Kategori: EKONOMİ

Ekonomik Gelişim ve Yapılması Gerekenler

Ekonomik Gelişim ve Yapılması Gerekenler

Prof. Dr. Haydar Baş, “AB’ye girmeden,

Gümrük Birliği’ne dâhil olmak Türkiye’nin aleyhinedir

demiştir. Her yıl 20 milyar doların üstünde dış ticaret açığı

veren ülkemiz, Gümrük Birliği’nden dolayı 10 yılda 150

milyar dolara yakın zarar etmiştir.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Ekonomik gelişmişlik seviyesine ulaşabilmek için ilk yapılması gereken yerli üreticiyi korumaktır.

**

GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN OLUMSUZ ETKİ VE SONUÇLARI

            Bu bağlamda öncelikle Gümrük Birliği’nin ekonomik etkilerinden söz etmek gerekecektir[vii] :

1– 1996’dan başlayarak Türkiye’nin AB ile dış ticaret açığı hızla büyümeye başladı. Son yılların ortalaması yıllık 10 milyar dolara ulaştı. Türk pazarı birden bire AB’nin dünyadaki 6. büyük pazarı oluverdi. Türkiye imalat sanayiinin krizi de büyük ölçüde buna bağlıdır. Buna karşılık Türkiye’nin AB’ye ihracatı artmamaktadır. Zaten AB’ye ihracatımızın % 65’ini tekstil sektörü oluşturuyor. 1995’de anlaşma yapılırken, Türk tekstil sektörünün AB’ye ihracatında patlama bekleyenler yanıldılar. Çünkü AB tekstili yeni tam üye yapacağı eski Doğu Avrupa ülkelerinden ve özel ilişki kurduğu Çin, Hindistan gibi ülkelerden yapıyor. Dünya Ticaret Örgütü Antlaşmalarına göre 2005’te AB imalat sanayisinde bütün ülkelere karşı kotalarını kaldırıyor. Bu da Türk tekstilinin AB’ye ihracatını olumsuz etkileyecek.

2– Yatırım için AB’den sermaye gelmedi, hatta azaldı. Türkiye AB’ye bütün kapılarını açınca AB firmaları Türkiye’de fabrika kurmak yerine mallarını Türkiye’ye gönderdiler. Hatta üçüncü ülkelere fason olarak ucuza yaptırdıkları malları da Türkiye’ye sokuyorlar. Bu nedenle gelmekte olan yatırımlar 1996’dan itibaren azaldı. Yabancı sermaye daha çok gümrük duvarı var iken duvarı aşmak için o ülkeye yatırım yapar. Son 15 yıl içinde Çin’de yapılan yabancı yatırım 125 milyar dolar gibi çok büyük bir sayıdır. Bu sermaye gümrük duvarı olduğu için Çin’e gitmiştir.

3– AB bazı Kuzey Afrika ülkeleri ile (Tunus gibi) 1998’de serbest ticaret antlaşması yaptı; ancak Türkiye bu antlaşmadan otomatik olarak yararlanamıyor. Türkiye AB içinde olmadığı için, Türkiye’nin de o ülke ile AB sistemine uygun ikili antlaşma yapması gerekir. Bunun üzerine Türkiye Tunus’a başvuruyor; ama Türkiye’nin 1995’de AB ile yaptığı anlaşma Tunus’u bağlamıyor, bu yüzden Tunus Ankara’yı 1998’den beri bekletiyor. İşin daha da kötüsü Fransa, Tunus’a bu antlaşmayı yapmaması için baskı yapıyor. Fransa rakip olduğu Türk mallarının gümrüksüz Tunus’a girmesini istemiyor. 1995 belgesinin tek yanlılığı her alanda Türkiye’nin aleyhine işliyor. Başka bir örnek de 1998’de Türkiye Makedonya ile ikili imtiyazlı ticaret anlaşması yapmak istiyor. Brüksel kendisinin henüz o ülke ile böyle bir antlaşması olmadığı için buna karşı çıkıyor.

