil ve amaçları, hedefleri farklı. Bu amaçlar, hedefler örtüşebildiği birbirini destekleyebildiği, yardımcı olabildiği gibi çatışabilirde.

Bu nedenle oyunun kaderini, oyunun yapısı, gidişatı ve oyuncuların hamlesi belirler.

Taraflara(oyunculara) bakarsak;

-Yönetimden memnun olmayan halk

-Statükodan memnun olanlar

-Yönetimdeki liderler

-Dış güçler ve dış güçlerin iç uzantıları

Burada önemli olan nokta dış güçler ve onların iç uzantılarıdır. Belirlenen politikaların uygulanmasında dış güçler kendi kaynaklarıyla da hareket edebilirler; organizasyon veya örgütlenmelerle de hareket edebilirler, fakat her durumda da müdaheleye başladıkları anda ayrı bir kategoride değerlendirilirler. Hedef belirleme, politika belirleme konusunda ise ayrı bir kategoride değerlendirilmez, hiyerarşik bir yapı olduğundan tek bir yapı olarak değerlendirilir. Merkezi dikkate almadan, tek bir yapı olarak değerlendirmeden müdahele noktasında incelediğimizde karşımıza resmi istihbarat teşkilatları çıkabildiği gibi gayri resmi örgütlenmeler, teşkilatlanmalar da çıkabilmektedir(Bu örgütlenmeler bağımsız,belirli kuralları,amaçları olan örgütler olabildiği gibi belirli merkezlerin aracı olan veya bir arada hareket etmeyi ifade eden örgütlenmeler da olabilmektedir).

Genel olarak amaçlara baktığımız zaman, çok çeşitli amaçları olabilmektedir, fakat bu amaçların en önemlisi ve geneli; ortadoğunun güçsüz, dağınık, çatışma halinde, karışıklıklar ve istikrarsızlık içinde bırakılmasıdır. Irak işgali bunun örneğidir, işgal öncesinde petrolü elinde tutan, etnik ve dini grupları birarada kontrol altında tutan bir yönetim varken(Irak, İran ile 8 yıl boyunca savaşan ve Ortadoğunun liderliğine oynayan bir ülkeydi) şimdi güçsüz, karışıklıklar içerisinde, iç çatışmalar ve anlaşmazlıklar içerisinde bir ülkedir. Genel amaç budur; petrol gelirleri, silah gelirleri ve diğer çıkarlar diğer amaçlardır. Diğer bir genel amaç ise Büyük İsrail Hedefidir(dolayısıyla İsrail üzerinden Batının Ortadoğuda egemenliği).

Ortada siyasi amaçlar olduğuna göre terörde vardır. Norveç canisinde örneğini gördüğümüz gibi, haklı olmayanlar, sözü dinlenmeyenler, kimse tarafından umursanmayanlar; korkakça, haince masumlara saldırmaktadırlar. Ortak özellikleri Terör Örgütü PKK’da da gördüğümüz gibi korkaklık ve hainliktir. Örneğin Savaştıklarını zanneden, aslında eşkıyalık yapan PKK’lı teröristler kendilerini gerilla zannetmekte fakat aslında korkakça, haince saldırıp katliamlar yapmakta daha sonra da arkalarına bakmadan kaçmaktadırlar. Kimse tarafından dikkate alınmayan değersiz fikirleri, yanlış çözümleri, kimse tarafından kabul edilmeyeceği için hainliğe, şiddete başvurmaktadırlar.

Şiddet dışındaki haklı yollardan sonuca ulaşamayacaklarını gören diğer oyuncular da teröre başvurabilmektedir(Diğer oyunculardan yönetimin Suriye’de silahsız göstericilere ateş açılması örneğinde olduğu gibi, Suriye’de yönetimin devrilerek güçsüz ve karışıklıklar içerisinde bir Suriye yaratılması Batı ve İsrail tarafından desteklenmektedir, fakat üzerlerine ateş açılmasından masum olan kişilerin katledilmesi bir terör örneğidir).

11 EYLÜL KURGUSU

11 Eylül Saldırılarının Amerikan halkı ve Dünya Müslümanları üzerinde etki yaratmak üzere kurgulandığını günümüzde biliyoruz.

Bu olay eşine az rastlanır olması; terörü bir araç olarak kullananların, kimseyi tanımadıklarını kendi insanlarını dahi amaçları uğruna katledebileceklerini ve terör propagandasının ne kadar etkili olduğunu bir halkı nasıl kandırabildiğini göstermesi açısından çok ilginçtir.

Halkların kandırılması günümüzde artık alışılmış bir durumdur, Irak İşgalinden önce, Usame Bin Ladin konusunda hatta ülkemizde Aselsan mühendislerinin öldürülmesi konusunda(aslında bu daha çok halkla dalga geçilmesi kategorisine girebilir) ve daha pekçok konuda bunu görebilmekteyiz.

11 Eylül Saldırıları sayesinde ABD kendisine Afganistanı işgal sebebi yaratmıştır. Pekçok demeçte, söylemde, eylemde ABD’nin işine yarayan Terör doktrinleri, ABD’ye çok büyük kazanç sağlamış olmalı veya hedefleri için gerekli olmalı ki ABD’de önemli bir sembol olan ikiz kulelerin yıkılması ve Pentagona saldırılmasıyla sonuçlanmıştır.

USAME BİN LADİN

Usame Bin Ladin ve El-Kaide Terör Örgütü bu kurgunun en önemli parçalarıydı. Usame Bin Ladin kandırmacası en son Amerikan güçlerinin operasyonu sonucunda  öldürüldüğünün duyurulmasıyla sona erdi, tabiki cesedi ortada yok.

Fakat Bin Ladinin eceliyle çoktan ölmüş bulunduğunu basın yoluyla ve istihbarat kaynaklarından sızan bilgilerden biliniyordu.

http://www.kanalahaber.com/ladin,-sesi-var-kendi-yok-yazisi-276.htm

http://www.revengeteam.com/kose-yazarlarindan/taliban8217i-abd-kurdu-bin-ladin-oldu/?wap2

www.youtube.com/watch?v=J4_xb11400M&feature=related

Bin Ladin’in Suudi Arabistan’da çok önemli bir aileye mensup olduğu, Suudi Arabistan’ın ABD’nin bir numaralı müttefiki olduğu, SSCB’nin Afganistan işgali esnasında Usame Bin Ladin ile CİA’nin bağlantılı olduğu biliniyor. Ayrıca Olay gerçekleştikten sonra Usame Bin Ladin eylemi kendisinin gerçekleştirmediğini açıklamıştı.

“ABD tarafından 11 Eylül saldırılarının faili olduğu ilan edilen Usame bin Ladin, Pakistan-Peşaver’de bulunan Afgan İslami Basın Ajansı’na gönderdiği açıklamada “ABD parmağı ile beni gösteriyor ama bunu asla ben yapmadım. Bunu yapanlar kendi çıkarları için yaptılar. Ben Afganistan’da yaşıyorum ve bu tür eylemlere izin vermeyen Emir-ül Müminun Molla Ömer’e bağlıyım.” dedi.”

http://www.egm.gov.tr/temuh/terorizm10_makale3.htm

Açıkladığımız gibi terör siyasi amaçların gerçekleştirilmesi için bir araç ve tabiki tek başına kullanılmaz bunun yanında medya, basın ve diğer yollardan propoganda yapılır, toplumlar yönlendirilir ve gerektiğinde kandırılır.

ASELSAN MÜHENDİSLERİ

Aselsan Mühendislerinin öldürülmesi şaşırtıcı derecede kimse tarafından umursanmadı. Bu önemli bilim adamlarımızın öldürülmeleriyle bu tip faaliyetlerde bulunanlara gözdağı verilmiş oldu. Yani bu konuda bir terör, korku ortamı yaratılmış oldu. Bir başka rahatsız edici yönü insanların acaba gerçekten intihar mı ettiler şeklinde şüpheye düşmesiydi ki, şehit edilmiş mühendislerimize yapılacak en büyük hakarettir. Bu saldırı aslında bir dönüm noktasıdır ve ayrıca bu savaşın içerisinde ne kadar güçsüz olduğumuzu da maalesef gösterdi. İlgili birimler, hem olayın öncesinde hemde sonrasında hiçbirşey yapamadı.

http://www.youtube.com/watch?v=Hd-prBcJJsw&feature=related

http://www.youtube.com/watch?v=MD8I42TAHNo&NR=1

http://www.youtube.com/watch?v=fSV3MqaP0mU&feature=related

PKK

PKK bir eşkıya örgütlenmesidir. Cinayetler, katliamlar, hırsızlık, gasp, kaçakçılık, uyuşturucu, tecavüz, sabotaj, haraç, kundaklama.. kısacası hertürlü eşkıyalık faaliyeti Komunist, marxist, Darwinist, Ateist bir ideolojiyle birleşerek Batı’nın ve İsrail’in desteğini arkasına alarak 20 yılı aşkın süredir bölgeye ve tüm ülkeye çok ağır zararlar vermektedir.

