Kategori: HZ.ADEM(A.S.) ÖNCESİ ve SONRASI

HZ.ADEM(A.S.) ÖNCESİ ve SONRASI EK-1(HALİFELİK)

Hz.Adem(A.S.) Öncesi ve Sonrası isimli yazımın içerisinde “halife”  kelimesinin anlamını açıklamaya çalışırken yazının konusu olmadığından dolayı bazı hususlara değinmedim. “Halife olmayan sadece Peygamber Efendimiz(S. A. V. )dir. Ondan sonra gelen liderlerin hepsi onun halifesidir.” Şeklinde bir ifade kullandım. Türkçedeki kullanımdan dolayı bunun anlamı anlaşılmayabilir, aslında burada bir anlatım bozukluğu da vardı, halife zaten ondan sonra gelen demektir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in halifeleri(ondan sonra gelenler, onun yerini alanlar değil, onun yerini kimse alamaz) onun devlet idaresiyle ve ümmetin idaresiyle ilgili yetkilerine Peygamber Efendimizin(S.A.V.) “masumluk” sıfatlarının dışında sahip olmuşlardır. Bu makama sahip olmaları Peygamber Efendimizin(S.A.V.) gibi nübüvvet sonucunda değil, kendi imtihanlarının bir sonucu bir parçasıdır ve halifelik makamındaki amellerinde masum değillerdir, yani hata, günah, hatta büyük günahlar işleyebilirler.

Konuyla ilgili olmadığı için yazının içerisinde almadığım bu hususu kısaca açıkladım ve bu yazının bu kısmıyla ilgili yazılmış bir alıntıyı buradan aktarıyorum:

Peygamberlik, Allah’ın takdiri, tercihi, iradesi, atamasıyla elde edilen bir ünvandır.
Kur’an, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu, halefinin olmayacağını bildirilmiştir. Yüce Allah, peygamberlik kurumunu, görevini, ünvanını sona erdirmiştir.
Sonlandırılmış olan ve atamayı sadece Allah’ın yaptığı bir makama, göreve insanoğlu herhangi
bir nedenle ve herhangi bir usülle atama yapamaz.
Kişi kendi kendini de atayamaz. Veraset veya kılıç gücüyle peygamber halefi, dinin ve ümmetin temsilcisi olunmaz.
Olmayan, kaldırılan bir makamın halefi olmaz. Hz. Muhammed’in halefi olmaz, olamaz..
Devlet başkanları, Resul’ün yerine geçen, peygamberlik görevine atanan anlamında halife ünvanını kullanamaz.
Hz. peygamberimizden sonraki halifeler aslında olmayan bir ünvanı temsil etmişlerdir.
Hz. Muhammed’ten sonra hilafet makamı dini-ilahi değil, idari-siyasi bir makam olmuştur.

Devlet başkanlığı makamını, sultanlığı, padişahlığı, kutsal nitelikleri olan, peygamberin yerine geçen, İslam ümmetini temsil eden kişiler makamına dönüştürmek dinin ruhuna terstir..
Hz. peygamberlerden başka hiç kimsenin ve hiçbir ünvanın, makamın bütün İslam ümmetini temsil yetkisi yoktur. Hilafet makamının Kur’an’dan onay alması mümkün değildir..
Yüce Allah tarafından atanmayan, seçilmeyen beşer tasarrufu ile oluşturulan bir makam veya unvan dini temsil edemez. Halifelik ünvanı, hilafet makamı dini temsil edemez..
Mezhepler, Hıristiyanlıkta olduğu gibi adeta bir ruhban sınıfı=din adamları sınıfı yaratmış ve papalığın eş değeri olarak halifeliği bu sınıfın başına oturtmuştur.
Hilafet makamını İslam’ın ve tüm İslam ümmetinin temsilcisi saymıştır.

Halifelik, hilafet makamı: Hz. peygambere ve dolayısıyla Allah’a vekillik kurumuna dönüştürülen, iktidar gücü ile dinin kutsal gücünün bir araya toplandığı; dinin saltanat, iktidar imtiyazı haline getirildiği makamdır..
Terokratik diktatörlüklerin en önemli kurumudur. Günümüzde, hilafet makamı, halifelik sistemi özlemlerini dile getiren egemen Haçlı güçlerin işbirlikçileri olan siyasal İslamcıların asıl amaçları: Teokratik diktatörlük kurmaktır. Dini sömürü ve zulüm aracı yapmaktır..
Saygılarımla,

VEDAT AKBAŞAK

 

HZ.ADEM(A.S.) ÖNCESİ ve SONRASI EK-1(İLK İNSANLIK İDDİALARI)

İnsana benzeyen, içgüdüleriyle yaşayanlar kan döküp fesat çıkarıyolarsa aynısını, insanlar günümüze kadar ve günümüzde de yapmaktadırlar ve aynı ifadeler günümüzdeki insanlar için de kullanılmaktadır(araf/74, bakara/84-85). Kan döküp, fesat çıkarmaları gelişmemiş oldukarını, içgüdüleriyle hareket ettiklerini göstermez;  tam tersine gelişmiş olduklarını gösterir. Hayvanlar fesat çıkarıp kan dökmezler fosil kalıntılarına bakılırsa halifelik mevzusunun hayvanlar aleminde sayısız kere gerçekleştiğini görebiliriz. Bir canlı türünün nesli yok olur ve aynı canlının başka bir türü gelir ve melekler buna itiraz etmezler. Hayvanlar ihtiyaçları için kan dökerler( açlık ve kendini müdafaa) fesat çıkarmazlar, demek ki insanların fesat çıkarmaları kan dökmeleri gelişmiş olduklarının bir göstergesi.

Çok eski insan kalıntılarına baktığımızda onların hayal edemeyeceğimiz şekilde oldukça gelişmiş olduklarını yine görebiliriz(Hz.Adem(A.S.) dan önceki insanlar).

İnsanlar vardı ama insanlık yoktu Hz.Adem(A.S.) ile ilk insanlık ortaya çıktı dersek, Hz.Adem(A.S.) ın iki oğlu Habil ve Kabil’in kıssalarını hatırlamamız gerekir ki görebildiğimiz ilk cinayet, ilk insanlık dışı hareket diyebiliriz buna(5:27) günümüzdeki cinayet sebeplerine bakarsak bu sebep bile masum kalır.

Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı(Araf/11)

Bütün insanlar Hz.Adem(A.S.)dan gelir, başka insanlar içerisinden halife seçilmemiştir. Siz hitabı bütün insanlara gelir, Ben-i Adem hitabı da aynı şekilde bütün insanlara gelir.

 

HZ.ADEM(A.S.) ÖNCESİ VE SONRASI

Hz.Adem(A.S.) ile ilgili  bir yazı yazmak hem Hz.Adem(A.S.)dan öncesiyle ilgili hem Hz.Adem(A.S.)’in yaratılışını ve hemde  Hz.Adem(A.S.)dan sonrasını yazmayı gerektirdi. Yüzeysel bir yazı bile yazılsa Hz.Adem(A.S.)ın önemi ve farklılığından dolayı bu hususlara yine de kısa bile olsa değinilmesi gerekir, çünkü bu konular Hz.Adem(A.S.) ile birlikte anlaşılması gereken konulardır.

Öncelikle genel olarak içerisinde yaşadığımız Dünyaya ve onu yaşanılabilir kılan sisteme ve Hz.Adem(A.S.)ın yaratılışına bakalım:

5- O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay’ı emrine âmade kılmış, her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan ancak O’dur.

6-O, sizi bir nefisten yarattı. Hem sonra onun eşini de ondan var etti. Sizin için en’amdan(koyun,keçi,sığır,deve) sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor. İşte Rabbiniz Allah O’dur. Mülk O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. O halde nasıl haktan çevrilirsiniz? (Zümer/5-6)

Allahu Teala önce gökleri ve yeri yarattığını daha sonra gece ve gündüzü oluşturduğunu, güneş ve ayı mükemmel hassas hesaplarla insanın hizmetine verdiğini(ki bunları teker teker anlatmak ayrı bir yazı gerektirir) anlatıyor. Rabbimiz öncelikle bize gökleri ve yeri, güneşi ve ayı nasıl yarattığını anlattıktan sonra bizim yaratılışımızdan bahsediyor. Kuran-ı Kerime muhatap olan bütün insanlar Hz.Adem(A.S.) neslinden olduğuna göre ayette sizi bir nefisten yarattı ifadesindeki nefis Hz.Adem(A.S.)dır.