4– Türkiye 1995 belgesi ile yalnız AB çıkışlı imalat sanayi ürünlerini gümrüksüz ithali, buna karşılık AB dışı ülkelere AB’nin kendi tercihlerine göre koyduğu gümrüğü uygulamak zorunda kalması Türkiye’nin dış ticaretinde yapay bir sapmaya yol açıyor. Aynı mal Japonya’da %10 daha ucuz, ancak %20 vergi koymak zorunda kaldığımız için gerçekte daha pahalı olan AB malı, vergi almadığımız için ucuz görünüyor. Türkiye döviz kaybediyor. AB’den ithal edilen gıda sanayii ürünleri Türk tarımını çok olumsuz etkiledi AB kendi içinde Ortak Tarım Politikası ile tarımına yılda 50 milyar dolar sübvansiyon yapıyor.

Gümrük Birliği öncesi ticarette aleyhimize gelişmeler bir ölçüde beklenmesine rağmen, yabancı sermaye girişleri ile bu açığın bir ölçüde giderileceği düşünülmekteydi. Ancak bu geçekleşmediği gibi sermaye girişinde nispi bir azalma bile görülmektedir… Mali yardım konusunda da büyük problemler vardır. 6 Mart 1995’den itibaren sağlanması planlanan ama vetolar yüzünden bir türlü sağlanamayan kaynağın toplamı 2.4 milyar ECU’dur. Başka bir çalışmada Gümrük Birliği’nin Türkiye ekonomisi üzerine olumsuz etkileri sınıflandırılıyor[viii] :

Yaşanan sorun, aslında AB’nin kendi kurumsal yapısı, işleyişi, mevzuatı ya da tek taraflı icraatının bozukluğu gibi bir nedenden değil; Türkiye’nin, bu denli devasa bir sistemin, henüz tam üyelik statüsünü kazanmaksızın, ve bu nedenle aleyhte işleyip sonuçlar veren karşılıklı gümrük ve ticari taahhütler ilişkisine bağlanmasından kaynaklanmaktadır.

(ON YILLIK DÖNEMDE GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME,

 Yrd.Doç.Dr. Naci DOĞAN)

(https://www.mevzuatdergisi.com/2004/07a/02.htm#:~:text=G%C3%9CMR%C3%9CK%20B%C4%B0RL%C4%B0%C4%9E%C4%B0’N%C4%B0N%20OLUMLU%20ETK%C4%B0%20VE%20SONU%C3%87LARI&text=Avrupa%20teknik%20normlar%C4%B1%20kullan%C4%B1ld%C4%B1k%C3%A7a%20t%C3%BCketicilerin,kaliteli%20girdilerden%20yararlanma%20imkan%C4%B1na%20kavu%C5%9Fmu%C5%9Ftur.)

**

Kendimizi resmi olarak sömürgeleştirmemizin adı tarihte kapitülasyonlardı bugün Gümrük Birliği. Tarihte güçlü iken ve karar gücümüz varken kapitülasyonlar bize zarar veremezdi bugün de cari dengeler oluşursa ve karar mekanizmasında yer alırsak bize zarar veremez.

**

ÖZELLEŞTİRME

**

Doğal tekeller özelleştirilemez. Örneğin elektrik dağıtımı özelleştirilemez çünkü rekabet yoktur, alternatifi yoktur sadece devlet elindedir. Doğrudan kamu yararınadır.

Elektrik üretimi ise şartlar uygunsa özelleştirilebilir çünkü rekabet vardır, alternatif elektrik üretim yöntemleri vardır ve bunların arasında optimum üretimin rekabet ve denetim ile sağlanması kamu yararına gerçekleşebilir.

**

DEVLETİN EKONOMİYE MÜDAHELESİ KARŞILIKSIZ PARA BASMA  İLE DEĞİL MÜMKÜN MERTEBE TASARRUFLARLA OLMALI

**

Sürekli para basmaya dayalı ekonomi modelleri kendi argümanları olan sistemden faizle para çekmenin paranın mübadele fonksiyonunu atıl hale getirmesi gibi kavramlara da aslında bu sistemle sebep olabilirler. Devlet ekonomik gelişmeyi sağlamalı fakat bunu mümkün olduğu kadar tasarruflarla yapmalı. Karşılıksız para basımı her zaman çok dikkatli ve kontrollü olunması gereken bir konu

**

FAİZLE  ALINAN YABANCI PARA VE BANKACILIK SİSTEMİMİZDEKİ KAYDİ PARA DÜZENİMİZ EKONOMİK GELİŞMEYİ ENGELLEMEKTEDİR

Kapitalist anlayış azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin

merkez bankalarını devletten bağımsız hâle getirerek, devletlerin

merkez bankaları üzerinden senyoraj geliri elde etmesine yasak

getirmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde senyorai geliri yerine

gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının bastığı “hard currency”ler

(hard körinsi) faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır.Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir

transferidir.