PKK’nın gerçek yüzünü görmek isteyenlerin kısa bir araştırma yapması yeterli olacaktır, insanlık tarafından kabul edilemez her türlü faaliyetin altından bu örgüt çıkabilmektedir.

PKK öncelikle İslama düşmandır. Göstermelik olarak İslama düşman olmadıkları görüntüsü vermeye çalışsalarda bu oyunları her seferinde suya düşmektedir.

Allah’ın ahdini misak ile belgeledikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları koparanlar ve yeryüzünü bozguna verenler varya, işte lanet olsun onlara! Ve yurdun kötüsü de onlaradır.(Rad-25)

Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.(Bakara-208)

Terörün İslamda hiçbir kabul edilebilirliği yoktur, aksine İslamda lanetlenen bir durumdur, çünkü İslama göre bir masum insanın öldürülmesi bütün insanların öldürülmesi gibidir. Bu sebeple İslamı kullanarak terör eylemleri yapanların hiçbir kabul edilir tarafları yoktur, aksine bütün insanları öldürmüş hükmünde olacakları Allah tarafından bildirilmektedir. Bu hüküm Müslümanlara has değildir bütün insanlaradır ve ayrıca İsrailoğullarınadır, umarız en kısa zamanda terörün görülebildiği bu kutsal topraklarda da bütün taraflar gerçekleştirdikleri terör eylemlerine son verir ve hem bu topraklar hemde bütün dünya bir barış yurduna döner.

Bunun içindir ki, İsrâiloğulları’na: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.(Maide-32)

Allah, selamet yurduna çağırıyor ve dilediğini de doğru yola hidayet ediyor.(Yunus-25)

TARIM

İnsanların temel ihtiyaçları beslenme, giyinme ve barınma ihtiyacıyken  aynı zamanda toplumların gelişmişlik seviyeleri de bu üç başlıkta belirginleşir. Nasıl beslendikleri, ne giydikleri, nasıl evlerde oturdukları… Fakat bu göstergeler yanıltıcıdır günümüz toplumlarının bu başlıklarda ulaştıkları seviye dejenerasyonun boyutlarını gösterebilmekte olup bilinçlenme ile birlikte ulaşmaya çalıştığımız temel konular bu kapsamlar altındadır. Tarımsal üretim; gıda ihtiyacımızın, hayvancılığında tarıma bağlı olduğunu düşünürsek beslenme başlığı altında yazının hareket noktasını oluşturmaktadır.

Günümüzde tarımsal üretim insanların kazanma hırsları ile insan ve çevre sağlığını nasıl hiçe sayabileceklerinin bir örneğidir.

Hormonal bozukluklardan kansere kadar pek çok hastalıkta az yada çok payı bulunan bu “bilinçsizliğin” ve “kazanma hırsının” sebep olduğu hastalıklar arasında en belirgin olanlarından biride mavi bebek hastalığıdır.

“Mavi bebek hastalığı aynı zamanda çok su içildiğinde alınan aşırı nitrat sonucunda da görülebilir. Fazla su tüketiminde, vücuda alınan fazla nitrat sindirim sonucunda nitrite dönüştürülür. Bu nitrit de hemoglobinle tepkimeye girerek tehlikeli derecede yüksek seviyede methemoglobin oluşmasına sebep olur. Bu oluşan yeni enzim oksijeni kanda hemoglobin kadar iyi taşıyamaz ve bunun sonucunda oksijen alamayan organ, doku, hücreler ve ciltte mavi lekeler oluşur. Yeraltı suyunda nitrat seviyesinin yüksek olduğu kırsal kesimlerde doğan bebeklerde bu hastalığa daha sık rastlanılmaktadır.”

(http://www.leyleklergetirdi.com/kotu-aliskanliklar_mavi-bebek-fallot-tetralojisi-hastaligi.bebek?PHPSESSID=d1hm5qd96rlpso0mmsf2u3q5j4)

Tarımsal üretim doğayı kendi yararlarımıza kullanmaktır, bunu ise doğanın dilinde yapmak zorundayız.

“Işin garip ama ilginç bir yönü de Avrupa ve ABD’de üretimi yasal ancak kullanımı yasak tarım ilaçlarının Türkiye’de kullanılıyor olması. Dinosep, naloxfob, nuarimol ve protniopnos etken maddeleri içeren tarım ilaçları Türkiye’de ençok kullanılan ilaçlar arasında yer alıyor. Uluslararası çevreci örgütlerin savaş açtığı tarım ilaçları ve etken maddeleri piyasada şu isimlerle satılıyor:

NALOXFOB etken maddesi: Trimidal, Rugiban, Gallant. Özellikle sebze ve meyvelerde kullanılan tarım ilacı. Bitkinin yabancı otlardan temizlenmesini sağlıyor, ancak sebze ve meyvenin üzerinde kalıntılar kalıyor.

NUARILOL etken maddesi: Dow Elanco. Sebze ve meyvelerde küllenme hastalığına karşı kullanılıyor. Türkiye’de üzüm bağları en fazla bu maddeyle ilaçlanıyor.

PROTNIOPNOS etken maddesi: Takutnion 500 EC Meyve ve sebzelerde özellikle seracılıkta kullanılıyor.

CARBARYL etken maddesi: Hektenin, Dinifrobitül temol.

DINOSEP etken maddesi: Gebutox, Vintox, Nenosep, Dinotox, Takiltox. Kış meyvelerinin üretiminde kullanılan ilaç, bitki üzerindeki haşereleri boğarak öldürüyor. Meyvelerin üzerinde kalan ilaç insan sağlığı açısından büyük tehlike oluşturuyor. 

Elmada kullanılan Diazinon, Ethinon, EPN, Parathion ve Endosulfan adlı ilaçlar zehirlenme ve mide bulantısına neden oluyor. Patlıcanda kullanılan Endosulfan, Toxaphane ve Diazinon mide bulantısına yolaçıyor. Fasulyede Diazinon, Bakıroksit ve Toxphane, iştahsızlık ve başdönmesi yapıyor. Salatalıktaki Primicarp, Amitraz, Aldicarp ve kükürt göz karartıyor. Biberde kullanılan Bromaphos ve EPN karın krampı ve aşırı terleme etkilerine sebep oluyor. Baklada kullanılan Primacard ve Diazinon mide bulantısı ve baş dönmesine neden oluyor. Portakalda kullanılan Toxaphene ve Ethinon yine mide bulantısı ve iştahsızlığın nedeni. 

Bazı ilaçlarla ilgili yapılan deneylerde şu etkiler saptanmış:

Acephate: Kanser yapıcı etki

Captan: Duodenumda kanser 

Chlordimeform: Mesane kanseri

Chromazine: Melanin’in (cildin renklenmesi ile ilgili etken madde) yapısına girerek kanserojen etki

Daminozide: Kanser yapıcı etki

Diocofol: Kanser yapıcı etki

Dithiocarbamate: Tiroid kanseri

Lindane: Karaciğer kanseri

Trifluralin: Kanser yapıcı” (http://www.aksiyon.com.tr/kapak/yedigimiz-ictigimiz-zehir_500186)

BİTKİSEL PLANKTONLAR

Dünyanın bir saniye bile kaybetmeden doğaya ve atmosfere zarar vermeyi bırakması gerekmekte. Bu fosil yakıtlardan denizleri ve tatlı suları kirletmeye kadar ekolojinin bir bütün olduğundan hareketle her alanda Dünyamızı geri kazanmamız için gerekli önlemleri almamız anlamına geliyor.

Doğa tarımsal üretiminde parçası bulunduğu bir bütündür ve dönüşüm halindedir, insan ve çevre sağlığına zarar vermeyi tam anlamıyla bırakmamız için topyekün önlemler almak zorundayız.

Soluduğumuz oksijenin büyük bir kısmı bitkisel plankton adı verilen canlılar tarafında sağlanmaktadır ve gün geçtikçe bu canlıların sayıları azalmaktadır.