Hz.Adem(A.S.) dan başkası zaten tabi ki olamaz, bunu görmek için  Hz.Adem(A.S.)ın kim olduğuna, yaşadığı döneme ve Ben-i Adem(Ademoğulları) ile ilgili ayetlere bakabiliriz.

Kuran-ı Kerimde Hz.Adem(A.S.) karşımıza ilk “Halife” olarak çıkar.

28 – Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.

29 – O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir

30-Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): ” Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.(Bakara/28-29-30)

Önceki iki ayeti de almamın sebebi bu ayetlerinde konunun anlaşılmasında oldukça önemli olmasıdır. Öncelikle bizler Ademoğulları olarak yoktuk, yani ölüydük ve Rabbimiz bizi diriltti. Dünya yaratılırken de yoktuk, ayette bahsedilen yeryüzünde fesat çıkaran kan döken insanlar varken de yoktuk.

Daha sonraki ayette Rabbimiz  yeryüzündeki herşeyi bizim için yarattığını sonra göğe yöneldiğini anlatıyor; buradaki gök, Dünya da yani Dünya atmosferinde benzeri yaratılan(Talak/12) bizim göremediğimiz semadır. Rabbimiz Dünyayı yaşanılabilir hale getirmiştir, bugün bildiğimiz gökyüzündeki katmanlarda bu yaşanılabilirliğin parçasıdır, buna dahildir, gereklidir. Bu ifadenin arkasından “sümme” yani “sonra” gelir ve göğün 7 kat olarak düzenlendiği anlatılır; yani herşey, dünyada bizim için yaşanılır hale geldikten sonra Allahu Teala bizim göremediğimiz göğü yedi kat olarak düzenlemiştir. Bu ayetin akabinde sonra ifadesi gelmez bir kesinti olur ve “bir zamanlar” ifadesiyle bir sonraki ayet gelir.

Bu ayet ise çok önemlidir ve çok açıktır ki Allahu Teala meleklerine ben “bir halife” yaratacağım buyurmakta ve hiçbirşeye itiraz etmediklerini bildiğimiz melekler bunu anlayamamakta ve “yeryüzünde fesad çıkaracak ve orda kan dökecek birini mi yaratacaksın” demektedirler. Burda değinmemiz gereken başka önemli hususlarda vardır. Allahu Teala “arz”da yani Dünya’da bir halife yaratacağını buyurmaktadır, halbuki Hz.Adem(A.S.) daha Cennetten kovulmasına sebep olan imtihanını olmamıştır ve dahası İblis’te Hz.Adem(A.S.)a secde etmesiyle ilgili imtihanını olmamıştır ve Hz.Adem(A.S.)ın ve Hz.Havva(A.S.)in ayaklarını Cennetten kaydırmamıştır. Bunlar olmadan Allahu Teala ezeli ve ebedi ilmiyle tabiki olacak herşeyi bilmektedir ve bunların gerçekleşeceğini de bilmekteydi, çünkü herşeyi Allahu Teala yaratmaktadır ve mutlak bir şekilde herşeyi yarattığından dolayı gerçekleşecek herşeyi tabiki  bilir. Örnek vermek gerekirse tam yetkiye sahip, yetkileri kanunlarla, meclisle sınırlandırılmamış bir kral veya padişah kararları kendisi aldığından hangi kararların alınacağını bilir. Allahu Teala ise mutlak güç sahibidir, herşeyin sahibidir, ona eş veya denk hiçbir güç sözkonusu olamaz, gerçekleşecek ve gerçekleşen herşeyin yaratıcısı Allah olduğundan, gerçekleşen ve gerçekleşecek herşeyi bilir. Gerçekleşen herşeyi nasıl biliyorsa gerçekleşecek herşeyi de aynı şekilde bilir.

Ayet-i Kerimede Yüce Rabbimiz “bir halife” yaratacağım buyurmuştur. Halife ne demektir sözlükte bu kelimenin kökünden türeyen anlamlara bakalım: Arkasında olmak, birinden sonra gelmek, sonra yaşamak, ardından tutmak, çadırın ardına direk koymak, yırtık elbiseyi yamayıp islah etmek, geriye kalmak, arkasından gelip kılıçla boynuna vurmak, birinden sonraya kalmak, ahlakı babasının ahlakından değişik olmak, bir adamın bir şeyi kaybolduktan sonra yerine diğerini bedel kılmak, ağaç ikinci kez yemiş ve yaprak vermek, kuş yeniden tüylenmek, miras bırakmak, geride kalmak, ardından gelmek, başkasının ölümünden sonra yaşamak, bir ümmetin zevalinden sonra kalan ümmet ve cemaat, çadır vs.nin direklerinden en arkadaki direk, sonra, bir şeyin yerine geçen, soğuk başlangıcında ağaçtan tekrar çıkan çiçek yemiş, yaprak ardında biten yaprak, bir  vakitten sonra gelen vakit, yırtılıp iki uçları birbirine eklenmiş bez(Mevlüt Sarı/Arapça-Türkçe Lugat) izlemek, peşinden gelmek, yerine geçmek, geride bırakmak(Fono Arapça Standart Sözlük),  Arkasında kalmak, sonradan gelmek gibi anlamları temel anlamlarındandır; diğer anlamları bu anlamlardan türemiş, bunlarla alakalı anlamlarıdır, mesela muhalefet etmek bu anlamlardan türetilmiştir, alakasız gibi görünebilir fakat bütün anlamları birbiriyle alakalıdır, muhalefet etmek karşıdakini geride bırakarak onun yerine geçmek amacıyladır, örnek olarak muhalefet partilerinin yapmaya çalıştıkları da bu değil midir?

Alakalı gördüğüm anlamları yukarıya aldım; şüphede, tereddütte bırakacak veya çarptırılmaya müsait anlamlarından da mesela vekili olmak, imamet, emirlik gibi anlamlarına bakarsak. Allahın halifesi, Allahın vekili olmaz, halife anlamlarını vermiş olduğumuz gibi birinin yerine geçmek anlamına gelir, haşa Allahın yerine geçmek gibi bir şey sözkonusu olmaz, zaten meleklerin verdikleri tepkide dedikleri gibi “orada fesat çıkaracak, kan dökecek birisi” Allaha halife olamazdı, zaten birisine halife olunması için onun ölmüş olması gerekir veya görevini bırakmış olması gerekir, çünkü halifelik yerine geçmek, onun yerini almak, onun ardından gelmek anlamlarını taşır. Burdan  gördüğümüz gibi Allahın halifesi olmaz. Osmanlı Padişahlarında veya onlardan önceki halifelere halife denmesinin maksadı, Peygamber Efendimiz(S.A.V.)den sonra gelen Hz.Ebubekir(A.S.) gibi onların da bir önceki halifeden sonra gelmesi onların yerini almasıdır. Halife olmayan sadece Peygamber Efendimiz(S.A.V.)dir. Ondan sonra gelen liderlerin hepsi onun halifesidir. İki halife aynı anda bulunmaz. Bir önceki ölmeden veya görevi bırakmadan bir sonraki halife olamaz.

Kuranda halifeler, halefler nasıl geçer:

Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.(Sad/26)

Allahu Teala; Hz.Davud(A.S.)ı, Hz.Talut(A.S.)ın ardından halife takdir etmiştir. Burda da Hz.Adem(A.S.)ın halife takdir edilmesinde geçtiği gibi “cealna” fiili geçer. Fakat Hz.Adem(A.S.)ın topraktan yaratıldığını(Saffat/11) ve tek olarak yaratıldığını, ondan eşinin yaratıldığını ve zürriyetinin yeryüzüne yayıldığını( Nisa/1 ) ve yeryüzünde yaşayan bütün insanların Hz.Adem(A.S.)ın neslinden olduğunu(Ben-i Adem hitabının bütün insanlara olması) anlıyoruz.