Devletlerin senyorai gelirinin önündeki bir diğer engel de

özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar topladıkları

mevduat sayesinde kaydi para üreterek piyasanın ihtiyaç duyduğu

para talebinin bir kısmını karşılamaktadır. Bu sebeple merkez

bankaları emisyon miktarını istenilen oranlarda arttıramamakta,

sonuçta devletler de senyoraj gelirinden mahrum kalmaktadır.

Emisyonun yerini yabancı veya kaydi paranın almasının

ekonomilere birçok zararı vardır.

Bankaların ürettiği kaydi paranın piyasaya faiz kanalıyla arz

edilmesi, devletlerin senyoraj haklarını kısıtlamaktadır. Bankaların

kaydi para üretimi devletlerin sağlam bir para politikası

uygulamasını imkânsız hale getirmektedir. Böylece piyasayı

istediği gibi yönlendirecek güce sahip olması gereken devlet bu

gücünü kaybetmektedir. Öte yandan piyasanın ihtiyaç duyduğu

emisyonun Merkez Bankası üzerinden değil de, özel bankalar

üzerinden sağlanması, bu bankalara adeta senyoraj geliri elde etme

hakkı tanımaktadır. Bankalar ürettikleri bu kaydi parayı vatandaşın

üretiminin karşılığında yaptıkları için, faiz geliri elde etmenin

yanında toplum ve devletin gelirini de kendilerine transfer

etmektedir.

Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, piyasaların ihtiyaç

duyduğu parayı kendi emisyonlarıyla karşılamak yerine, gelişmiş

ülkelerden faizle aldıkları yabancı para ile sağladıkları için, küresel

güçlere faiz ödemek zorunda kalmaktadır. Aynı zamanda senyoraj

gelirlerini devretmişlerdir. Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin

toplam borç tutarının trilyonlarca Doları bulmasının temel sebebi

budur.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Bankaların da yabancı sermaye oranlarını düşündüğümüzde gelişmiş ülkeler tarafından nasıl sömürüldüğümüzü daha iyi anlayabiliriz. Sürekli olarak gelişmiş ülkelere servetimizi transfer etmekteyiz.

Gümrük Birliği ile mallarına pazar oluyoruz, gümrük sorunu olmadığından dolayı yapmadıkları üretim yatırımları yerine Banka yatırımlarıyla kaydi paradan kazanç sağlıyorlar, devletimiz yabancı para borçlanarak paralarına faiz kazancı sağlıyoruz. Gelişmiş ülkeler tarafından sömürülüyoruz.

**

GELİR DAĞILIMININ BOZULMASI

**

Gelir dağılımının bozulması, toplam üretim miktarı artmaz ve ekonomik birimlerin üretim miktarları sabit iken belli kesimlerin para miktarının artması demektir.

**

ENFLASYON

**

Maliyetlerin arttığı dolayısıyla A grubu mallara(olmazsa olmaz mallar) fiyat artışlarının mutlaka yansıdığı bir durumda gelir düşüşünden dolayı normal mallarda deflasyon etkileri görülebildiğinden tüm mal gruplarında enflasyon hesaplamaları yanlış sonuçlar verebilmektedir.

Fakat bizde bunlara rağmen rekor enflasyon rakamları, yüksek kura rağmen artan dış ticaret açığı, gelir dağılımı adaletsizliğinin sürekli artmasından  dolayı azalan gelirlerden hiç etkilenmeyen hatta fiyatları daha da artan normal mallar kısacası kendi halkına enflasyon kaymak tabakaya ve yabancıya ucuzlayan bir ülke var.

**

PİYASANIN DENGEYE GELMESİ

**

Genel teori fiyatlar düştüğünde talebin artacağı ve piyasanın dengeye geleceği şeklindedir. Bu kısmen doğrudur fakat genelleme yapılmaya pek müsait değildir, çünkü burada çok daha fazla değişkenin de değerlendirilmesi daha anlamlı olmaktadır.

