Kategori: AYRIMCILIK

AYRIMCILIK

Ayrımcılık, ötekileştirme tarihin başından beri her zaman var olmuştur. Ayrımcılığın boyutu arttıkça dar görüşlülük de artmaktadır. Ayrımcılık yapan bir kişi sadece kendi görüşünü kabul eder  kendi görüşü dışındakileri  kabul edemez dar görüşlüdür ve temelinde çıkarlara dayanır, bu da ötekileştirme güdüsünü daha da arttırır.

Ayrım yapmak farklı birşeydir, kendi çıkarları için  ayrımcılık farklı birşeydir. Kainatta hiçbirşey aynı değildir, önemli olan insanın kendi dışında var olanı görebilmesi, kabul edebilmesi ve tanıyabilmesidir.

Bir Müslüman farklı olanı ve bir olanı ayırt edebilmelidir. Böylece dar görüşlülükten, önyargıdan ve çıkarcılıktan kurtulur.

Öncelikle temel ayrımımızı yapalım ve anlaşmazlıkarın neyden kaynaklandığını görelim:

Doğrusu Allah katında din, İslâm’dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir.(Al-i İmran Suresi-19)

Farklılık Allah’ın yaratışındaki mükemmeliyeti ortaya çıkarmasıdır, bu farklılığı ötekileştirme yanlışlığının;  ona savaş açmanın, onu yok saymanın öncelikle Allah’u Teala ya karşı yapılmış bir yanlış olduğunun görülebilmesi gerekir.

İnsan kendi içerisinde bile çeşitli yaşlarında, yıllarında hatta saatleri değişebilirken sırf kendisinden farklı diye başkalarını ötekileştirmesinin sebeplerini açıklamaya çalışabiliriz. Öncelikle bunun altında çıkarcılık ve rakibini yok etme amacı yer almaktadır. Halbuki rakip insanın kendisini geliştirmesi için en etkili dürtüdür.

Bu yazının amacı İnsanlık tarihinde ne tür ayrımcılıklar yapıldığını tek tek sıralamak değil günümüz için önemli olan bazı ayrımcılıklara değinmektir.

1)Alevilik-Sünnilik Peygamber Efendimiz(SAV) farklılıkların değil Allaha iman etmenin, Allaha teslim olmanın önemini ortaya koymasından, bütün ayrımcılıkları ortadan kaldırmasından ve barışı getirmesinden sonra Müslümanlar günümüze kadar etkisini sürdürmüş bulunan ilk temel ötekileştirmelerini Alevilik-Sünnilik şeklinde ortaya koymuşlardır.

Öncelikle kisaca Alevilik nedir ondan bahsetmemiz gerekiyor. Alevilik Hz.Ali’yi(A.S.) Efendimizi takip etmek demektir. Asıl önemli noktada burasıdır, Hz.Ali(A.S.)’ı münafıklara ve kafirlere ( Sebeiyye fırkası gibi) karşı takip etmek mi yoksa fitnecilerin istediği gibi kardeş kavgası çıkartarak Hz.Ali(A.S.) Efendimizin sahabe ile birlikte yatıştırmaya çalıştığı fitnenin bir parçası olmak mı.  Birde diğer bir kısım vardır ki onları Alevilik olalarak değerlendiremiyoruz çünkü ne Hz.Ali(A.S.) Efendimiz ile ne de Peygamber Efendimiz(S.A.V.) ile  alakaları bulunmamaktadır.

Sahabe güç, iktidar, çıkar mücadelesine hiçbir zaman girmemiştir, sahabe ictihadda ayrılık yaşamıştır ki bu çok doğaldır. İctihadda ayrılıklarda İslamiyet içindir ve bunun amacı hiçbir zaman kan dökmek değildir, fitneciler her zaman bir şeyleri kullanarak bahane ederek fitne çıkarırlar ve o dönemde de Sahabenin ictihadlarını kullanarak fitne çıkarmışlardır. Hz.Ali(A.S.), Hz.Ayşe(R.A.) validemiz ve diğer hiçbir sahabe birbiriyle bu şekilde mücadeleye girmemiştir, birbirlerine kin beslememişlerdir ve birbirleriyle savaşmamışlardır, savaşanlar fitneye kapılanlar olmuşlardır.