Buna rağmen yine de onu inkâr ettiler. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları yeryüzüne halifeler yaptık. Âyetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların akıbeti nasıl oldu.(Yunus/73)

Hz.Nuh(A.S.) ve beraberindekiler helak olan kavimlerinden sonra yeryüzünde halifeler konumunda bulunmuşlardır, çünkü onlardan sonra ve onların yerine geçmişlerdir. Bu ayette yeryüzünde sadece Hz.Nuh(A.S.)ve beraberindekiler kalmıştır anlamı yoktur, kendi kavimlerine halifeler olmuşlardır yani onlar yok olmuştur kendileri kamıştır. Ayette Rabbimiz sadece Hz.Nuh(A.S.) ve beraberindekiler kalmıştır buyurmaz, onun zürriyeti baki kalanlar  onlardır buyurmaktadır(Saffat/77). Hz.Nuh(A.S.) ve gemide onunla birlikte yanında olan kimseleri kurtardık ifadesi yukarıdaki Yunus Suresinde/73 geçer. Yeryüzünde sadece onlar kalmıştır anlamına gelen bir ayet yoktur.

75 – Andolsun ki Nuh bize seslenip dua etmişti de biz de ne güzel kabul etmiştik.

76 – Biz hem onu, hem ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

77 – Hem onun neslini bâki kalanlar kıldık.

78 – Hem de sonradan gelenler içinde güzel bir namını bıraktık. (Saffat/75-76-77-78)

Bir diğer ayet,

65 – İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara “sefil maymunlar olun!” dedik.

66 – Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.(Bakara/65-66)

Bu ayette “halfeha” sonrakilere anlamındadır.

 

169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rab’leri katında rızıklanmaktadırlar.

170 – Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiç bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.(Al-i İmran/169-170)

Arkalarından kendilerine ulaşamayanlar(min halfihim).

 

Rabb’ın, hiçbir şeye muhtaç değildir, merhamet sahibidir. Sizi, başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de yok edip, sizden sonra yerinize dilediğini getirir.(Enam/133)

Sizin yerinize başkalarını getirir.

 

Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve O, bağışlayan, esirgeyendir.(Enam/165)

Rabbimiz bizi yeryüzünün halifeleri takdir etmiştir.

 

Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, halifeler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.(Araf/69)

Yine anlam veremediğim birilerini birilerinden üstün kılma anlayışından dolayı mealde üstün kıldı şeklinde geçer, aslında ise “size yaratılışta genişlik, fazlalık, ziyadelik verdi” anlamına gelir. Bu kökten gelen bir fiil genişlik ve yayılmak anlamında fazlalığı ifade eder, kökünde zaten yaymak, uzatmak, neşr etmek gibi anlamlara gelir. Meallerde onların yerine hakimler yaptı şeklinde yazabilir, ben halifenin hangi anlama geldiğini bilmemizden aslında geçtiği gibi “Nuh Kavminden sonra halifeler yaptı” şeklinde verdim.

 

Düşünün ki (Allah) Âd’dan sonra sizi halifeler kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O’nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.(Araf/74)

Gördüğümüz gibi halife olmak için Nuh Kavminden sonra olduğu gibi bir bağa gerek yoktur, sonra gelmemiz halife anlamını taşımamız için yeterlidir. Ayrıca insanların Rabbimizin buyurduğu gibi yeryüzünde fesat çıkaran önceki insanlar gibi onların halifesi olarak fesat çıkarmaya devam ettiklerini görüyoruz.

 

Kavmi de dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.” Musa dedi ki: “Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı helak edip de sizi yeryüzünde halife kılacaktır ve sizin nasıl işler yaptığınıza bakacaktır.(Araf/129)

Firavun ve ehlinin helak olması üzerine İsrailoğulları Mısıra yerleşmediler, fakat Firavun ve Ehli helak olduklarından ve İsrailoğulları bağımsızlıklarını kazandıklarından onların ardından halifeler konumunda bulunmaktadırlar.

 

13 – Andolsun ki, sizden önceki devirlerin bir çok kavmini, peygamberleri kendilerine bir çok belge ile geldikleri halde zulmettikleri ve imana gelmedikleri için helak ettik. İşte günahkârlar topluluğunu biz böyle cezalandırırız.

14 – Sonra onların ardından sizi yeryüzüne halifeler yaptık ki, bakalım nasıl ameller işleyeceksiniz.(Yunus/13-14)

Onlar zulmetmişler ve helak olmuşlardır bu imtihan sonucunda onların yerine biz geldik(Halifeler olarak) ve aynı şekilde Rabbimiz bizim amellerimizi de izlemektedir.

 

“Eğer, yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ayrıca Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz O, herşeyi koruyup gözetendir.(Hud/57)

Başka bir kavim getirmek, kısaca halifeler tayin eder anlamında “yestehlifu” fiili.

 

Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, kendilerini de yeryüzüne halifeler kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağnı vaad etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler. Hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır.(Nur/55)

İnşaAllah Rabbimiz bizden öncekileri Hz.Adem(A.S.)ı, Hz.Nuh(A.S.)ı, Hz.İbrahim(A.S.)ı ve neslini, Hz.Musa(A.S.)ı ve onunla birlikte İsrailoğullarından Salih kimseleri, müminleri ve Peygamber Efendimiz(S.A.V.) ve onun ashabını yeryüzüne halifeler kıldığı gibi bizi de yeryüzünde halifeler kılacaktır. (Sizden iman eden kimseler kısmına dikkat)

İman ve küfür bir arada bulunmaz, Allahın kanunları gereği iman er ya da geç küfrü yener ve ardından onun yerine hakim olur, bundan dolayı müminler yeryüzünde halifeler olarak kalırlar.

Vekillik konusuna gelirsek, Allah bizim vekilimizdir (ni’mel-Vekil) fakat biz Allaha vekil olamayız.

Allah dileseydi, ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin(Enam/107)

 

(Ey Resulüm!) Şimdi belki sen, “Ona bir hazine indirilse, ya da beraberinde bir melek gezip dolaşsa ya!” diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terkedecek olursun ve bundan dolayı da göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Herşeye vekil olan Allah’tır.(Hud/12)

 

Hz.Adem(A.S.)ın halifeliğine değindikten sonra diğer hususlara bakabiliriz.

Hz.Adem(A.S.); Hz.İmran(A.S.), Hz.İbrahim(A.S.), Hz.Nuh(A.S.)ın ve onların neslinden gelen Peygamberlerin  ilki ve babasıdır.

33 – Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.

34 – Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. Allah her şeyi işitendir, bilendir.(Ali-i İmran/33-334)

Bu zürriyet Hz.Adem(A.S.)a kadar gider. “Hz.Adem(A.S.) madem halifeydi hem de “ceale” fiili kullanılmış başka bir ayette “halaka” fiili kullanılmış, hem de iki ayrı ademden bahsedilmiş biri halife takdir edilen biride yaratılan insanların atası ademdir” gibi iddiayı atanların bilgisizliğinden veya artniyetinden kaynaklanan hiçbir kıymeti olmayan fakat yine de cevap verilmesi gereken görüşler var, ayrıca “ilk insan yoktu ilk insanlar vardı” gibi yine hiçbir kıymeti olmayan fakat kısaca bir ayetle hiç açıklamadan cevap verebileceğimiz iddialar var. Bunun gibi daha sayısız ve hiçbir kıymeti olmayan iddialar, zanlar var fakat biz ne sahte din alimlerine, ne kendi hayal dünyalarını gerçeklerle karıştıranlara ne de evrim propogandacılarına inanırız biz sadece Allahın indirdiğine iman ederiz, biz araştırdıkça imanımız kuvvetlenir onlar araştırdıkça kendi teorilerinden daha fazla şüphe duymaya başlarlar. Bunlar da yeri geldikçe açıklanır fakat bunların fikirleri değersiz olduğu için ve hayalgücüne dayandığı için çok fazladır ve çok çeşitlidir, çünkü insanın hayalgücü çok geniştir, bunların hepsine cevap vermeyi bu yazıda düşünmüyorum çünkü bu yazının asıl hedefi hakikatlerdir, gerçeklerdir. Zanlara ve hayalgücüne dayanan fikirlere cevapların verileceği ayrı bir yazı yazılabilir. Fakat kısaca bu fikirlerin birkaç tanesine yine de kısaca cevap verirsek:

1-“ceale”fiili yaratmak anlamını da kapsayan; tayin, etmek takdir etmek gibi anlamları da kapsayan bir fiildir.