Konuyla ilgili bir haber:

http://www.yaklasansaat.com/haberdosya/2010_haberleri/temmuz_2010/temmuz17.asp

“Plankton, suda bulunan, hareket yeteneği akıntıya bağımlı olan canlılara verilen genel isimdir. Genellikle mikroskobik boyutta ve tek hücreli oldukları varsayılsa da, denizanaları veya kopmuş yosunlar da okyanusbilimciler tarafından plankton olarak tanımlanır. Bitkisel planktonlara fitoplankton, hayvansal olanlarına ise zooplankton adı verilir. Göllerde, denizlerde ve akarsularda, hatta belirli şartlar altinda buzullarda bulunabilirler. Dünyadaki fotosentez ile üretilen oksijenin büyük çoğunluğunu planktonlar üretir, diğer kısmını bitkiler üretir.”  https://tr.wikipedia.org/wiki/Plankton

Nitrogen groundwater contamination also contributes to marine “dead zones”. The increase in the water-soluble nitrates creates an influx of plant-life, which eats up oxygen and starves out fish and crustaceans. This has an impact not only on the aquatic ecosystem, but on local societies who depend on food sourced from those areas. http://www.nytimes.com/2008/08/15/us/15oceans.html?_r=2&

Doğadaki herşey dolaylı olarak yada doğrudan bizim hizmetimize verilmiştir. Bizim hizmetimize sunulanları es geçerek ilaç olarak tükettiğimiz yada bitkilere verdiğimiz kimyasallar sağlığımıza ve doğamıza zarar olarak geri dönebilmektedir. Üretmeye çalıştığımız zararlı kimyasallar doğada canlılar tarafından bizim hizmetimize üretilmektedir. Bize düşen bunları işlemek olmaktadır.

“O, göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen topluluklar için ibret ve deliller vardır.” (Câsiye, 45/13)

Hizmetimize sunulanları saymakla bitiremeyiz. Tarımsal faaliyetlerde gübre kullanımından ilaçlamaya kadar insan ve çevre sağlığına zarar vermeden “lütuf” olarak hizmetimize verilenlerden, yani kullanımları ve sonuçları geçici fayda sağlamayan kalıcı ve kesin yöntemlerden faydalanılması gerekmektedir.

RİBA

32 – O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.

33 – Bununla beraber insanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı tutar, O Rablerine ortak koşarlar.

34 – Bunu da kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için yaparlar. Haydi geçinedurun bakalım, yakında bileceksiniz.

35 – Yoksa biz onlara bir delil indirmişiz de O’na ortak koşmalarını o mu söylüyor?

36 – Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar da; ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen her ümidi kesiveriyorlar.

37 – Onlar görmediler mi ki, Allah dilediği kimseye rızkı serer ve daraltır. Şüphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için ibretler vardır.

38 – O halde akrabaya da hakkını ver, yoksula da, yolcuya da… Bu, Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Kurtuluşa erecek olanlar da işte onlardır.

39 – İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır.

40 – Allah, O’dur ki, sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir.

41 – Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki onlar hakka dönerler.

42 – De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.(Rum Suresi)

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. (Âl-i İmran 3/130)

Men edildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık. (Nisa 4/161).

Faiz yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi kalkarlar. Bu onların: “Alım satım da ancak faiz gibidir.” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faize bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim faize geri dönerse artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de, sadakaları artırır. Allah, günahkâr kafirlerin hiç birini sevmez. (Bakara 2/275-276).

Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız faizden arta kalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Resulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tövbe ederseniz artık sermayeleriniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (Bakara 2/278-279).

Riba karşılıklı olarak aynı cins malların bir taraf lehine artışının şart koşulması şeklinde değişimidir. Aynı cins malların değişiminde riba söz konusuyken kendi başına değeri bile olmayan para bu kapsamda ve yaygın olan bu konu olduğundan biz yazımızda paranın haksız değişimine değineceğiz.

Adına faiz denilmesi veya başka şekilde adlandırılmasının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan zengin olanın, ihtiyaç sahiplerini hiçbir emek sarfetmeden, hiçbir hizmet sunmadan, hiçbir fayda sağlamadan, ve hiçbir katkı değeri bulunmadan sömürmesi ve sömürürken gücüne daha da güç katarken yoksulu daha da fakirleştirmesidir.

Faizin, genel adıyla ribanın haram oluşunun hikmetleri saymakla bitmez, bu yüzden biz haram olduğunu bilerek uzak durmak zorundayız; fakat açıklayabildiğimiz kadarıyla hikmetlerini açıklamaya çalışacağız. Akıl bize verilen çok büyük bir nimettir, yine aklımız bize Rabbimizin emirlerine uymamız gerektiğini söyler. Bu nedenle aklı çok sığ bir şekilde öne alarak bunun üzerine felsefe kuranların düştüğü bir hata vardır. Akıl bazı konularda yanılgıya, tuzağa düşer bu insanın tabiatından dolayı çok doğaldır, gözlerimiz nasıl mükemmel değil ve bazı şeyleri gözümüzden kaçırabiliyorsak, nasıl bazen işitemediğimiz, duyamadığımız oluyorsa akıl da yanılgıya düşebilir. Bu durumlarda karanlıkta fener ışığıyla limanı bulan gemiler gibi yine aklımızla böyle olmalıydı veya böyle olmamalıydı şeklinde aklımızı düştüğü yanılsamadan kurtarabiliriz.

Para, amaç değil araçtır. Para bir değişim aracıdır, kendi başına bir değeri yoktur, biz ona değer atfettiğimiz için para paradır. Zaten araç olan birşey kiraya verilemez. Kiralamada bir hizmet, bir değer ortaya çıkmaktadır. Örneğin ev alabilme imkanı olmayan kimselerin kirada oturabilmesi, turizm veya öğrencilik gibi geçici bir süreliğine bir ilde ikamet edenlerin ev satın almak yerine belli bir bedel ödeyerek ikamet etmelerinin sağlanması gibi bir fayda, bir hizmet ortaya çıkmaktadır. Fakat paranın zaten kendi başına bir değeri yoktur, para bir araçtır ve kiraya verilemez.

Tanımda belirtildiği üzere aynı cins mallar arasındaki değişimde ortaya çıkan haksız fazlalık ribadır. Parayla paranın değişimi bu açıdan değerlendirilir. Karşılıklı olarak iki taraf ticarette bulunduğunda ise bir tarafın parası eksilirken karşılığında kendisine bir menfaat sağlamaktadır. Diğer tarafta parasını artırırken bir emek, hizmet, risk ortaya koymaktadır, bir katma değer ortaya koymaktadır. Böylece parası eksilen sömürülmemekte bizzat kendisi tüketici konumunda bulunmakta, parası artan sömürmemekte, çalışarak emek, hizmet ortaya koyarak parasını artırmaktadır. Ribada ise parası eksilen yani faiz ödeyen, para stoklarını ellerinde bulunduranlardan para kullanmak zorunda kalmakta; çalışarak, emek sarfederek kazandığı parasını hiçbir emek, çaba göstermeyen kişilere ödemek zorunda kalmaktadır. Yine kullandığı para da kısmen veya tamamen başkalarının sömürülmesi sonucu elde edilen paradır. Böylece Ali imran suresi 130.ayette geçtiği üzere diğer anlamıyla kat kat faiz yiyenler nedeniyle kat kat sömürülmektedirler. Parası eksilen sağladığı sözde menfaate daha fazla bedel ödemek zorunda kalmakta. Eğer sağladığı bu sözde menfaatle para kazanmak zorunda ise maliyetleri daha da artmakta ayrıca emeğini, gayretini koyarken riski de  tek başına üstlenmekte, piyasadan çekilen paranında mutlaka etkisi bulunan zarar etmesi durumunda, zararı kat kat artarak ödemek  zorundadır. Bütün bunlara karşılık parası mutlak artan ne yapmaktadır tekrar bakalım: Öncelikle hiçbir gayret, emek, çaba sarfetmemekte, hiçbir hizmette bulunmamakta, hiçbir risk üstlenmemektedir, Dolayısıyla ekonomiye hiçbir katma değer sağlamamaktadır. Parayı stoklaması nedeniyle ekonomiye akması gereken para tıkanmakta karşılıklı döngü olan üretim ve tüketim kısılmakta bunlara ilave olarak faizin enflasyon artırıcı özelliğiyle de maliyetleri artırmakta zaten faiz gideri nedeniyle tüketimin bedeli artmaktayken birde artan  üretim maliyetleri nedeniyle artan fiyatlarla tüketim bedeli daha da artmaktadır.

Böylece tembellerin para kazandığı, çalışanların fakirleştiği düzen ortaya çıkar.

Toplumda gelir dağılımında adaletsizliğin artmasına neden olur, bu da iç savaşlara ve çıkar sahiplerinin kitleleri rahatlıkla kullandığı savaşlara neden olur.

Kiralamada eskime payı nedeniyle kira bedelinin bir kısmı yine harcamalara ayrılmaktayken, paranın enflasyon payı ki ,zaten eklenir, dışında eskime payı yoktur. Yani paranın kiralanması ekonomiye zaten zarar iken gayrimenkul gibi menkul gibi mal kiralaması yine ekonomiye geri dönmektedir. Araç kiralaması buna en iyi örnektir, araçta ortaya çıkan masraflar ekonomiye geri dönüş sağlar.  Bir yatırımcı bir araba alarak kiralama hizmeti sunar ve kiralama bedelinin bir kısmını yine araç masraflarına ayırırken, faiz geliri elde eden kişi kazandığı parayı yine atıl tutarak faize geliri elde etmek üzere tutar.