Bunun sebebi gelir dağılımı adaletsizliğinin her alanda olduğu gibi piyasa dengeye gelirken olumsuz etkilerinin katlanmasıdır. Piyasa dengeye gelir fakat gelir seviyesi daha da düşen kesimin fiyat düşüşüne tepkisi yoktur veya etkisizdir fakat gelir seviyesi artan kesimin fiyat düşüşlerine tepkisi vardır.

İşte bu şekilde gelir adaletsizliğinin mutlaka dikkate alınması gerekir. Bir kesimin alım gücü azalırken diğer kesimin alım gücü artışı eşit şekilde olabileceği gibi genel alım gücü artarken bir kesimin belirli bir süre sonunda aynı şartlarda ve miktarda üretimine  daha fazla oransal artışının olması gelir dağılımı adaletsizliğinin artması demektir.

**

ARZ MİKTARININ BELİRLENMESİ

**

Arzı belirleyen yine taleptir. Talep artışından dolayı bir malın fiyatı artıyorsa üretim artırılır, dolayısıyla fiyatı  dengeye gelir. Çünkü o malın fiyatının artmasının sebebi o mala olan talebin artmasıdır.

Malın fiyatının artması üretim maliyetlerinin artmasından dolayı ise yani talep artışıyla alakası yoksa o malın üretimi artırılmaz çünkü malın mevcut fiyatı talebe ve maliyete göre belirlenmiştir. Malın fiyatının artması talebin artmasından dolayı değildir maliyetinin artmasından dolayıdır. Dolayısıyla üretim artırıldığında maliyetler düşmeyeceğinden dolayı yine aynı fiyattan satılacaktır bu da talebi artırmayacağından dolayı fiyatı düşürmeyecektir.

Bu arada maliyeti artan talebi artmayan bir malın üretimini artırmak hammadde ve aramal talebini artıracağından dolayı kısa vadede bu malların fiyat artışını sağlayabilir yani üretimini artırmak fiyatının düşmesini değil daha da artmasına sebep olabilir.

**

GELİR DAĞILIMININ BOZULMASI NEDENİYLE TALEP DARALMASI

**

Gelir dağılımı adaletsizliğinin büyümesi, yaygınlaşması gereken talebi daraltarak arzın küçülmesine sebep olur. Örneğin yiyecek içecek sektörü gelir dağılımının bozulması nedeniyle fiyatları düşürmek zorunda kalır halbuki gelir dağılımını bozmak için para arzı belirli kesimler lehine kullanılır bu da enflasyonu yani üretim maliyetlerini artırır. Yani maliyetleriniz artarken fiyatlarınızın düştüğü bir ekonomik ortamda bulursunuz kendinizi.

**

PARANIN MALİYETSİZ HALE GELMESİ GEREKİR BUNUN İÇİN DE ENFLASYONUN OLMAMASI GEREKİR

**

Paranın maliyetsiz olması için enflasyonun olmaması gerekir. Çünkü faiz enflasyon nedeniyle değerini kaybeden paranın kısmen karşılığının verilmesidir. Yani eriyen paranın kayıp miktarının kısmen karşılanmasıdır. Burada önemli olan faiz oranının enflasyon oranının altında veya aynı değerde olmasıdır. Aksi takdirde reel faiz söz konusu olur ki bu dinlerin de yasakladığı riba kapsamına girer.

**

KAYDİ PARA EMİSYONU KONTROL ALTINDA TUTULMALIDIR

**

Kaydi para arzı yani bankaların kredi aracılığıyla gerçekleştirdikleri emisyon devlet kontrolünde olmalıdır. Ülkemizde yabancı sermayenin büyük bir kazanç kapısı olan bankacılık sektörü aracılığıyla gelir dağılımı adaleti, refah seviyesi artışı gibi ülkemizi ilgilendiren konulardan bağımsız sadece para kazanmak için yaptıkları bankacılık sadece daha çok sömürülmemize sebep olur.

Gelişmiş ülkeler kredi faizlerinin bu kadar düşük ve kredilerin bu kadar rahatlıkla verilebilmesine müsaade etmezler. Çünkü bu nerede harcandığı belli olmayan, kontrolsüz ve enflasyon artırıcı bir durumdur.

Bunun yerine enflasyonu kontrol altında tutacak şekilde kredi talebini dizginlemek için yüksek faiz oranları uygulanmalıdır.