2-“halaka” fiilinin geçtiği ayetlerde de “ceale” fiilinin geçtiği ayetlerde de Hz.Adem(A.S.)dan bahsedilir. İkisi de Hz.Adem(A.S.)dır. Halife takdir edilen, yaratılan da odur, yaratılışı anlatılan da odur. Bu ayetlerin ortak özelliklerinden iblisin secde etmemesi hadisesi bunu gösterir.(Sad/71-72–Bakara/30)

3-İlk insanlar yok, ilk olarak Hz.Adem(A.S.) yaratılıyor ve insanlar onlardan yayılıyor. (Nisa/1)

4-Evrimcilere diyecek hiçbirşey yok bilim dünyasında bu kadar utanç veren ve bu kadar ısrarla inat edilen bir teori yoktur. Geçersizliği artık sayısız defa ıspatlanan; savunanların, bilim sahtekarlıklarıyla, zanlarla, olabilirlerle, böyle  olmalılarla, böyle olmuşturlarla, kestirip atmalarla, fosil fotoğraflarını arka arkaya koyup gördünüz mü bunlar birbirlerinden evrimleşmişlerle, nasıl ıspatladık amalarla, en sonunda biz böyle inanıyoruzlarla, daha da sıkışırlarsa konu değiştirmelerle, en son aşamada ya uzaylılar bizi getirip bırakmışlar o zamanlarla sürüp giden bir “bilimsel teoridir”. Herşeyi en iyi bilen herşeyin yaratıcısıyken, Allaha iman etmemelerinden dolayı ilk ve kesin doğru bilgi kaynağı olan Kuran-ı Kerim’e inanmazlar.

Hz.Adem(A.S.) ile ilgili olarak halife olmasından, yaratılışından ve hepimizin onun zürriyetinden geldiğinden, tek olduğundan, ondan eşinin yaratıldığından bahsettik. Şimdi yaşadığı döneme bakabiliriz.

Hadis-i şeriflerde dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğu geçmektedir. Bu Hz.Adem(A.S.) ile kıyamet veya büyük kıyamet alametlerinden herhangi biri(örneğin güneşin batıdan doğması) arasındaki süre olabilir(doğrusunu Allah bilir). Yeryüzünde insanlığın tarihi ise milyonlarca yıl öncesine kadar uzanır. Bu da gayet normaldir çünkü Hz.Adem(A.S.) halifedir.******************

Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.(Al-i İmran/33)

Bu ayette gördüğümüz gibi bir silsile vardır ve aralarında geçen zamanın da bu denli orantısız olması beklenmez.

İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail’in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.(Meryem/58)

Bu silsile de zaman aralıkları aşağı yukarı bellidir ve bu peygamberler belirli bir zaman dilimlerini belirli dönemleri temsil ederler bahsettiğimiz 7000 yıllık dönem kendi içerisinde belli, birbirine eşit dönemlere, parçalara ayrılır. Bu bakımdan böyle bir silsilede Hz.Adem(A.S.)ı milyonlarca yıl öncesine atamayız.

 

Kuran-ı Kerim’de geçen kavimlerin arkeolojik bilgilerine ulaşabilmekteyiz, bu da bu kavimlerden ibret alabilmemizin bir gereğidir, bu durum yüzbinlerce yıl öncesine gidilmesini gerektirmez; gerek arkeolojik kalıntıların netliği, gerekse (sadece günümüz için düşünülmemeli) sözlü olarak ulaşılabilirliği, gerekse kavimlerin yeryüzüne dağılması ve günümüzdeki gibi medeniyetler oluşturması(dünyanın dört bir tarafındaki medeniyetler yaklaşık M.Ö.3000 yıllardan sonra ortaya çıkmaya başlamıştır) bu tarihin 7000 yıl ile sınırlı olmasını gerektirmiştir.

Hz.Adem(A.S.) yaklaşık olarak bundan 7000 yıl kadar önce tarihlerde Cennetten yeryüzüne indirilmiş bulunduğundan ve Hz.Adem(A.S.) halife olduğundan dolayı Hz.Adem(A.S.)dan önce yaşamış insanlar bulunmaktadır. Bununla ilgili Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

70-Andolsun ki biz, Ademoğullarını kerem (şan ve şeref) sahibi kıldık. Karada ve denizde taşıtlara yükledik ve temiz yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Onları yarattıklarımızdan birçok kimseye tafdil ettik(seçtik,lütufta bulunduk).

71 – Kıyamet günü bütün unası(insanları,insan gruplarını) imamlarıyla (önderleriyle, ilkleriyle, başlarıyla) çağıracağız. O gün, kimin amel defteri sağ eline verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar.(İsra/70-71)

Meali olduğu gibi eksik bırakmadan ayette geçen kelimeleriyle birlikte verdim. Herhangi bir tahrif, eksiltme veya fazlalık yoktur. Parantez içerisinde geçen kelimeler ise meallerde geçen veya  benim eklediğim kelimelerdir.

İlk ayette seçtik, lütuflarda bulunduk anlamını veren kelime “faddale” fiilidir, “tercih etmek, lütufta bulunmak” gibi anlamlara gelir. Meallerde kabaca “yarattıklarımızdan” şeklinde meal verilmekte fakat yarattığımız kimseler anlamında “men” ifadesi geçmektedir ki insanlar için kullanılır. Burada genel olarak Ademoğullarından bahsedilmektedir ve Ademoğullarının yarattığımız kimselerden, pekçok kimseden üstün olduğunu, pekçok kimseye yani bir çokluğa tercih edildiğini gösterir. “Kesir” ifadesi yaratılanların çoğundan anlamını vermez, “bir çokluk”, “sayıca çokluk” anlamı verir. Ve burada “men” ifadesinden dolayı “kimseler” anlamı vardır. Ayetin başında da özellikle “Ben-i Adem” ifadesi gelir. Yani “ey insanlar sizleri yarattıklarımızın pekçoğundan üstün kaldık” anlamı yoktur; yani  sadece ayetten bu anlaşılmaz demiyorum; ayetteki kelimeler, harfler böyle bir anlama gelmez diyorum. Ayette insanoğlu ifadesi yoktur, Ben-i Adem(Ademoğulları ifadesi vardır); “men” ifadesiyle yarattıklarımız anlamı insanlara kısıtlanmıştır; yarattıklarımızın çoğu anlamı yine yoktur çünkü “kesir” kelimesi vardır kısaca yaratılan insanlardan bir çokluk anlamlarına gelir. Üstün kıldık anlamının sığ kaldığını Allahın lütfu ile ilgili konular ve tercih edilme, seçilme anlamlarını da unutmayalım.

Buradaki “men” ifadesiyle meleklerin veya mukarreb meleklerin kastedildiğini söyleyenlerde olmuştur. Ben-i Adem içerisinde müminler olduğu gibi kafirlerde vardır hepsini kapsar, kafirlerin meleklerden birçoğunluktan yani pekçok sayıda melekten üstün olduğunu kimse söyleyemez. Burada eşitler karşılaştırılmaktadır; müminiyle, kafiriyle Ademoğulları ile mümini ve kafiriyle diğer insanlar karşılaştırılmakta, Ademoğulları seçilmekte ve yaratılan pek çok sayıdaki insanlara tercih edilmektedir.  Burada Ademoğulları ve diğer insanlar arasındaki mümin-kafir sayısı, oranı karşılaştırılmamakta; yerde ve denizde taşınma ve rızıklanma gibi Allahın lütfuna mazhar olma konuları verilmektedir. Aslında burada bir karşılaştırma sadece pekçok sayıda insana tafdil edilme anlamında vardır, önceki husuların sonucu olarak gelmez ayrı ayrı “ve” bağlacıyla bağlanır. Ademoğullarının keremlendirildiği, yerde ve denizde taşındığı rızıklandırıldığı anlatılır ki bu önceki insanlar için de geçerlidir, farklı olan bunlara yani bu çok sayıda insana tercih edilmiş ve “fazl”a mazhar olmuş olmalarıdır. “Fazl” bizim elde ettiklerimiz bize lütfedilenlerdir, örneğin Cuma suresinde ilgili ayette Allahın fazlından arayın buyrulmaktadır. Burda üstünlük olarak meali verilen kelimenin Allahın kelamındaki kullanımını, bu ayetleri anlamak için, iyi bilmek gerekmektedir.