Bazı konular klişeleştirilerek insanlar üzerinde sürekli kullanılır. Faiz sayesinde atıl kalacak olan paranın işletilerek ekonomiye katkı sağlandığı gibi. Yukarıda akıl ile ilgili olarak bahsedilen bu konuyla ilgiliydi. İlk başta mantıklı ve doğru gibi görünen bu klişeler aslında aklın karışması, yanılmasıdır. Tüm detayları ele alınmadan, tüm aşamaları düşünülmeden sadece bir kısmı görülmesinden kaynaklanır. zararlı anlamıyla Paranın atıl kalması demek, dar anlamıyla bir kenarda beklemesi demek değildir. Ekonomiye yatırım veya harcama olarak girebilecekken mutlak artış sağlayarak geri gelmesi demektir. Bunun yerine risk alınarak yatırım yapılması ve karşılıksız kazanılan bedellerin ortadan kaldırılması ise ekonomiye katkıdır. Aslında faiz sayesinde para göstermelik olarak ekonomiye girmekte, sömürmekte ve daha fazla atıl para olarak ekonomiden çıkmaktadır. Yukarıda bahsedilen diğer hususlarla da gördüğümüz  gibi bu şekilde zararlar vererek ekonomiye giren bu paranın hiç ekonomiye girmemesi gerekmektedir. zaten bekleyen paranın, paranın sahibine parasındaki eksilme, gerçekleştirmediği harcamalar, yatırımlardan elde edeceği fayda gibi maliyetleri vardır. Para sahibi kimse bu maliyetlerden ekonominin kendi düzeni, sistemi içerisinde zaten kaçınarak parasını atıl tutmak istemeyecektir. Böylece ekonomi kapasitesi oranında dengeye oturacaktır. Bu dengeyle birlikte risk azalacak ve yatırımların değeri artacaktır.

Günümüzde faiz hayatımızın her alanına girmiştir. Buda Bakara suresi 275. ayette gördüğümüz üzere alışveriş ile ribanın bir görülmesi nedeniyledir. Halbuki faiz sistemi yerine yardımlaşma, dayanışma, çalışkanlık, üretkenliğin olduğu doğru yatırımların yapıldığı bir sistemde haram olan riba ayrılır sadece helal olan alışveriş kalır.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN(S.A.V.) EVLİLİKLERİ

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) 25 yaşında kendisinden 15 yaş büyük Hz.Hatice(A.S.) validemizle  evlenmiş,  25 yıl mutlu bir evlilik sürdürmüştür ve

Sizin hayırlılarınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır (İbni Mace c. 1, s. 636)

Buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in evlilikleri konusu İslama saldırmaya çalışanların çokça kullandığı bir konu olmuştur. İslama saldırmak cahillerin işidir, çünkü bilen, araştıran kimseler İslama saldırmak için bir gerekçe bulamazlar. Örneğin Müsteşriklerden Cariyle şöyle demektedir:

“O, 25 yaşında iken kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla evlendi ve onunla 25 yıl ömür sürdü. Kadınlara rağbet etmedi. Birden bire huyunu, karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilir ki? Buna ben kendi hesabıma inanmam”.

Çamur atmak çok kolaydır. Allah’ın en sevgili kuluna bile çamur atmak çok kolaydır. Ama o çamur ona asla ulaşmaz, onların o necis ağızlarından çıkan çirkin iftiralarını kimse dikkate almaz. Onlar çamur attıkça kendi çamurlarının içinde daha çok boğulurlar.

Peygamber Efendimiz(S.A.V.); onun kurduğu devlet dönemin en güçlü devletlerinden birisiyken ona denk bile olamayacak, küçük devletlerin bile başındaki insanlar krallar gibi yaşarken o nasıl yaşıyordu ibret olması açısından ilgili hadisler bakalım:

“Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Resûlullah’ın evinde en çok yiyecek bulunduğunda üç gün yetecek kadar olurdu, çoğunlukla bir ya da iki öğün yiyeceğimiz olurdu, bazen de hiç olmazdı.”

“Kâinatın Efendisi bir gün sert bir nesnenin üzerine yatmış uyuyordu. O sırada Hz. Ömer bir mesele için yanına gelmiş ve Kâinatın Efendisi uykusundan uyanmıştı. Yattığı yerden kalkınca üzerine yattığı omuzu açılmış ve yattığı yerin izleri sırtında çıkmıştı. Bu durumu gören Hz. Ömer son derece üzülmüş ve gözlerinden yaşlar akarken şöyle demişti:
Ey Allah’ın Resûlü! Sen ki, Allah’ın Resûl’üsün, sen ki âlemlere rahmetsin, sana güzel döşekleri olan, evler yapalım. Bak İran kisrasının saraylarına, bak Rum kayserlerinin saraylarına. Biz onlardan daha güzelini yaparız. Efendimiz: Ey Ömer! Benim durumum ile dünyanın durumu şuna benzer: Yolculuğa çıkan bir insan düşün, bir ağacın gölgesinde bir an dinlenmek için durmuş ve sonra yoluna devam etmiş. İşte ben o ağacın altında duran adamın durumundayım. Bu dünya kisraların, kayserlerin olsun. Âhiret hayatında Rabbimizin nimetleri bizim olsun istemez misin?”

“Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Onun giyeceği elbisesi yoktu, bazen elbisesini yıkadığımızda başka elbisesi olmadığı için kurumasını beklerdi.”

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) gibi muhteşem bir zâta, eline geçen fırsatlar içerisinde bile  dünyaya hiçbir meyli olmayan mübarek bir zâta haşa kadın düşkünü şeklinde iftira atabilmek için ruh hastası olmak gerekir(iftira atmaktan ancak ruh hastaları zevk alabilir). Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in elde ettiği fırsatlardan onda biri onlara verilseydi o zaman kadın düşkünlerini görürdük. Müşrikler bu davandan vazgeç sana malımızı, mülkümüzü verelim, en güzel kadınlarımızı sana verelim derken o sıkıntı görmeyi, işkence görmeyi tercih etti, çünkü o haşa “kadın düşkünü” veya “mal düşkünü” değildi, o davasına bağlıydı, o Allah’a aşıktı. Bu iftiraları atanlar gibi paraya, makama, mevkiye, kadınlara düşkün değildi. Onlar Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e verilen imkanların, fırsatların onda birini bile göremezken o kendisine sunular bütün imkanları reddetmiştir ve özellikle Mekke Döneminde bildiğimiz o sıkıntılı, çileli, işkence dolu yılları tercih etmiştir.

Hz.Enes(R.A.) anlatıyor:Rasulullah(S.A.V.) şöyle buyurdu:”Yemin ederim ki, Allah yolunda, kimsenin görmediği eziyetleri gördüm. Allah için, hiç kimsenin yaşamadığı korkulara maruz bırakıldım.(İbn Kesir, el-bidaye,3/47)

Kureyşin önde gelen müşrikleri yani aristokratları, Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e neler teklif ederken bakın onun cevabı ne oluyor:

“Ey Muhammed! Sana karşı gelişimizin makul bir sebebi olsun diye sana haber gönderdik. Gerçek şu ki, senin kavminin arasına attığın fitne kadar hiçbir arap fitne atmadı. Neler yapmadın ki! Atalara lanet okudun, onların dinlerini abes gördün, akıllarını küçük düşürdün, ilahlarına ağır laflar ettin. Birliği dağıttın. Ne kadar çirkinlik varsa hepsini aramıza soktun. Bu getirdiğin din ile, gayen mal elde etmekse biz senin için aramızda mal toplayalım, böylece en zenginimiz ol. Nam ve şöhret istiyorsan, seni başımıza getirelim. Yok, eğer kral olmak istiyorsan, kendimize kral yapalım. Şayet cin çarptı da, bundan kurtulamıyorsan bütün malımızı sarf edip seni tedavi ettirelim, ta ki kurtulasın.” Dediler.

Kainatın Fahrı(S.A.V.) bunun üzerine şöyle buyurdu:”Dediğiniz şeylerin hiçbiri bende yoktur. Elçilik görevime karşılık sizden ne mal ne şeref ne de krallık istiyorum. Doğrusu ben, size Rabbimin buyruklarını getirdim. Sizin iyiliğiniz için çalışıyorum. Getirdiğim şeyi kabul ederseniz bu, sizin dünya ve ahiretteki nasibinizdir. Reddederseniz, o takdirde, Rabbimin aramızda bir hüküm vereceği ana kadar sabrederim.”(İbn Kesir, el-bidaye,3/62)

Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in evlilikleri iftira atmaya çalışanların hep hedefinde olduğu için bu konuyla ilgili bir alıntıyla bitirelim.