Diğer yandan refah, istihdam ve gelir dağılımı adaleti için en etkili araçlardan biri yine bankacılıktır. Bu ise proje bazlı yani harcama alanlarını devletin belirlediği kredi politikaları ile gerçekleşir. Örnek vermemiz gerekirse devlet eksik gördüğü bir konuda mesela tarım alanında belirli yılı doldurmuş, bilanço karlılığı, istihdam şartlarını sağlayan tarım firmalarına doğal ve verimli gelişmiş tarım projeleri için düşük faizli kredi desteği sağlar. Kredinin harcama kalemleri bellidir.

Otomobil üretim projeleri ile gelen firmalar gibi bu örnekler çoğaltılabilir.

**

ÜLKEMİZ YABANCI SERMAYE İÇİN BİR KREDİ CENNETİDİR

**

Yabancı sermaye sömürmek için finans sektörünü kullanıyor. Gelişmiş ülkelerde neredeyse negatif faiz verildiği halde düşük kredi faiz oranları uygulanmaz, ülkemiz hem yabancı sermaye içimizde de mütaahitler için tam bir kredi cenneti.

Nereye gittiği belli olmayan krediler ile enflasyonu sürekli körüklemeleri de neden gelişmiş ülkelerde faiz oranlarının kontrol altında olduğunun göstergesi.

**

DEVLETİN YERALTI VE YERÜSTÜ KAYNAKLARI KESİNLİKLE İŞLENMEDEN SATILAMAZ

**

Bu olmazsa olmazdır. Kesinlikle kaynaklar kendi sanayimizde işlenerek satılacaktır.

**

TARIM POLİTİKASI NASIL OLMALIDIR

**

Tarımda destekleme alımları müdahele anlamında kullanılabilir ama bir ülkenin tarım politikası tek başına destekleme alımlarına dayalı olamaz .

Piyasa ekonomisi içerisinde çiftçi ürününe alıcı bulur, alıcılar kendi aralarında rekabet eder.

Yapılacak olanlar:

  1. Çiftçiye ucuz mazot ve enerji sağlanmalı bunu ise zaten fahiş vergi oranlarından kısarak yapabilirler.
  2. Çiftçinin doğal tohum ve gübre kullanması sağlanmalıdır. Örnek olarak solucan gübresi üretim maliyeti dışa bağımlı olmayan, verimli ve sağlıklı bir gübre çeşididir. Üstelik sürekli olarak üretim hacmi kat kat artma eğiliminde ve buna mukabil gübre maliyetlerini zamanla düşürme eğilimindedir. Yani toprağın canlılık vasfını yerine getirmekte mikroorganizmaların ve diğer canlıların gelişmesini sağlamakta bu yolla bitklerden kat kat fazla verim alınmasının yoludur. Bunu sağladığı için toprağın gübrelenme ihtiyacı zamanla azalmaktadır. Üstelik bunları sağlarken sağlıklı ürün alınarak topraktan başlayarak insan sağlığına zarar vermeden ürün alabilmekteyiz. Diğer bir artısı da su tutma kapasitesinin yüksekliğiyle su israfını önlemek ve bitkilerin ihtiyaç duyduğu su ihtiyacını sağlamaktır.
  3. Geleneksel tarım yöntemleri yerine birim alanda yüksek verim alınıp düşük enerji, sulama ve gübreleme maliyeti olan yeni tarımsal üretim yöntemlerinden faydalanmaktır. Bu konularda gelişmiş tarım ülkelerinin uygulamalarından ve yeni araştırmalardan faydalanılabilir.
  4. Geleneksel üretimin desteklenmesi kısmen fayda sağlayacak olmakla birlikte ihracat ağırlıklı tarım politikası için devletin dış borç kullanmadan emisyon ile gelişmiş tarım tesisleri kurması gerekmektedir. Bu tesisler sürekli arge çalışmaları ile geliştirilmeli ve istisna ürünler hariç tamamen tarım ithalatından kurtulmamız ile sürekli artan ihracat rakamları takip edilir.

**

MAKRO VERİLER DEĞERLENDİRİLİRKEN STOK FARKLARININ DİKKATE ALINMASI

**

Sektörlere göre stoklardaki azalış ve artışlara göre ekonominin genel gidişatı hakkında fikir sahibi olunur. Devlet stok azalışı içerisinde olan sektörlerde arzın artırılması için destekleyici müdahelelerde bulunur. Kredi desteği, vergi desteği, arge desteği, devlet yatırımları gibi.