Ben-i İsrail ile ilgili geçen birden çok ayette aynı kalıp, aynı fiil aynı şekilde aynı anlamda gelir yani burdaki “faddale” fiili gelir ve bunu üstünlük anlamında alırsak başka ayetlerle çelişiriz, hiçbir kavmin, ırkın başka bir kavme, ırka üstün olmadığı ile ilgili ayetlerle çelişiriz. İlgili ayetler İsrailoğullarının üstünlüğünü göstermez, seçilmiş olmalarını, pekçok Allahın lütfuna mazhar olmalarını, Allahın büyük nimetlerine mazhar olduklarını gösterir. Gördüğümüz gibi meallerde yazıldığı şekliyle üstünlük anlamında değil ayette geçtiği haliyle “fazl” haliyle almamız gerekmektedir. Nasıl Ben-i İsrail Alemlerin üstünde tafdil edildiyse, Ben-i Ademde yaratılan pekçok insanın üstünde tafdil edilmiştir.

Üstünlük olarak meallendirilebilecek ayette “ekrem” ifadesi geçer, “efdal” ifadesi geçmez:

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz(Ekreminiz) O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır.(Hucurat/13)

Diğer ayeti kerimede bütün insanları imamlarıyla, yani ilkleriyle çağıracağız buyurmaktadır Yüce Rabbimiz. Önder olarak meallendirilen kelime “imam” kelimesidir. İmam; ilk, öncü, önder gibi anlamlara gelir. “İmam” kelimesinin kökünden, “ana, birşeyin aslı, ümmet, kişinin aşireti, boyu, millet, cemaat, örnek” anlamları da çıkmaktadır. Bir önceki ayetin anlamından burada bahsedilen imamların hangi anlamlarda kullanıldığı anlaşılıyor.

 

45-Nice memleketler vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları yok ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. (Geride) Nice terkedilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar (bırakılmıştır.)

46 – Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.

47 – Bir de senden acele azab istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında birgün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.

48 – Zulmedip dururlarken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket halkı vardı ki, sonunda onları yakalayıvermiştim. Dönüş ancak banadır.

49 – De ki: “Ey insanlar! Ben size ancak apaçık anlatan bir uyarıcıyım.” .(Hac/45-46-47-48-49)

Kuranda kıssaları geçen kavimlerin izleri ibret alınacak şekilde bize kalmıştır.

“Gerçek şu ki,  sizden önce nice ümmetler gelip- geçmiştir.  Bundan dolayı yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün”. (Ali-İmran-137)

Hz.Adem(A.S.)dan önceki insanlığın tarihi milyonlarca yıl kadar öncesine gider. Milyonlarca yıl öncesinden nasıl ibretler alabiliriz? Demek ki ibret alabileceğimiz arkeolojik kalıntıların gidebildiği tarihlere gitmemiz gerekmekte, bu da Peygamber Efendimizin(S.A.V.) buyurduğu gibi yaklaşık olarak 7000 yıl kadar öncesidir. 7000 yıldan sonrası ile ilgili olarak da arkeolojik kalıntılar aynı şekilde olmasa da tabiki var fakat ibret noktasında yetersiz kalır. Hz.Adem(A.S.)ın kavmine, yani ilk ümmete Nuh Tufanıyla helak olan kavmin izlerinden ulaşabiliyoruz bu yeterli bir ibrettir.

Kavimlerle ilgili fazla detaya girmek istemiyorum fakat kısaca konunun anlaşılması için burada biraz alıntılarla biraz da kısaca bilgiler vererek bahsedebiliriz.

Öncelikle Türklerle başlayabiliriz. Türk kavimlerinde M.Ö.3000 li yıllara gidebiliriz(Afanasiyevo Kültürü, Kelteminar Kültürü)

Çin Medeniyetine geldiğimizde yine aynı şekildedir. yaklaşık 5 bin yıllık yazılı tarihi ile dünyanın en eski medeniyetlerindendir. Bununla birlikte üzerinde ideografik çizimlerin bulunduğu yaklaşık 6000 yıl öncesine ait kalıntılara ulaşılmıştır(“China” Encyclopædia Britannica. Ultimate Reference Suite. Chicago: Encyclopædia Britannica, 2008). İdeografik yazı, erken dönemlerde Sümerlerde ve Eski Mısır yazısında da gördüğümüz resimlerle, sembollerle anlamların ifade edildiği yazı tekniğidir.

Sümerlere gelirsek, Sümerlerin M.Ö.3500-2000 yılları arasında yaşadıkları kabul edilir. M.Ö.3500 tarihine dikkat etmemiz gerekiyor, bu ulaşılabilen tarihtir bu tarihinde öncesiyle birlikte ortaya çıkan ilk medeniyeti görebiliriz ki bu medeniyet çok gelişmiş bir medeniyettir. Yazıyı bu konuyla detaylandırmadığım için herkesin ulaşabileceği bir kaynaktan sadece alıntılar yaparak Hz.Adem(A.S.) dan Hz.Nuh(A.S.)a ve Hz.Nuh(A.S.)dan sonrasıyla ilgili bu medeniyet ve sonrası  hakkında biraz fikir sahibi olabiliriz. Tabiki ilk dönemlerden itibaren göç eden insanlar da olmuştur, zaten bundan dolayı ilk medeniyet Mezopotamya da ortaya çıkar(ubaidliler) diğer medeniyetler Nuh Tufanından sonra veya yaklaşık o dönemlerde ortaya çıkarlar. Yani diğer medeniyetler tufandan önce veya sonra göç eden insanlar tarafından oluşmuştur bundan dolayı tarihlemede yaklaşık olarak M.Ö. 3000’li yıllar karşımıza çıkar.

“Mezopotamya, medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölge ve medeniyet.”

Medeniyetin beşiği yani medeniyetin doğduğu başladığı yer. Hz.Adem(A.S.)ın ve torunlarının ilk yerleştikleri ve medeniyet kurdukları yer.

“yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya’da Sümerlilerde ortaya çıkmıştır.”

“Genel kanı Sümerlilerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir.”

“Yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlilerdir. “Yaratılış” ve “Tufan”a ilk kez Sümerlilerde rastlanır.”

“M.Ö. 4000 yılları başlarında Sümer sınırları kanallar veya sınır taşları ile belirlenmiş bir düzine şehir devletine bölünmüştü.”

“Tufan’dan sonra bazı şehir devletleri diğerleri üzerinde hakimiyet kurdular. Şehirleri birleştiren kralların ilki, M.Ö. 2800 yıllarında Kiş kralı olan Etana idi. Kiş, Erech, Ur ve Lagash şehirleri diğerlerine hakim olabilmek için asırlarca yarıştılar. Bu durum Sümerleri harici düşmanlara karşı zayıf durumda bıraktı. Önce Elamlılar (M.Ö. y. 2530-2450) ve sonra Kral Sargon yönetimindeki (M.Ö. 2334-2279) Akadlılar Sümerlere saldırdılar. Sargon hanedanı yaklaşık 1 asır iktidarda kaldı ve şehir devletlerini birleştirdi.”

Hz.İbrahim(A.S.) döneminde kıssası geçen (ilahlık iddiasında bulunan) Nemrutun Sargonun torunu olduğu düşünülmektedir. Çünkü Kuranda kıssası geçen Nemrut ile tarihsel veriler örtüşmektedir.

Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur.

Göğün 7 kat olmasından esinlenilmiş olabilir.

“Sümer inanışına göre başlangıçta gök ile yer birdi.Daha sonra gök ile yer tanrılar tarafından ayrılmıştır.Sümer inanışında evrenin kökeni şu şekilde açıklanır:

1-Başlangıçta ilksel deniz vardı..”

“..evrenin düzenlenmesini, insanın yaratılışı ve uygarlığın kuruluşunu başlattı.”(Kramer, Samuel Noah, Sümer Mitolojisi s.83)

“..”derin suların üzerindeki” balçığı kararak insanı yaratmışlar..”