“Gerçekten de 25 yaşında iken evlendiği ve kendisinden 15 yaş büyük olan, Hz.Hatice ile 50 yaşına kadar yaşayan Hz. Peygamber, 50 yaşında iken yaşıtı olan Şevde ile evlenmiş ve çok evliliklerine 53 yaşından sonra başlamıştır. Evlendiği hanımlardan biri hariç tümü, ya dul ya da önceki evliliklerinden çocukları olan kadınlardır. Bu da, evliliğin ana saikinin “şehvet” olmadığını göstermektedir.

Hz. Peygamber’in çok evlenmesinde, siyasi amaçların ağırlıkta olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa ile evlenerek, Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer’le ilişkilerini güçlendirmiştir. Beni Mahzum’dan Ümmü Seleme ile evlenerek, İslam’a en büyük düşmanlığı yapan Ebu Cehil’in kabilesinin düşmanlığını önlemiştir. Ümmü Habibe ile evlenerek, Mekke lideri olan babası Ebu Süfyan’la ilişkilerini yumuşatmaya çalışmış, bir daha savaşta kendisinin karşısına çıkmamasını sağlamıştır. Benî Nadir liderinin kızı Safiyye ile evlenerek Yahudilerin düşmanlığını azaltırken, Benî Mustalik’in liderinin kızı Cüveyriye ile evlenerek de, bu kabilenin İslam’a girmesini sağlamıştır. Meymune, ile evlenerek Meymune’nin kız kardeşinin evli olduğu ünlü kabile lideriyle bacanak olmuş ve onlarla yakınlık sağlamıştır. Zeynep b. Cahş’la evliliğini, bir Cahiliyye adetini yıkmak için Allah istemiş ve Kuran’da bu konuyla ilgili ayetler indirmiştir. Diğer hanımı Zeynep binti Huzeyme ise, Hevazin’in çok güçlü bir kabilesine mensuptur.
(Aişenin evlilik yaşı,Yrd. Doç. Dr. Mehmet AZİMLİ,İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003)”

KADER İLE İLGİLİ ANLAŞILAMAYAN HUSUSLAR-2

Kader konusu çok derin bir konu ve anlaşılması, anlatılması oldukça zor bir konu. Öncelikli olarak anlaşılamayan konu maalesef zaman konusu, rabbimiz bizim gibi zamanı yaşamaz o zamanın yaratıcısıdır, yani rabbimiz için herşey olup bitmiştir, bizim anlayacağımız şekilde.İkinci konu Allah herşeyi bilir, geleceğide bilir. Rabbimiz cehenneme gideceğimizi bilebile bizi neden yarattı sorusuna gelince, cehennem niye yaratıldı? insanlar ve cinler için yaratıldı rabbimiz insanı yaratıp sonra günah işlediğini görüp ben yanlış yapmışım madem öyle cehennemi yaratayım orda azap çeksinler demedi. Allah hata yapmaz. Rabbimiz tabiki seçim yapmayı bize bırakmıştır, bizim seçimlerimize göre yaratmaktadır. Biz Rabbimizin herşeyin yaratıcısı olduğunu unutmayalım yani irademizin isteklerimizinde yaratıcısıdır ve herşeyi bildiğini unutmayalım, Rabbimiz gelecekte olacak herşeyi bilir.
Rabbimiz için zaman zaten olup bitmiştir yani kim cehennemlik kim cennetlik bellidir. Ruhların ilk yaratılmasıyla cennet cehennem hayatına geçmemiz arasında Allah için bir anlık bile fark yoktur, çünkü Allah için zaman farkı yoktur zamanı rabbimiz yaratır ve Allahu teala acaba ne olacak diye merak etmez ve kime ne yapacağını zamanla düşünerek, kararsız kalarak belirlemez bizim ne karar vereceğimizi bilmeyerek kararlarımıza göre ileri bir zamanda duruma göre hüküm vermez.
Herşeyin bir kaderi vardır rabbimiz “Biz herşeyi bir kaderle yarattık” buyurmaktadır. İnsanında bir kaderi vardır çok küçük gibi görünen bir kararımız bütün hayatımızı etkileyebilmektedir bazen, her hamlemiz yeni sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Tabiki kurtuluşa ermek için çalışacağız, rabbimiz sonsuz merhamet sahibidir, bir annenin çocuğuna gösterdiği merhametten daha çok merhamet sahibidir tabiki bize irade vermiştir ve bizim irademize göre yaratmaktadır, burda anlatılmak istenen kader kavramı anlatılırken Allahın herşeyi bildiğinin unutulmamasıdır.
Son olarak kadercilik anlayışı müslümanları bugünkü duruma düşürmüştür, buda ilginç bir durumdur kadere aşırı derecede bağlanmak neden yerinde saymaya sebep olur? Kaderde böyle bir şey yoktur bizim irademize göre rabbimiz yaratmaktadır, biz çalışarak irademizi göstermezsek bu nasıl kadercilik olabilirki; bence bu tembelliğe bir bahanedir, kaderin yerinde saymayla veya gelişmekle bir alakası olmamalıdır, biz rabbimizin herşeyin yaratıcısı olduğunu ve herşeyi sonsuz ilmiye bildiğini unutmamalıyız. Rabbimiz herşeyi bilmektedir ve herşeyi yaratmaktadır tabiki ama bizi izlemektedir, her an bize bizden daha yakındır, bir sonraki kararımızı bir sonraki hareketimizi, irademizi nasıl kullanacağımızı izlemektedir; herşeyi görmekte ve duymaktadır. Biz Allah için çalışmalıyız ve hatalarımıza günahlarımıza tevbe edip günahlarımızdan dolayı af dilemeliyiz rabbimiz sonsuz rahmet sahibidir.

İSLAM İKTİSADI

İslam İktisadı aslında çok basit temellere dayanır. Günümüzde karmaşıklaşan ekonomik ve finansal sistem iktisadı geliştirmemiş aksine aslında çok basit olması gerekli olan bu sistemi aksatmıştır.

İKTİSADİ SİSTEM NEDEN BASİT OLMALIDIR?

İktisadi sistemin basit olması demek, İktisadi ihtiyaçların mevcut kaynaklarla karşılanmasının önüne engellerin konulmaması demektir.

Ne ihtiyaçlar ne de kaynaklar sınırsız değildir. İhtiyaç, tüketim ile ilgilidir. Tüketilen veya tüketilecek olan mal ihtiyacın konusudur. Sınırsız miktarda para ve olanaklarımızın olduğunu varsaysak bile tüketemeyeceğimiz bir kısım mutlaka kalacaktır.

Genel ve özel durumda bazen ihtiyaçlar kaynakların üzerinde olabileceği gibi bazen de kaynaklar ihtiyaçların üzerinde olur (Kaynaklar:Üretim faktörleri ve faktör gelirleri). Gerçek hayatta sınırsız ihtiyaçlara sahip toplumlar veya bireyler yoktur.

Genel durum toplumlarla ilgili özel durum bireyler ve hane halklarıyla ilgilidir.

(I) İhtiyaçlar, kaynakların üzerinde olduğu durumda kaynakların artırılarak dengeye getirilmesi gerekmektedir.

(II) Kaynakların ihtiyaçların üzerinde olduğu durumlarda kaynaklar, yeni ihtiyaç alanlarına aktarılır. Yani (I). Durumdaki dengesizliğe aktarılarak denge durumuna getirilmeli. Bu sağlandığı takdirde veya sağlanamadığı durumda Dış Pazarlardaki (I).Durumlara aktarılır. Dış Pazarların ikinci plana atılmasının sebebi(İnsani Yardım gerektiren haller hariç) bu durumda elde edilecek faktör gelirlerinin (I).Durumu güçlendirebilecek olması veya kendi sektöründe daha verimli ve etkin olmasını yavaşlatabilecek olmasıdır.

Örneğin, Kaynakların Enerji Sektörü Hammaddesi hariç diğer bütün sektörlerde ihtiyaçların üzerinde olduğunu varsayarsak, bu fazlalık Enerji Hammaddesi Potansiyeli varsa buraya kaydırılır veya alternatif kaynaklara yönelik çalışmalar yapılır. Böylece kısa dönemde kazançlı çıkacak gelişmiş sektörler kısa dönemde daha az kazançlı veya zararlı çıkarak uzun dönemde çok daha büyük oranda kazançlı çıkar.

Günümüzdeki ekonomik anlayış, ihtiyaçların sınırsız olduğunu vurgulayarak hiçbir zaman tam tatmin durumuna ulaşılamayacağını savunur. İhtiyaçlar, arzular anlamında kullanılırsa bu ifade doğrudur. Fakat her arzu ihtiyaç olarak kabul edilemez. Bu durumda iktisadın gayesi ihtiyaçların tamamen karşılanması ve arzuların karşılanabilecek maksimum oranda karşılanmasıdır.