Stok artışlarında ise sorunun neden kaynaklandığı incelenmelidir genel bir talep daralması söz konusuysa buna göre farklı önlemler alınır, sektörel bazlı ise özel sektör kendi içerisinde önlemlerini alacaktır.

**

PARA ARZI ÜRETİM İÇİN KULLANILIRSA ENFLASYON ARTMAZ

**

Piyasadaki paranın üretim bakımından bir karşılığı vardır. Üretim sabitken para arzını arttırırsanız bu para miktarının eşleşeceği üretim karşısında miktarı artacağı için fiyatlar genel seviyesini de artıracaktır. Fakat piyasadaki paranın eşleşeceği üretim miktarı denkleminde üretimi arttırırsanız tam tersi fiyatların düşme eğilimi ortaya çıkarken iş imkanlarının artması, ihracatın artması, çalışan bulmanın daha zor olması nedeniyle çalışanların gelirlerinin artması gibi faydaları ile dengelenecektir.

Bu nedenlerle para arzı üretimi arttırmak için kullanılmalıdır.

**

FAİZ -ENFLASYON KONUSU

**

Günümüzde faiz ve enflasyon arasındaki ilişki konusunda bilgi anlamında yeterli olmayan insanlar sürekli konuşmaktalar. Öncelikle enflasyon tek başına sebep sonuç ilişkisinin bir konusu değildir. Enflasyon ekonominin bir durumunu ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Hastalık gibidir, örneğin başağrısı bir durumdur fakat baş ağrısını birden fazla sebebi olabilir.

İşte enflasyonda ekonominin bir hastalık halidir ve mevcut durumunu ifade etmek için enflasyon terimi kullanılır.

Ekonomik veriler, enflasyonun sebepleri değerlendirilmeden yani hasta muayene edilmeden, nabzı, ateşi, tahlilleri kontrol edilmeden, şikayetleri dinlenmeden bu hastalığın yani enflasyon halinin sebebi şudur denilemez. Bir doktor düşünün her gelen başı ağrıyan hastaya direk senin baş ağrının sebebi şudur demesi gibi. İşte böyle saçma bir durumda istediği kadar ben doktorum dese de aklı başında olan kimsenin buna inanmaması gerekir.

Enflasyonun öncelikle neden kaynaklandığı incelenmelidir. Faiz döngüsü içerisinde geçici önlem olarak faizler arttırılarak talep kısılır ve bu geçici bir önlem olabilir fakat faizle artan para sürekli faiz uygulanamayacağı için tekrar ekonomiye girecektir ve üretim artışı olmadan üretimin karşılığı olması gereken para artışından dolayı enflasyon artacaktır bu sarmal böylece devam eder. Fakat ekonomide diğer değişkenler incelenmeden doğrudan faizi indirerek bu şekilde enflasyonu düşüreceğiz diyemezsiniz. Faiz geçici bir önlemdir. Ağrı kesici gibidir. Hastalığı tedavi etmez fakat geçici bir rahatlama sağlar ve araç olarak asıl üzerinde durulması gereken konular çözülene kadar bir rahatlama sağlamak için kullanılır.

Enflasyon kurdan, enerji fiyatlarından, arzın talep karşısında yetersiz kalmasından, faizi düşük talebe dönük kredi hacminin artmasından ve yatırımcının düşük faizli ve risk primi yüksek para birimini tercih etmemesinden, kamu harcamalarından, kıtlık koşullarından, güven halinini olmaması gibi pekçok sebepten  kaynaklanabilir buna göre çözüm bulunur.

Kısacası enflasyon bir hastalıktır ve bunun tedavisi yukarıda bahsettiğimiz sebeplere göre değişir faiz ise bu arada ağrı kesicidir, tedaviye yardımcıdır. Ağrı kesicilerin iyi olduğunu kimse iddia edemez bir çeşit uyuşturucudur. Fakat enflasyon çok daha kötü bir şeydir ve bunu hafifletmek için dozunda, reel faiz olmadan dengeyi sağlamak ve enflasyonun asıl sebeplerini çözmek gerekmektedir.

**

ÜLKE EKONOMİSİNİN HEDEFİ NE OLMALIDIR

**

Bir ülke ekonomisinin hedefi tam istihdam ve gelir dağılımı adaletini sağlayarak fiyatlar genel seviyesi kontrol altında olmak üzere sürekli büyümeyi sağlamak olmalıdır.