“Yerleştiklerinde çanak-çömlek yapmayı ve madenleri işlemeyi biliyorlardı. Aşağı Mezopotamya’da Dicle ve Fırat nehirleri kıyısında Uruk, Lagaş, Eridu, Ur, Kiş gibi kent devletleri kurdular. Gelişmiş bir yapı tekniği kullanıyorlardı. Yerleştikleri kesimlerde muazzam bir sulama sistemi kurup, kanallar, barajlar ve bentlerle hem seli önleyip bataklıkları kuruttular hem de düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. Tekerleği de icat eden bu toplum tarlaları öküzlerin çektiği sabanlarla sürüyorlardı.

60 rakamına dayanan seksajismal sayı sistemini kullanan Sümerler’in “sos” dedikleri bu 60’lık birim bütün zaman ve mekân hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içersinde birbirine bağlıyordu. Ayı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü 12’şer saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar. Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Çarpma ve bölme cetvellerini buldular. Daireyi 360 dereceye böldüler.”

“Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlilere dünyadaki ilk Hukuk devleti denebilir. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Lagaş Kralı Urukagine tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar “fidye ve bedel” sistemine dayanıyordu.”

“Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerliler astronomide de gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerliler bulmuşlardır.”

“Sümerlilerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaratılış Destanı ve Tufan Hikayesi’dir”

“M.Ö. 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıflar, dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahibi, aynı zamanda o kentin başkanıydı.”

Tufandan kaynaklanan bir değişim olmalı.

“Sümerce, Sümerlerin ana dili, Güney Mezopotamya’da M.Ö. 4000 yılında konuşuluyordu.”

Mezopotamyada konuşulan diğer dillerin aksine, Sümerce, izole diller sınıfındaydı ve döneminin ve çevresinin diğer tarihi dillerinden olan ve her ikisi de Semitik dillerden olan Babilce ile Asurca’dan oluşan Akatça’dan bile farklıydı.

Dil konusu bizim için oldukça önemli bir veridir. İzole bir dil olması (sadece bu dil için) başka bir dilden gelmediğinin göstergesi kabul edilebilir.

bazıları dili Scythic diye adlandırırken birçoğuda dili Akadça’dan ayrı görmüyordu. Bilinen “Sümer ve Akad’ın Kralı” başlığından yola çıkan Oppert, 1869 yılında, bu dil için “Sümerce” adını önerdi. Eğer Akad krallığın semitik bölümü ise Sümer de büyük bir olasılık ile Semitik olmayan bölümüydü.

“Sümerce tarihte bilinen ilk yazılı dildir”(Wikipedia-Sümerler/Sümerce)

Konuyu Sümerler ile veya çeşitli kavimlerle detaylandırmadığım için çeşitli kaynakları araştırarak alıntılar yapmadım. Sadece tek bir kaynaktan alıntılar yaparak genel bir şekilde bilgileri vermeye çalıştım.

Eski Mısır’da yine aynı şekilde bir medeniyet olarak M.Ö.3000’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Mısır tarihinde de Hz.Yusuf(A.S.), Hz.Musa(A.S.) ve firavun, firavun ve yandaşlarının helak olması ve sonrası ile ilgili Kuran-ı Kerimde geçen kıssaları tarihi verilerden de görebilme imkanımız vardır.

Avrupa Tarihi ile ilgili olarak da bir alıntı yapalım:

İnsana benzer canlılar arasında Homo erectus ve Neandertal adı verilen varlıkların Avrupa’daki geçmişi milyonlarca yıl öncesine dayanmaktadır. Bu iki canlı türü zamanla ortadan kaybolmuş, bilimsel adı homo sapiens olan modern insanlar Avrupa’da yaklaşık M.Ö. 35.000 civarında ortaya çıkmıştır.

Avrupa’da tarihöncesi dönemde yaşayan kayda değer kültürler arasında Buzul Çağı’nın son dönemlerinde M.Ö. 20.000- 10.000 yılları arasında yaşamış Gravettien, Solutre ve Magdalen kültürlerini sayabiliriz. M.Ö. 12.500 civarında Buzul Çağının sona ermesi üzerine Avrupa’da doğa ve iklim koşullarında olumlu bir değişiklik gözlendi. Ortalama sıcaklık birden büyük bir artış gösterdi, deniz düzeyi yükseldi. Avrupa’daki yerleşik toplumlar ilk olarak M.Ö. 7. milenyumda Balkanlarda ortaya çıktı. Cilalı Taş Devri, 6. milenyumda Orta Avrupa’ya, 5. ve 4. milenyumlarda da Kuzey Avrupa’ya ulaştı. Başlangıcı M.Ö. 3.000 yılına dayanan İngiltere’deki Stonehenge anıtları bu dönemden kalma en güzel korunmuş yapıların arasında sayılırlar.(Wikipedia)

Burada geçen homo erectus, neandertal gibi verilen isimler farklı insan ırklarını ifade eder. Milyonlarca yıl önce yaşamış olmaları normaldir çünkü o tarihlerde yeryüzünde bizim gibi insanlar vardı. Medeniyet izleri yine 3000’li yıllarda, bunun dışında, Hz.Adem(A.S.) ve neslinin,  Son buzul çağının bitmesiyle ortaya çıktığını görüyoruz.

Antik Yunan’da bu tarih yine M.Ö.3000’li yıllardır.

İran’da da aynı şekilde M.Ö.3000’li yıllardır.

Amerika Kıtalarından da örnek verelim:

İzleyen yıllarda arkeologlar ve tarihçilerin yoğun çabalarıyla, gizemli maya uygarlığı yavaş yavaş keşfedildi. Diego de Landanın dört yüzyıl önce ellerindeki kitapları toplayıp yaktığı Kızılderililer, Mayaların torunlarıydı. Ama onlar da atalarına ait kentlerden habersiz görünüyorlardı bütünüyle. Arkeolojik veriler, bütün Yucatan Yarımadası’na yayılan Mayaların üzerindeki sis perdesini yavaş yavaş dağıtmaya başladı. İlkin İsa’dan sonra ikinci ve onikinci yüzyıllar arasına tarihlenen Maya Uygarlığı, bulgular arttıkça daha eski tarihlere doğru çekilmeye başladı. Sonunda, belki akrabaları, belki de ataları olan, çok daha eski bir başka gizemli uygarlığın izlerine, Güney Meksika’daki La Venta kentinde rastlandı:Olmekler. Kim oldukları, nerden geldikleri belli olmayan bu insanlar, büyük olasılıkla İ.Ö.1600 dolaylarında Meksika’nın güneyinde ilk kez ortaya çıkmışlar ve kentler kurmaya başlamışlardır. Ama arkeolojik çalışmalar yirminci yüzyılın ikinci yarısında yoğunlaştıkça Meksika’da uygarlığın köklerinin sanılandan daha eski olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya başladı. Bugün, bölgede ilk insan topluluklarının varlığının İ.Ö. 23.000 dolaylarına dek dayandığını; Maya ve Olmeklerle bağlantılı görülen ilk uygarlık işaretlerinin de İ.Ö. 3000 dolaylarında ortaya çıktığını biliyoruz. La Venta’da bulunan dev Olmek heykellerinin bütünüyle “Afrikalı” yüz hatları sergilemesi, bilim adamlarının kafasını yıllardır epey kurcalıyor. Ancak bölgeye o denli eski bir tarihte Afrika’dan gerçekleşmiş olabilecek bir göçün izlerine (henüz) rastlanmadı. Benzeri bilmeceler, Yucatan’ın birçok bölgesindeki antik kalıntılarda var aslında.Amerika kıtalarında hiç yaşamadığını bildiğimiz, Afrika ve Asya’ya özgü fil ve aslan gibi hayvanların tasvir edildiği kabartma ve heykelcikler, gizemini koruyor.(2012:Marduk’la Randevu-Burak Eldem-9.Baskı-S.178)

İlk uygarlık işaretleri yine M.Ö.3000’li yıllardadır. Gördüğümüz gibi Hz.Adem(A.S.)ın neslinden buraya göç eden insanlarda, bugün Afrika’da yaşayan insanlara ait izler ve Asya’da yaşayan buraya özgü hayvanlara ait tasvirler(yakın tarihlerde bu bölge üzerinde kıtaya göç etmiş olmalarından dolayı) vardır.