(I). ve (II). Durumda en azından ihtiyaçların tamamen karşılanması mutlak maksattır. Olmazsa olmaz maksattır. Daha sonra arzuların maksimum oranda karşılanması için çalışılır.

Barınma, Giyim, Gıda, Eğitim, Sağlık, İş(Çalışma)..ßTemel İhtiyaçlar. Eğlenme, Boş vakitleri değerlendirme..ßGenel Diğer İhtiyaçlar. Genel Diğer İhtiyaçların detaylandırılması(Futbol, Basketbol sahalarından sonra, küçük golf sahalarının yapılması..)ßÖzel Diğer İhtiyaçlar ile ihtiyaçların tamamen giderilmesi sağlanır. Öncelikle belirli bir alanda temele, genele yönelinir. Örneğin Motor Sporlar konusunda ihtiyaçların giderilmesi için araba yarışları ve motorsiklet yarışları ile ilgili ihtiyaçlar giderilir. Daha sonra bu konuda özel ihtiyaçlara yönelinir. Örneğin sürat teknesi yarışları gibi (özel durumundan dolayı deniz kıyılarında veya göllerde).

Bütün ihtiyaçlar tamamen giderildikten sonra sıra arzulara gelir. Örneğin bir arabası olan kişi birde spor arabası olmasını ister, Spor arabası olduktan sonra birde jipinin olmasını ister, daha sonra bir spor arabasının daha olmasını ister… Bu şekilde uzar gider.. iktisadın amacı bu arzularında adaletli bir şekilde maksimum noktada giderilmesini sağlamaktır.

Sistem bu kadar basit olmalıdır. Günümüzdeki ekonomik sistem ile karşılaştırdığımızda sırf faiz çeşitleriyle karşılaştırılsa bile bu sistem çok basit kalır. Sistem karmaşık olacaksa yani gelişecekse bu adaletsizliğin geliştirilmesi yolunda değil bu basit sistem üzerinde adaletli bir ekonomik sistemin geliştirilmesi yönünde olmalıdır.

AKVARYUMDAKİ BALIKLAR

Günümüzdeki geçerli anlayış, insanları akvaryumdaki balıklar olarak veya beslenen evcil hayvanlar olarak görür. Beslenen hayvanın yemi, bizim kendimize yaptığımız yemekler gibi çeşitli olmaz (hatta bir gün yediğimiz yemeği ertesi gün yemeyiz) aksine neredeyse ömürleri boyunca ayni yemi yerler, yemeklerinin üzerine soslar yapmayız ve sürekli birşeyler isterler, eğer gidermezsek ve sorun olacaksa hemen karşılarız( Eve pisliğini yapacaksa hemen dışarıya gezdirmeye çıkarırız). Acıkmalarının fazla bir önemi yoktur hatta bazılarına göre açlıktan ölmesinler yeter.

Akvaryumdaki balıklar gibi ihtiyaçlar sınırsızdır. Balığa ne kadar yem verirsek verelim yer ta ki aşırı yemden ölene kadar. Ölmeyecek kadar yem yemesiyle biraz daha yemesinin farkı yoktur hatta daha fazla yem verilirse daha maliyetlidir. Maliyeti düşürmek daha önemlidir. Balıklar açlıktan birbirlerini yiyecek hale gelirlerse biraz yem atılır.

Bazende karınca gibi görürler. Karınca bile yorulurken onlar yorgunluğu kabul etmezler. Çünkü karınca çoktur, birtanesinin yokolması birşeyi değiştirmez, daha binlerce, milyonlarca karınca vardır. Bir karınca pes edene kadar çalıştırılır, pes etmesinin de bir önemi yoktur, çünkü bir değeri yoktur, piyasada milyonlarca daha sömürülmemiş karınca kapılarında bekliyordur zaten. Bu yüzden bir miktar karıncanın dışarıda kalmasını isterler, çünkü aldıkları karıncayı bitirdikten sonra karın tokluğuna yenisini bulmalarının kolay olmasını isterler.

Örnekler çoğaltılabilir fakat sonuçta insanları insan hariç herşey olarak görebilirler, örneğin önceki yüzyıllarda mal olarak görülüp köle ticareti yapılması gibi.

Fakat her seferinde bu sistem sonuçta kendi aleyhlerine döner (Ekosistemi bozduktan sonra bundan en büyük zararı yine bizim görmemiz gibi). 1. ve 2. Dünya Savaşı bunun en belirgin örneğidir. Ekonomik krizler diğer bir örneğidir. Birde olağan örneği vardır ki çok basit olan bu gerçeği anlamak istemezler. O da bal üretimi yapan birisinin arıların neslini tüketmek yerine geliştirmesi sonucunda daha fazla kazanacağı gerçeğidir. Yani ekonomi geliştikçe daha da fazla gelişecektir. Yatırımlar arttıkça, işsizlik azaldıkça, ücretler arttıkça, verimlilik arttıkça bu dört unsur aynı yönde daha da artar. Fakat bunun yerine gayri insani adaletsiz bir sistemi kabul ederler ta ki krizler çıkana kadar sonra tekrar aynı sistem devam eder, balıklar açlıktan birbirlerini yemedikçe sorun yoktur..

EKONOMİK SİSTEM

  • 1.Sütun gelirleri gösterir.
  • 2.Sütunun altında aynı şekilde devam eder. Ve sürekli bu şekilde devreder. Fakat F’ değerleri her seferinde küçülmesine sebep olur. Büyüme durumunda bile kapasitesinin altında büyür.
  • 1.Sütunda sadece dar gelirlilerin harcamalarını görürüz. Tasarruf yapamazlar. Aldıkarı ücretin tamamını temel harcamalarına harcarlar, geriye kayda değer bir miktar kalmaz.
  • 2.Sütun (Y) Kısmında dar gelirlilerin harcama yaptıkları ve bazen orta ve yüksek gelirlilerin katıldığı harcama yapılan alanlardır(Örn: Ekmek hem dar gelirliler hemde orta ve yüksek gelirliler tarafından alınır, toplu taşım araçların yüksek gelirlilerin mecbur kalmadıkça kullanmamaları..)
  • 2. Sütun Harcama yapılan alanlardan dar gelirlilere ücret orta ve yüksek gelirlilere ücret ve kârlar dağılır.
  • Dar gelirlilere gelen ücret aynı şekilde devretmeye devam eder.
  • Orta ve Yüksek gelirlilere dağılan ücret ve kârlar 2.Sütundaki alanlardaki veya diğer harcamalara dağılır(Y+DH). Diğer harcamalar(DH), dar gelirlilerin gelirlerinin yetersiz kalmasından dolayı harcama yapamadıkları alanlardır(Eğlence harcamaları gibi).
  • Faiz sisteminden dolayı (H+F’) harcamalar bir miktar azalacaktır, bunun sonucunda gelirlerde bir miktar azalma olacaktır. Gelir azaldıkça gelecek kaygısından dolayı tasarrufa ayrılan miktar artacaktır(parayı kendisine çekecektir). Tasarrufa ayrılan miktar arttıkça insanlara(X)  kâr ve ücret olarak dönmesi gereken para hem atıl halde kalmakta hemde büyüyerek başka paraları yutmaktadır. Kanserli bir hücreye dönmekte ve sürekli büyümektedir. Aslında küçük gibi gelen bu oran ekonominin büyük bir sistem olması ve sürekli bir devir içerisinde olması düşünüldüğünde küçük bir kar topununun büyümesi gibidir.(I)a
  • Harcamalar azalınca yatırımlarda azalacaktır.(I)b
  • Yatırımlar azalırken veya artarken, (T+F’) yatırımların artma kapasitesini azaltacaktır yada azalışını hızlandıracaktır. Bir önceki durumla arasında bir zamanlama yoktur önce, sonra veya aynı anda olabilir.(I)c
  • Yani diğer bir durum da yatırımların azaltılmasıyla (şablonda (Y) ve 4.Sütun alt kısmı) gelirlerin azalmasıdır. Daha sonra (I).Durum devam eder.
  • (Y) ve 4.Sütun alt kısmı, paranın döndüğü alanlardır. Buralarda mal veya hizmet verilir, karşılığında para alınır(X), alınan parayla mal veya hizmet satın alınır.. Faiz sistemini kaldırdığımızda gelirler artar, gelecek kaygısı azalır, atıl tasarruflar azalır, mevcut tasarruflar (I)c durumuna gelmeden yatırımlara döner, devrederek devam eder. (II).Duruma geçiş yapılır.
  • Yatırım ve Tüketim kredileri arasında zamanlamanın önemi yoktur bahsettiğimiz bütün etkiler birlikte bir etki oluşturur. Yazılış sıralamasının bir önemi yoktur.
  • 3.Sütunda en alttaki kutu sadece orta ve yüksek gelirlilerin harcamalarından gelir elde edilen yerlerdir (Örn:Golf Sahası işletmesi..).