Mevcut ekonomi politikaları bunlardan hiç bahsetmez sürekli enflasyonu kontrol altına alacağız diyerek ekonomiden anlamayan kitleleri kandırırlar.

**

DIŞ BORÇ YERİNE İHRACAT İLE KAZANMAK GEREKMEKTEDİR

**

Dış borç çok tehlikelidir ve zorunlu durumlar haricinde sakınılmak gerekir. Bunun yerine emisyon ile üretimi ve ihracatı artırıcı girişimler yapılır. Dış borca sadece ihracatı arttıracaksa zorunlu halde ve geçici olarak başvurulur.

**

DEFLASYONUN OLASI OLUMSUZ ETKİLERİNE KARŞI GELİR DAĞILIMI ADALETİ SAĞLANARAK ÖNLEM ALINMALIDIR

**

Deflasyon bir ekonomide fiyatlar genel seviyesinin düşmesidir. Aynı şekilde enflasyonda olduğu gibi bir durumu ifade etmektedir. Bunun sebepleri çeşitli olabilir.

Büyüyen bir ekonomide üretim fazlalığı varken gelir dağılımı bozulduğu için talebin yetersiz kalması neticesinde fiyatlar düşüşe girebilir, bu durumda üretim azalacağı için işten çıkarmalar başlayabilir. Bu nedenle bir ekonomi büyürken gelir dağılımı adaletinin sağlanması hayati öneme sahiptir. Devletin borçlanma politikasını terk etmesi bu konuda atacağı en önemli adımlardan biridir.

Üretim tüketim içindir tüketim yoksa eğer üretimin hiçbir anlamı yoktur. Arz-talep dengesinde önemli olan her zaman taleptir. Üretim fazlalığında eğer toplum geneline yayılan bir talep oluşturulamıyorsa asıl dengesizlik burada oluşacaktır. Bu ise üretimde daralmalara ve üretimdeki daralmalar da talebin daha da kısılmasını tetikleyerek olumsuz bir döngü oluşturacaktır.

Bu nedenle gerçek büyüme üretim ve tüketimin birlikte gerçekleştiği büyümedir. Üretimin orantısız büyümesi deflasyon, işsizlik artışı ve gelir dağımı bozulmasının bir arada olduğu olumsuz durumdur.

**

MALİYET ARTIŞI VE TALEP DARALMASININ FİYAT TEFE, ÜFE GİBİ HESAPLAMALARDA YANILTICI OLMASI

Türkiye şartlarında TEFE ve UFE hesaplamalarında

uygulanan teknik eksik kalmaktadır. Yapılması gereken;

(+) olan ürünler ayrı bir kategoride toplanmalı ve ortalama

artış hesaplanmalı; (—) olan ürünler ayrı bir kategoride toplanmalı

ve ortalama artış hesaplanmalıdır. Örneğin 2004 yılı TEFE ve UFE

rakamlarına baktığımızda bazı mamullerde fiyatın talep esnekliği

düşük olduğu için, maliyetlerden (vergi, enerji, hammadde) gelen

artışların fiyatlan ortalama % 40’lara varan oranlarda arttırdığını

görüyoruz. Örneğin 2004 yılı TEFE’de sac % 66.5, motorin %

34.9, ana metal sanayii % 34.1; ÜFE’de ise doğalgaz % 28, konut

%21.1 artmıştır (11). Bazı mamullerde ise fiyatlar, talebe karşı

duyarlı olduğu için piyasada var olan talep daralması bu ürünlerin

fiyatlarının düşmesine sebep olmaktadır. Örneğin 2004 yılı ÜFE’de

elektrikli ev eşyası % 10.8 düşmüştür (12).

Elektrikli ev eşyası modeli çok hızlı değiştiği için eğer

piyasada yeterli talep yoksa üretici mecburen üretim maliyetleri

artsa dahi fiyatlan düşürerek elindeki stoklan satma yolunagidecektir. Böyle bir ekonomide, yani hem vergi, enerji,

hammadde, istihdam vergileri vb. leri artmasından dolayı

maliyetlerin arttığı, hem de yetersiz talepten dolayı stokların

yükseldiği bir ortamda TEFE ve ÜFE sonuçları bizi yanıltıcı

neticelere ulaştıracaktır. İki farklı hastalık, yani maliyet enflasyonu

ve talep daralması (+)’nın (—)’yi yok etmesi gibi birbirini

götürmekte; sanki ekonomide bu hastalıkların hiçbiri yokmuş ve

ekonomi dengede imiş gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Örneğin