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.(Fetih Suresi-29)

2)Mezhebcilik: Islam hukuku ve fikhi kaynaklari bakimindan genel olarak

1-Kuran-i kerim

2-Hadis

3-ummetin icmasi

4-islam alimlerinin ictihadlari

olarak siralayabiliriz. Burada ilk 3 kaynak kesinken ictihad kısmında coğrafya, kültür, iklim.. gibi şartlara bağlı olarak farklılıklar oluşur ki bu olması gereken, zorunlu bir durumdur; ictihad farklılıklarının olmaması islam hukuku ve fıkhı açısından bir kaostur. Hukuk insanla ilgili olduğundan sürekli aktiftir, değişim halindedir ve böyle olmak zorundadır. Bu ictihadlar yine başıbuyruk değil bizzat diğer ilk 3 kaynaktan feyz alır, ilham alır, beslenir, destek alır. Allah’ın hiç bir kulu günahsız olmadığından ictihad farklılığı aynı zamanda istişare mekanizmasını da oluşturur.

 İşte bu ictihad mekanizması aynı zamanda mezhepler çatısı altında birleşmiştir. Mezhep bu ictihad olgusunun sistemleştirilmesi iken yine bir ayrımcılık aracına dönüşebilmiştir. İnsanlık nasıl değişim ve dönüşüm halinde ise İslam hukuku ve fıkhı da değişim halindedir ve öyle olmak zorundadır. Mezhep alimleri, İslam alimleri olmaları dolayısıyla Allahın en sevgili kullarındandırlar ve onların feyizlerinden istifade edeceğimiz çok dersler vardır. Fakat bu dersler bizi ayrımcılığa değil birliğe götürecektir.

3)Irkçılık: Özellikle geçtiğimiz yüzyılda zirveye ulaşmış bulunan ırkçılık hastalığı halen en tehlikeli ayrımcılıklardandır.

10-Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.

11- Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir.

12- Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

13- Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır.(Hucurat 10-11-12-13)

“11- “Ey iman edenler! Bir kavim bir kavimle alay etmesin.” Müminler arasında iyilik ve takva emredildikten sonra o kardeşlik ve iyilikleri bozabilecek cahilliklerden sakındırmak ve müminler arasında iyilik ve takva duygusunu en yüksek bir içtenlikle uygulayarak karşılıklı saygı telkin etmek ve bu şekilde İslâm’ın daha bir çok kavimlere yayılıp gelişeceğine işaret ile o geniş kardeşliği süsleyecek temizliğe yükseltmek üzere bu iki âyet ümmete edeb öğretmekle huzur ve gıyab’da ahlaki bir yol göstermedir. Âyetin inişi hakkında bir kaç sebep nakledilmiştir. Dahhak’tan rivayet olunduğuna göre: Beni Temim’den bir kavim, Bilâl-i Habeşî, Habbab, Ammar, Süheyb, Ebû Zerr, Sâlim, Mevlâ Huzeyfe gibi kimselerle alay etmişlerdi. Âişe (r.anha)’dan: Zeyneb binti Huzeymete’l-Hilâliyye’yi kısalığından dolayı eğlenmişti. Bunun gibi Hz. Âişe ile Hz. Hafsa, Ümmü Seleme Hazretlerini kısa diye konuşmuşlardı. İbnü Abbas’tan: Hz. Safiyye binti Huyey Resulullah’a gelmiş, kadınlar bana; Ey yahudi kızı yahudi! diye söz atıyorlar, demiş, Resulullah da: Babam Harun, amcam Musa, zevcim de Muhammed niye demedin? buyurmuştu. Şu da rivayet olunmuştur ki; Sabit b. Kays’ın kulağında biraz ağırlık vardı, Reslullah’ın meclisine geldiği vakit işitsin diye yer açarlardı. Bir gün gelmiş açılın diye Resulullah’ın yanına kadar varmıştı, bir zata çekil dedi, o aldırmadı bu kim? dedi, o zat da ben filanım dedi, o hayır sen filan kadının oğlusun, diye cahiliyyede ayıplanan bir kadın söyledi, adamcağız mahcup oldu, bu âyet inince Sâbit bundan sonra kimseye karşı haseb ile de iftihar etmem, dedi. Bir de Ebu Cehil’in oğlu İkrime müslüman olmuştu, bazı kimseler ona “bu, bu ümmetin firavunu’nun oğlu” demişlerdi, gücüne gitmiş, Resulullah’a şikâyet etmişti, işte bu âyet bu sebeple indi. Kurtubi demiştir ki; alay etmek; hakaret ve horlamak ve gülünecek şekilde ayıp ve kusura dokunmaktır. Bazı fiilini veya sözünü hikâye ve işaret veya imâ ile yahut lakırdısına veya işine veya herhangi bir kusuruna veya suratına gülmek ile de olur… Diğer bir tarife göre bir şahsı huzurunda gülünecek şekilde sözle veya hareketle tahkir etmektir. Kamûs’un ifadesine göre eğlenmektir. Râzî burada kastedilen mânâya göre bunu şöyle tarif etmiştir: “Mümin kardeşine tazim ve hürmet gözü ile bakmayıp, derecesinden düşürerek iltifat etmemektir ki, kardeşlerinizi tahkir etmeyin, küçültmeyin, demektir. Kavim demek aslında kâimin çoğulu veya masdarla isimlendirme gibi iş gören kendilerini savunmaya kalkışabilecek yani dirişebilir erkek topluluğuna denir, “Nuh Kavmi, Firavun Kavmi” ifadelerinde olduğu gibi kadınları da ifade etmesi, dolayısıyla ve tabi olma yoluyladır. Burada erkek ve kadına ayrı ayrı hatırlatılmak üzere kavim ve kadın diye açıkça ortaya konulmuştur. “Kavim” ve “kadın” kelimelerinin nekre (belirsiz) oluşu, yasaklamada genellik ve umum ifade etmesi içindir. Tekil’in genel mânâ ifade etmesi daha genel olduğu halde “kavmün velânisâün” diye cemi ve nekire getirilmesinde de incelikler vardır. Bu önce İslâm’ın yalnız fertlere değil, bir çok kavimlere yayılacağını bir hatırlatmadır. İkinci olarak alaya alma işinin zararının büyük olup ona tek başına bir erkek veya kadının devam edemeyeceğine işarettir. Üçüncü olarak, alay eden veya maskaralık yapan kişinin yanında çoğunlukla gülüp eğlenecek ve bu şekilde ona arkadaş olacak kimselerin eksik olmayacağına ve bu yüzden tek kişinin topluluğa dönüşerek işin büyüyebileceğine de işaret eder. Netice olarak hiçbir mümin topluluk, hiçbir mümin kavim ile eğlenmesin alay etmesin. Belki onlar kendilerinden daha hayırlı olurlar. Bu cümle yasaklamanın sebebidir. Bundan dolayı gibi bir edat ile bağlanması gerekli gibi görünürken bir soru ve cevap tarzında zihinlere yerleştirilmek için başlangıç cümleleri halinde getirilmiştir. Yani bu yasaklamanın sebebi sorulmak istenilirse her mümin şöyle inanmalıdır: Olabilir ki, eğlenilen. Allah yanında o eğlenenden daha hayırlı olsun, çünkü insanlar yalnız görülebilen halleri bilebilirler, iç yüzünde gizli yönleri bilemezler. Allah yanında tartı tutacak olan ise vicdanların ihlası, kalplerin takvasıdır. İnsanın ilmi ise onun Allah yanındaki tartısını tartmağa, iki kalbin gizli meyillerini ölçmeye yeterli değildir. Onun için kimse dış görünüşe bakıp da gözünün kestiğini horlamaya, eğlenmeye cür’et etmesin, eğer Allah yanında vakarlı, saygılı olan bir şahsa, hakaret etmiş olursa nefsine ne büyük zulmetmiş olur. Bununla birlikte… “Kadınlar da kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler.” Ve kendi kendinizi ayıplamayın, ayıp sürmeyin.”(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Tefsir)

Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(Maide-8)

8 – Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.

9 – Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.(Mümtehine 8-9)

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 22)

Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu) soruşturmazlar da.(Müminun Suresi, 101)

Cübeyr bin Mut’im Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Irkçılığa çağıran bizden değildir, ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere ölen bizden değildir.

Camiussagir [5:386, Hadîs No: 7684]

Rabbiniz bir olduğu gibi, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya da üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.) [İbni Neccar]

(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır.) [Tirmizi]

(Müslümanlar kardeştir. Takvâ hariç, biri diğerinden üstün değildir.) [Taberani, Ebu Nuaym]

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) Kuran-ı Kerim, sünnet ve ehl-i beyte sımsıkı sarıldığımız takdirde, uyduğumuz takdirde doğru yoldan çıkmayacağımızı ve yine Peygamber Efendimiz(S.A.V.) kim olursa olsun raşid ve doğru yolda olan yöneticilere itaat etmemizi, uymamızı, onları takip etmemizi emretmiştir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.) kendisinden sonraki halifeleri açıklamamıştır fakat Ehl-i Beytine uyulması gerektiğini açıklamıştır ve doğru yolda bulunan raşid halifelere itaat edilmesini emretmiştir. Sahabede her zaman bu yolda olmuş fitne çıkarma amacında bulunan münafıklar zaman zaman başarılı olabilmişlerse de sahabenin birliği bozulmamıştır. Bize düşen Peygamber Efendimiz(S.A.V.)’i ve Sahabeyi örnek alarak birliğimizi kurmak ve kardeşliğimizi tesis etmektedir.

Mü’minler ancak kardeştir.(Hucurat 10)