Bu şablondan çıkarılması gereken 1. ve 2. Sütun ve F’ değerleridir. Böylece (X) 3.Sütuna kayar ve (Y) 4.Sütunun alt kısmına kayar,     

(X)à(Y)à(X)à(Y)à…… şeklinde adil-etkin-insani düzen sağlanır (Harcama-Yatırım(Tasarruf)àgeliràHarcama-Yatırım(Tasarruf)à..).

(ÇİFTÇİ+KASAP+FIRINCI)-TEFECİ

Basit bir şekilde anlamak için para arzının olmadığını, dış ticaretin olmadığını, sadece elde edilmiş bir madenden üretilen paranın olduğunu varsayalım (piyasadaki para miktarı hep sabit). İnsanlar üretim yapmakta(Örn: çiftçilik) para ile takas etmekte, daha sonra harcamakta(Örn:et almakta, ekmek almakta) harcadığı para (Kasap,fırıncı) kendisinden meyve sebze almaktadır. Bu şekilde üretim kapasitesi düzenlenmekte ve herkes hakettiği alışverişi yapmakta(fırıncı ekmeği daha iyi yaparsa daha fazla para kazanmakta, daha fazla et ve meyve-sebze almaktadır). Ürün az çıkarsa refah seviyesi buna göre düzenlenir. Fakat sonuçta günümüzde tam kapasitede oldukça yüksek miktarlarda üretim, teknolojinin yardımıyla rahatlıkla yapılabilir.

Bu basit sistemde tasarruflar faizsiz olarak borç verilmekte, hatta sadaka olarak ihtiyaç sahiplerine yardımcı olunmaktadır. Zaten para hiçbir engele takılmadan dolandığı için tam kapasitede dağılmaktadır, dolayısıyla maksimum ölçüde harcanmakta kalan parayı biriktirerek harcama süresi ortadan kalkmakta veya azalmaktadır.

Şimdi bu basit sistemimize tefecimizi koyalım. Tefecimiz çiftçimiz olsun ve çiftçilik yaparak bol miktarda para kazanmış, artık çalışmasına gerek olmadığını düşünmekte ve faizli olarak borç vermeye başlamıştır. Tefeci piyasadan ne kadar fazla para toplayıp kiraya verebilirse o kadar çok kazanabileceğini bilmektedir. Piyasadan çektiği para arttıkça, daha önce üretim yapan(tarla işçileri) daha sonra işsiz kalan çalışanlarını da tefecilik bürosuna almaktadır. Böylece zararlı, sözde istihdam ortaya çıkmaktadır. Piyasadan çekilen para sürekli arttıkça işsizlik de artacaktır ve onları işsiz bırakan tefecimiz üretimi azalttığı yetmiyormuş gibi kalan paralarıda çekmek için onları işsiz bırakan sisteme çalışan olarak alacaktır.

Tefecimiz artık işlerini büyütmüştür ve heryere yayılarak şubeler açmıştır. Fırıncı kazandığı para azaldığı için(tefeciliğin yayılmasıyla üretimin azalmasından dolayı) para biriktirmek zorunda kalmıştır, parasını tefeciye yatırarak çoğaltacaktır, fakat bu arada tefecinin borç verdiği kişide aslında müşterisidir, müşteri %3 faiz vermiştir(%1 fırıncıya,%2 tefeciye) ödediği faizden dolayı %3 oranında daha az ekmek alacaktır.

Diğer yandan yüksek miktarda para kazanan kasap, faizden para kazanmak varken çalışarak yorulmasına gerek kalmadığını düşünerek yüksek miktarda parayı tefecimize vermiştir. Üretim azalmıştır (Azalan üretimden dolayı ayrıca insanlar tüketim kredilerine başvurmaktadır), yatırım yapmayı düşünen bir müteşebbis tefecideki bu parayı almakta, kazanacağının garantisi olmadan yatırımını yapmakta, piyasadaki para tefecinin elinde olduğu ve ancak faiz(ek maliyet) karşılığında alınacağından bu yatırımlar olması gereken ölçüde talep görmemekte, kaybettiği takdirde kaybetmesi yetmiyormuş gibi onun para kaybetmesine sebep olan para hırsızlarına(tefecimize) haracını vermektedir. Kazandığı takdirde bu kazanılan parada hiçbir hakkı olmayanlara pay vermektedir.

Para kiraya verilemez. Para zaten kazanılan bir haktır ve herkesin çalışması oranında para kazanmaya hakkı vardır. Bu hak para karşılığı verilemez. Malın kiraya verilmesinde ise durum farklıdır. Bir evin kiraya verilmesinde ev kiracının hakkıdır, başkasının kiralanan ev üzerinde hakkı yoktur. Fakat kiraya verilen para ve onun kira getirisi üzerinde başkalarının hakkı vardır. Çünkü para bir mal değil araçtır.

Sisteme faiz girdikten sonra örneğimizdeki çiftçi zaten üretimden çekilmişti, daha sonra kasapta üretimden çekildi, fırıncı faize verdiği para nedeniyle zarar etti, müteşebbis yeterli talep bulamadı gelen talepten kazandığı parayıda haraç veya haksız pay olarak verdi. Bu örnekler milyonlarla çarpılınca ortaya inanılmaz büyük bir zarar ve sömürü düzeni çıkar.

İslamiyet insanların insanlar üzerinde tahakkümüne karşı çıkmış, her alanda adaleti sağlamak üzere gelmiştir. İslam her türlü sömürü düzenine karşıdır. Bu nedenle insanların zararına olan(hem Faiz yiyen hemde faiz veren açısından) faiz sistemini yasaklamıştır. Bu sistem açık bir suç sistemidir. İnsanların paraları sürekli bir şekilde çalınmaktadır. Daha sonra çalınan paraları haraç veya haksız pay (faiz) karşılığında iade edilmektedir. Para amacından saptırılmaktadır.

VERGİLER

Ekonominin tamamen üretime dayalı olmasından bahsettik. Faiz nedeniyle üretim imkanı varken üretimden çekilen bir kısım vardı. Vergilerin ise bir kısmı üretime giderken bir kısmı hizmete gider. Vergilerde önemli olan kamu harcamalarının gerektiği ölçüde olmasıdır. Ulusal güvenlik, iç güvenlik gibi hizmetlerin üretilmesi(Kamusal mal) gereklidir. Fakat vergi alarak, yani piyasadan para çekerek hiçbir üretimde, hizmette bulunmayanların faiz yiyenlerden hiçbir farkı yoktur. Bu yüzden vergilerin adaletli alınması(oran ve dağılım açısından) ve kamu harcamalarının verimli olması çok önemlidir.

Kısaca faiz sistemi çalışmadan para kazanmaktır. Faizin olmadığı sistemde para harcama veya yatırımlar yoluyla ekonomiye tekrar döner ve tekrar kendisine gelir, çünkü para beklerken artmaz aksine azalır(kesintilerle) bu nedenle parayı harcamamak veya yatırıma dönüştürmemek para sürekli azalacağı için zararlıdır. Paranın bu şekilde çalışmadan, haksız yere artmasındansa ekonomiye dönerek, eski sahibine daha büyük fayda sağlaması daha mantıklıdır, daha doğrudur. İşte bu yüzden faiz, riba haram; bey’(satış, üreterek para kazanmak) helal kılınmıştır (Üretim bir mal üretmek olabileceği gibi, ticaretini yapmak, hizmet üretmek, eğitimcilik yapmak, güvenliği sağlamak.. gibi sonuçta bir fayda sağlayan meşru faaliyetlerdir).

Riba, faiz hepsi aynı anlamdadır. Kısaca riba para ile ilgili haksız fazlalıktır, fazlalaşmadır.

Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere vermeyin.(Bakara-188)

Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. .(Bakara-275)

Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez. .(Bakara-276)

Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. .(Bakara-278)

Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun.Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz. .(Bakara-279)

İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekât veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.(Al-i İmran-39)

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.(Al-i İmran-130)

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.(Nisa-29)

Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.(Nisa-30)

Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.(Nisa-31)

Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.(Nisa-161)

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti.”

Müslim, Müsâkât 25, (1579); Ebu Dâvud, Büyû 4, (3333); Tirmizî, Büyû 2, (1206); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2277).

Ebu Dâvud ve Tirmizî’nin rivayetlerinde şu ziyade vardır: “( faiz muâmelesine) şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da…”  

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak.”

Bir rivayette “…tozu ulaşacak” denir.

Ebu Dâvud, Büyû 3, (3331); Nesâî, Büyû 2, (7, 243); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2278).

ÇELİŞKİLİ ZANNEDİLEN AYETLER-TALAK 4

1 – Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.

2 – Sürelerinin sonuna vardıklarında onları güzelce tutun, yahut güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahidliği Allah için yapın. İşte Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenen budur. Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır.

3 – Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.