Ek bir bilgi olarakta Kızılderililer ve kıtada yaşayan bazı diğer ırklarla Türkler arasında da gerek genetik araştırmalardan gerekse dillerin karşılaştırılmasıyla bir akrabalığın bulunduğunu belirtelim. Yakın tarihlerde Orta Asya üzerinden gerçekleşen göçler nedeniyle olduğu açıktır. Onbinlerce, yüzbinlerce yıl birbirlerinden izole yaşamış kültürlerde böyle birşeyin olması beklenmez. Aynı şekilde bu benzerlikler günümüzde de hala pekçok dil arasında özellikle aynı dil grupları içerisinde bulunan diller arasında bulunmaktadır ki, aynı dilin lehçeleri arasındaki farklılıklarla karşılaştırılmasında bu farklılıklara oranla farklılıklarının biraz daha artmasıyla birlikte, bu dillerin biraz daha geç bir dönemde birbirlerinden koptuklarını görebilmekteyiz. Kopma zamanına bağlı olarak diller farklılaşmaktadır, onbinlerce yıllık bir kopma durumunda günümüzdeki gibi karşılaştırma verileri elde edilemez, bütün veriler tamamen orantılıdır ve insanlık tarihi ile ilgili fikir sahibi olmak maksadıyla değerlendirildiğinde yaklaşık olarak bahsettiğimiz yılları bize verir.

Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar özlerinde akrabadır fakat bazı ırklar bazılarına diğerlerinden daha yakındır.

İnsan neslinin Hz.Adem(A.S.) ile çoğalmasının ve yeryüzüne dağılmasının, göç etmesinin doğal sonucu olarak yaklaşık M.Ö.3000’li yıllarda uygarlık, medeniyet izlerinin ortaya çıktığını ve bu insan topluluklarının ortak izlere sahip olduklarını ve dilleri arasında aynı dilden koptuklarını gösteren delillerin bulunduğunu görebiliyoruz. Bu yazı eleştirilere açıktır, genel bir fikir vermesi için yazılmıştır; konu detaylandırıldığında, gerek çeşitli kaynaklardan gerekse önyargısız, kendilerini koşullandırmamış, belirli çıkarlar için bilimle ilgilenmeyen gerçek bilim adamlarının fikirleri değerlendirmeleri dikkate alınmalıdır. Maalesef sahte bilim adamları çok fazla, bilgi ezberlemekle bilim adamı olunmaz, bilim adamı; iyi ezberleyen, çok fazla kitaplar yazan değildir, gerçek bilim adamları, bilimsel verileri anlayabilen, algılayabilen, iç yüzünü, nasılını, nedenini, niçinini, bilebilen, görebilen, kavrayabilen kişilerdir, edilgen değil etkindir, anlayabilme kabiliyeti ve bir problem oluştuğunda ezberlememiş, algılamış, çözümlemiş olmanın verdiği analitik düşünceyle sorunu doğru yönde çözebilen ve çözümün doğru bilgilerini, verilerini verebilen; ne yapacağı kendisine söylenen, hangi probleme nasıl çözüm bulacağı kendisine ezberletilen değil, nasıl çözeceğine kendisi karar veren ve bu yeteneklerinin  sonucunda çözümler bulan, üreten, uygulayan seçkin insanlardır.

 

Son olarak Muharref Tevrat ve İncil’e de bakabiliriz, fakat öncelikle Muharref Tevrat ve İncil’in adından da anlaşılacağı üzerine muharref olduğunu unutmamalıyız. Buna rağmen; bilinçli, berrak zihinler tarafından, doğru yolu, hidayeti bulmuş kimseler tarafından okunduğunda önemli derecede istifade edilebilir.

Yar.2: 10 Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu.

Yar.2: 11 İlk ırmağın adı Pişon’dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar.

Yar.2: 12 Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur.

Yar.2: 13 İkinci ırmağın adı Gihon’dur, Kûş sınırları boyunca akar.

Yar.2: 14 Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir, Asur’un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.

Yar.2: 15 RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.

Yar.2: 16 Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu,

Yar.2: 17 “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”

Burada Hz.Adem(A.S.)ın imtihan olduğu Cennetteki bahçenin Aden bahçesi ile karıştırılmış olduğunu görüyoruz, fakat asıl önemli olan bu değildir; 14. Ayette geçen Dicle ve Fırat nehirleridir ki Hz.Adem(A.S.) ve Hz.Havva(A.S.)ın Nuh Tufanınında gerçekleşmiş olduğu Mezopotamya topraklarına indirilmiş olabileceğini burda yaşamış olabileceklerini(Sümerler, Ubaidliler) gösterir.

Yar.5: 3 Adem 130 yaşındayken kendi suretinde, kendisine benzer bir oğlu oldu. Ona Şit adını verdi.

Yar.5: 4 Şit’in doğumundan sonra Adem 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 5 Adem toplam 930 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 6 Şit 105 yaşındayken oğlu Enoş doğdu.

Yar.5: 7 Enoş’un doğumundan sonra Şit 807 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 8 Şit toplam 912 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 9 Enoş 90 yaşındayken oğlu Kenan doğdu.

Yar.5: 10 Kenan’ın doğumundan sonra Enoş 815 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 11 Enoş toplam 905 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 12 Kenan 70 yaşındayken oğlu Mahalalel doğdu.

Yar.5: 13 Mahalalel’in doğumundan sonra Kenan 840 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 14 Kenan toplam 910 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 15 Mahalalel 65 yaşındayken oğlu Yeret doğdu.

Yar.5: 16 Yeret’in doğumundan sonra Mahalalel 830 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 17 Mahalalel toplam 895 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 18 Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu.

Yar.5: 19 Hanok’un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 20 Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 21 Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu.

Yar.5: 22 Metuşelah’ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 23 Hanok toplam 365 yıl yaşadı.

Yar.5: 24 Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.

Yar.5: 25 Metuşelah 187 yaşındayken oğlu Lemek doğdu.

Yar.5: 26 Lemek’in doğumundan sonra Metuşelah 782 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 27 Metuşelah toplam 969 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 28 Lemek 182 yaşındayken bir oğlu oldu.

Yar.5: 29 “RAB’bin lanetlediği bu toprak yüzünden çektiğimiz eziyeti, harcadığımız emeği bu çocuk hafifletip bizi rahatlatacak” diyerek çocuğa Nuh adını verdi. D Not 5:29 “Nuh”: “Rahatlık” anlamına gelir.

Yar.5: 30 Nuh’un doğumundan sonra Lemek 595 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.

Yar.5: 31 Lemek toplam 777 yıl yaşadıktan sonra öldü.

Yar.5: 32 Nuh 500 yıl yaşadıktan sonra Sam, Ham, Yafet adlı oğulları doğdu.

Bu süreler doğruysa Hz.Adem(A.S.) ile Hz.Nuh(A.S) arasında zannedilenden daha az bir süre geçmiştir. Hz.Nuh(A.S)ın 950 yıl yaşadığını tahrif olmamış kitabımızdan Kuran-ı Kerimden biliyoruz. Onun yakın dönemde yaşamış atalarının da buna yakın bir ömür sürmeleri doğaldır. Genetik faktörler, doğal şartlar o dönemde yaşam süresini uzatmıştır. Tahrif edilmemiş Tevrat, Allah’ın izniyle bulunduğunda bu süreleri de tekrar görebiliriz, fakat sıralama bu şekildeyse ortaya çıkan tarih budur, ortalama ömrün de bu şekilde olması gayet normaldir çünkü sıralamada en son gelen Hz.Nuh(A.S)ın 950 yıl kavminin arasında kaldığını biliyoruz.

“Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepsi de İslam dini üzereydiler.”( İbn Kesîr, Tefsir 1/218, Daru’l-Kalem Hakim, Müstedrek, n/546-547)

On nesil yaklaşık 1000 yıl eder. Tevrat’a göre, Hz.Adem(A.S.) ile Hz.Nuh(A.S.) arasında 1056 yıl vardı. Ayrıca Tufan, Tevrata göre Hz.Nuh(A.S.) 600 yaşındayken kopmuştur.