4 – Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz (iddetlerinin nasıl olacağında tereddüt ederseniz), onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

5 – Bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını büyütür.(Talak/1-2-3-4-5)

Bu ayetleri almamın sebebi 4. Ayetin, İslama saldırmak için bahane arayanların çokça kullandıkları bir husus olmasıdır. Bunun yanında Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in haşa kadın düşkünü olduğu şeklinde çirkin iftiralar da atarlar. Kadın düşkününün kim olduğunu görmek istiyorlarsa çevrelerindeki gayri meşru ilişkilere bakabilirler çünkü günümüzde meşru ilişki nerdeyse istisna haline gelmiştir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.) 25 yaşında kendisinden 15 yaş büyük birisiyle evlenmiştir ve 25 yıl mutlu bir evlilik sürdürmüştür. Başkaları gibi eşini üzmemiştir ve

Sizin hayırlılarınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır (İbni Mace c. 1, s. 636)

Buyurmuştur.

İslama saldırmak cahillerin işidir, çünkü bilen, araştıran kimseler İslama saldırmak için bir gerekçe bulamazlar. Örneğin Müsteşriklerden Cariyle şöyle demektedir:

“O, 25 yaşında iken kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla evlendi ve onunla 25 yıl ömür sürdü. Kadınlara rağbet etmedi. Birden bire huyunu karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilir ki? Buna ben kendi hesabıma inanmam “.

Çamur atmak çok kolaydır. Allah’ın en sevgili kuluna bile çamur atmak çok kolaydır. Ama o çamur ona asla ulaşmaz, onların o necis ağızlarından çıkan çirkin iftiralarını kimse dikkate almaz. Onlar çamur attıkça kendileri çamurlarının, pisliklerinin içinde daha çok boğulurlar.

Peygamber Efendimiz(S.A.V.); onun kurduğu devlet dönemin en güçlü devletlerinden birisiyken ona denk bile olamayacak, küçük devletlerin bile başındaki insanlar krallar gibi yaşarken o nasıl yaşıyordu ibret olması açısından ilgili hadisler bakalım:

“Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Resûlullah’ın evinde en çok yiyecek bulunduğunda üç gün yetecek kadar olurdu, çoğunlukla bir ya da iki öğün yiyeceğimiz olurdu, bazen de hiç olmazdı.”

“Kâinatın Efendisi bir gün sert bir nesnenin üzerine yatmış uyuyordu. O sırada Hz. Ömer bir mesele için yanına gelmiş ve Kâinatın Efendisi uykusundan uyanmıştı. Yattığı yerden kalkınca üzerine yattığı omuzu açılmış ve yattığı yerin izleri sırtında çıkmıştı. Bu durumu gören Hz. Ömer son derece üzülmüş ve gözlerinden yaşlar akarken şöyle demişti:
Ey Allah’ın Resûlü! Sen ki, Allah’ın Resûl’üsün, sen ki âlemlere rahmetsin, sana güzel döşekleri olan, evler yapalım. Bak İran kisrasının saraylarına, bak Rum kayserlerinin saraylarına. Biz onlardan daha güzelini yaparız. Efendimiz: Ey Ömer! Benim durumum ile dünyanın durumu şuna benzer: Yolculuğa çıkan bir insan düşün, bir ağacın gölgesinde bir an dinlenmek için durmuş ve sonra yoluna devam etmiş. İşte ben o ağacın altında duran adamın durumundayım. Bu dünya kisraların, kayserlerin olsun. Âhiret hayatında Rabbimizin nimetleri bizim olsun istemez misin?”

“Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Onun giyeceği elbisesi yoktu, bazen elbisesini yıkadığımızda başka elbisesi olmadığı için, kurumasını beklerdi.”

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) gibi muhteşem bir zâta, eline geçen fırsatlar içerisinde bile  dünyaya hiçbir meyli olmayan mübarek bir zâta iftira atabilmek için ruh hastası olmak gerekir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in elde ettiği fırsatlardan onda biri onlara verilseydi o zaman kadın düşkünlerini görürdük. Müşrikler bu davandan vazgeç sana malımızı, mülkümüzü verelim, en güzel kadınlarımızı sana verelim derken o işkence görmeyi tercih etti, çünkü o haşa “kadın düşkünü” veya “mal düşkünü” değildi o davasına bağlıydı o Allah’a aşıktı. Bu iftiraları atanlar gibi paraya, makama, mevkiye, kadınlara düşkün değildi. Onlar Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e verilen imkanların, fırsatların onda birini bile göremezken o kendisine sunular bütün imkanları reddetmiştir ve özellikle Mekke Döneminde bildiğimiz o sıkıntılı, çileli, işkence dolu yılları tercih etmiştir.

4.Ayette geçen husus o dönemde Arap Toplumunda var olan bir uygulamadır, hatta hala bazı yerlerde uygulanmaktadır. Günümüzde modern bir toplumda böyle bir uygulama olamaz. Zaten ayetler “Ey Peygamber” ifadesiyle başlamaktadır.

Bu konunun eğitimle ilgili bir yönü de vardır:

 “Hz.Peygamber, Hz. Aişe ile küçük yaşta evlenerek onun, diğer hanımlarından daha iyi bir şekilde İslamî bilgileri kendisinden almasını ve Müslümanlara aktarmasını amaçlamış olabilir. Çünkü, diğer hanımları, hem yaşları hem de zeka seviyeleri bakımından Hz. Âişe ile kıyaslanamazlar. Hz. Âişe’nin, erken yaşlarda peygamber hanesine girmesinin en önemli nedeni bu olmalıdır diye düşünüyoruz. Bu küçük ve zeki kız sayesinde diğer sahabenin göremedikleri Hz Peygamber’in evinde meydana gelen olayların, özellikle kadınlarla ilgili özel meselelerin, Müslümanlara aktarılmasını ve Hz.Peygamber’in Müslüman kadınlarla olan bilgi alışverişini o sağlamıştır. Bundan dolayı, kaynaklarımızda yer alan İslam’i bilgilerin neredeyse tümü Hz. Aişe’den gelmiştir, diyebiliriz.” (Aişenin evlilik yaşı, Yrd. Doç. Dr. Mehmet AZİMLİ,İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003)

Günümüzde evlilik yaşı bellidir. Hitap “Ey Peygamber” ifadesiyle gelmiştir. Bu ne demektir, Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e gelen hitap üzerinden bize hitap gelmektedir, fakat bunların uygulanabilirliği bütün elçilere yönelik(“Ey Rasul” hitabı) hitaplardaki gibi değildir. Yani mahsus olabilmektedir, bu ayette olduğu gibi. Bu konu o dönemdeki örfe uygundur, günümüzde ise örfe tam olarak tersttir. O dönemde uygun olmasının da sebepleri vardır.

Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in evlilikleri iftira atmaya çalışanların hep hedefinde olduğu için bu konuyla ilgili bir alıntıyla bitirelim.

“Gerçekten de 25 yaşında iken evlendiği ve kendisinden 15 yaş büyük olan, Hz.Hatice ile 50 yaşına kadar yaşayan Hz. Peygamber, 50 yaşında iken yaşıtı olan Şevde ile evlenmiş ve çok evliliklerine 53 yaşından sonra başlamıştır. Evlendiği hanımlardan biri hariç tümü, ya dul ya da önceki evliliklerinden çocukları olan kadınlardır. Bu da, evliliğin ana saikinin “şehvet” olmadığını göstermektedir.

Hz. Peygamber’in çok evlenmesinde, siyasi amaçların ağırlıkta olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa ile evlenerek, Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer’le ilişkilerini güçlendirmiştir. Beni Mahzum’dan Ümmü Seleme ile evlenerek, İslam’a en büyük düşmanlığı yapan Ebu Cehil’in kabilesinin düşmanlığını önlemiştir. Ümmü Habibe ile evlenerek, Mekke lideri olan babası Ebu Süfyan’la ilişkilerini yumuşatmaya çalışmış, bir daha savaşta kendisinin karşısına çıkmamasını sağlamıştır. Benî Nadir liderinin kızı Safiyye ile evlenerek Yahudilerin düşmanlığını azaltırken, Benî Mustalik’in liderinin kızı Cüveyriye ile evlenerek de, bu kabilenin İslam’a girmesini sağlamıştır. Meymune, ile evlenerek Meymune’nin kız kardeşinin evli olduğu ünlü kabile lideriyle bacanak olmuş ve onlarla yakınlık sağlamıştır. Zeynep b. Cahş’la evliliğini, bir Cahiliyye adetini yıkmak için Allah istemiş ve Kuran’da bu konuyla ilgili ayetler indirmiştir. Diğer hanımı Zeynep binti Huzeyme ise, Hevazin’in çok güçlü bir kabilesine mensuptur.
(Aişenin evlilik yaşı, Yrd. Doç. Dr. Mehmet AZİMLİ,İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003)”