Yar.7: 6 Yeryüzünde tufan koptuğunda Nuh altı yüz yaşındaydı.

Yar.9: 28 Nuh tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı.


Yar.9: 29 Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü.

Tevratta, Hz.Nuh(A.S.)dan sonrası ile ilgili de aynı şekilde tarihleme daha doğrusu kaç sene yaşadıkları ile ilgili detaylı bilgiler verilir ve bu süreler tarihsel verilere de tam olarak oturmaktadır.

Hz.Nuh(A.S.)ın çocuklarının yeryüzündeki bütün ırkları oluşturduğu ise doğru değildir. Öncelikle sadece Hz.Nuh(A.S.) ve üç oğlu kurtulmadı onlarla birlikte iman edenlerde kurtuldu. Bunun dışında yukarıda yaptığım alıntılarda yaklaşık 3000’li yıllarda dünyanın başka yerlerinde medeniyetlerin oluşmalarından bahsettim, medeniyetten kastımız aynı zamanda insan topluluklarının belirli bir sayıya ulaşmasıydı ki buda belirli bir zamanın geçmesini gerektirir. Hz.Adem(A.S.)in neslinden Dünyanın başka bölgelerine gerçekleşecek göçlerin ve bu göçlerin sonucunda bu izlere ulaşabilmemiz geçen zamana bağlı olarak bizi zaten yaklaşık M.Ö.3000’li yıllara götürür. Bununla birlikte Tufandan sonra da tabiki Tufandan kurtulanlar yeryüzüne dağılmıştır ki bu da aynı tarihlere yaklaşık olarak denk gelir.

Burada bahsettiğimiz zaman aralıkları çok kısa süreler gibi gelebilir. Fakat şöyle düşünün ki Hz.Adem(A.S.) ile Hz.Nuh(A.S.) Tufanı arasında 1600 yıl geçtiyse bunu garip bulmamak gerekir, şöyle düşünün daha Peygamber Efendimiz(S.A.V) ile bizim aramızda bu kadar bir süre geçmemiştir, 1400 yıl kadar bir süre geçmiştir ve bu zaman aralığında pekçok değişim yaşanmıştır, Dünya baştan başa değişmiş adeta başka bir gezegene dönüşmüştür ve değişmeye devam etmektedir. 1600 yıl gibi süreler nüfusun daha az olması gibi faktörler olmasaydı çok çok uzun bir süredir fakat nüfus faktörüyle ele alırsak aynı değerlere yaklaşık olarak gelebilir.

Nuh Tufanı sonrakilere bir ibret olduğundan dolayı bu kalıntılara bu tarihsel verilere ulaşabilmemiz gerekmektedir.

13 – Nuh’u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.

14 – Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

15 – Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?(Kamer/13-14-15)

Geminin kalıntılarına ulaşılabilmesi gerekmektedir. Geminin kalıntılarına ulaşılabiliyorsa helak olan kavmin kalıntılarına da ulaşılabilmesi gerekmektedir ki buna da ulaşılabilmektedir, tekrar tekrar değindiğimiz M.Ö.3000’li yıllarda bu tufan Mezopotamya bölgesinde yani Hz.Adem(A.S.)ın yaşadığını düşündüğümüz bölgede(Tevrattan dolayı ve ilk büyük medeniyet olarak karşımıza çıkmasından dolayı ve Nuh Tufanının burda yaşanmasından dolayı Hz.Adem(A.S.)ın burada yaşadığını düşünüyoruz) yaşanmıştır.

Yukarıda Hz.Adem(A.S.) ile Hz.Nuh(A.S.) arasında geçen sürenin Tevratta 1056 yıl ve yukarıda geçen hadiste on nesil olarak geçtiğini verdik fakat Tevrat Muharref olduğundan veya arada bazı nesillerin atlanmış olabileceği ihtimalinden dolayı hadis-i şerifin sıhhati incelenmelidir.

Uzun olmasına rağmen genel bir yazı olduğu için detaya girmiyorum. Basında geminin bulunduğuna dair haberler çıkmıştır ve hatta kameralarla görüntülenmiştir, fakat bununda incelenmesi gerekmektedir.

Genel olarak yazılabilecekler bunlardır. İlerleyen zamanlarda inşAllah detaylı olarak konulara değinilebilir. Bir resmi detaylı olarak inceleyebilmek için, bütün görüntüsünü görebilmek gerekir. Resmi görmeden içerisindeki bir noktaya direk odaklanırsak , resmi anlayamamamıza ve yanlış yorumlamamıza sebep olur.

Son olarak birkaç noktaya değinerek yazıyı tamamlayabiliriz.

İnsanlar Hz.Adem(A.S.)dan geldikleri halde bu kadar renk, dil farkları nasıl oluşur?

Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.(Rum/22)

Ayette Rabbimiz bunda bilenler(alimler) için ibretler vardır buyurmaktadır, bilmek için araştırmak gerekmektedir, günümüzde araştırmaların geldiği seviyeler ayetleri daha detaylı olarak görebilmemizi sağlamaktadır.

Renklerin bu şekilde farklı olması ile ilgili aynı ırktan olan yeni doğan çocukların bariz renk farklılıklarını örnek gösterebiliriz. Örneğin ırklarında fazla karışma olmadığı için İsraillileri örnek gösterebiliriz. Karışma olmayan ve Dünyanın pekçok yerine dağılmış ve daha sonra tekrar toplanmış bir ırkta renk farklılıkları varken, aynı şekilde bütün insanlar içerisinde bu denli renk farklılıkları olması normaldir.

İnsan DNA’sı ile belirli koşullara tepki verecek şekilde kodlanmıştır. Bazı canlıların farklı koşullarda farklı tepkiler verebilmeleri gibi, örneğin renklerini değiştirebilmeleri gibi. Bazı durumlar ise uyum sağlanamayacak yapıdadır, çünkü DNA içerisinde uyumu sağlayacak kodlar yoktur. Örneğin insan atmosferin olmadığı koşullara uyum sağlayamaz. Belirli miktarda oksijeni, belirli aralıklarla alması gerekmektedir. Bu durum tamamen kaybolduğunda uyum sağlayamayarak ölür. Aşama aşama oksijen azaltıldığında bir fayda sağlamaz, aksine tıbbi sorunlara sebep olur, tedavi edilmeden sürece devam edildiğinde sonuç değişmez aynı şekilde yine ölür.

İnsanlar arasındaki renk farklılıkları da aynı şekildedir. Güneşe sağlanan uyumun sonucudur. Çok büyük bir ayettir, Allahın rahmetini gösterir, siyahi insanları; güneşin daha dik olarak geldiği alanlara yerleşmelerinden doğan güneşin zararlı ışınlarından, güneşin zararlarından korur. Bu insanlar bu bölgelere yerleşmeden önce Hz.Adem(A.S.)ın rengindeydiler.

Allah Teâla Adem’i yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat/huy bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler.  (bkz. Ebû Dâvud, Sünnet 16; Tirmizî, Tefsir 1, 3; Müsned-i Ahmed, IV/400, 406).

İnsanlar genetik olarak renk farklılıklarına müsaade edilecek şekilde yaratılmıştır. Ayrı bir türe dönüşme veya başka türlerden gelme gibi bir durum ne bizim genetik yapımızda ne de başka canlılarda yoktur. Allahu Teala istese öyle yaratabilirdi fakat her canlıyı ayrı ayrı yarattığını bize bildirmiştir.

26 – Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

27 – Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık.

28 – Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: “Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım.”

29 – Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.” (Hicr/26-27-28-29)

 

Allah, her canlıyı sudan yarattı . İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir . (Nur Suresi, 45)

 

O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.(Bakara/29)

 

Dillerin farklılığı da aynı şekildedir. Günümüzde aynı kökten gelen dillerin ne derece farklılaştığını görebilmekteyiz, hatta aynı dil içerisindeki lehçe farklılıkları neticesinde anlaşılamamaktadır. Bu şekilde Dünyadaki bütün diller Hz.Adem(A.S.)a öğretilen dilden gelmektedir.

31 – Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin.” dedi.

32 – Dediler ki: “Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin.(Bakara/31-32)