buğday ektiğinizi düşünelim. Buğdayın fiyatı talep azlığından veya

arz çokluğundan dolayı % 30 düşsün. Ama bu buğdayı elde

ederken kullandığınız gübre ve mazot yani maliyetleriniz % 35

artsın bu şartlarda bu günkü TEFE hesaplama tekniğine göre eğer

enflasyon buğday, mazot ve gübre dikkate alınarak hesaplanmış

olsaydı sonuç % 2.5 çıkacaktı. + % 35 — % 30 = % 5 bölün ikiye;

= enflasyon % 2.5 çıkacaktır. (buğday ve mazot + gübrenin ağırlıklı

ortalamalarını eşit kabul ediyoruz). Hâlbuki köylü için enflasyon %

65’tir. Zira üreticinin satın alma gücü % 65 daralmıştır. % 30 sattığı

üründen, % 35’te üretimden bir önceki yıla göre zarar etmiştir.

Zaten enflasyon hane halklarının gelirindeki daralmayı gösterir.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

ÜRETMEMEK SEBEP ENFLASYON SONUÇ

**

Faiz enflasyonun sebebi olabilir içerdeki faizlerden kaynaklanan mutlaka ama önemli olan bunu katlandıran dolaylı yoldan aslında dış borçlanmadan kaynaklanan faiz. Bu da üreterek döviz kazanmak yerine borçlanarak üstüne bir de yüksek risk primlerini ödeyerek hem faizden dolayı maliyet artışı hem bunu ödemek için arttırılan vergilerden dolayı hem de kuru yükselterek ortaya çıkan katlanmış enflasyon ile ortaya çıkar.

Yani üretmemek sebep enflasyon sonuçtur.

**

SIFIR ENFLASYONDA FAİZ POLİTİKASI

**

Ekonomi politikasının birinci amacı fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Enflasyon sıfırlandığında mevduat sahiplerine artık faiz ödenmez. Çünkü enflasyona karşı paralarının değerinin korunacağı bir aralık yok. Buna karşın kredi ihtiyaçlarında öncelikle üretime odaklanan yatırım kredilerine önem verilir. Odaklanılması gereken nokta budur. Daha sonra teminatlı krediler ve son olarak ihtiyaç kredileri gelir. Bunlarda kaydi para emisyonu enflasyon üzerinde olumsuz etki oluşturabileceğinden dolayı faiz oranları ve kredi limitleri kontrollü şekilde belirlenir.

Bu sistemde kıstas fiyat artışlarıdır, enflasyonun sıfırda tutunabilmesidir. Ekonomi yönetilirken bu verilere bakılır ve kararlar buna göre alınır.

**

PROJE KREDİLERİNİN STRATEJİK ALANLARA ÖNCELİK VERİLMESİ İLE YOKSULLUK DÜZEYİNDEN REFAH DÜZEYİNE ÇIKMAMIZ

**

Proje kredileri planlamaları yapılırken en çok ithal ettiğimiz ürünleri eğer üretme imkanımız varsa bunlardan başlayabiliriz. Böylece aşama aşama dış bağımlılığımız düşürülerek zorunlu ithalatlarımız ihracatımız yanında çok düşük kalacaktır ve bugün enflasyonun en önemli sebebi kurun yüksekliği ve dışa bağımlılık olduğundan dolayı tam aksi bir şekilde yoksulluk düzeyinden refah düzeyine çıkabileceğiz.

**

FAİZLE ALINAN PARA ENFLASYONA SEBEP OLMAZ MERKEZ BANKASI EMİSYONU ENFLASYON OLUR YALANI

Kapitalist anlayışın

ekonomi teorisi adı altında söylediği faizli paranın enflasyona yol

açmayacağıdır. Ancak aynı miktarda faizsiz paranın Merkez

Bankası kanalı ile karşılanması durumunda ise enflasyon meydana

gelir. Adeta maliyetli parayı gören enflasyon sesini çıkarmıyor;

ama ne hikmetse yerli ve maliyetsiz parayı gören enflasyon birden

ayağa kalkıyor. Bu mantıkla özellikle kalkınmaya karar vermiş

ülkeler kalkınmaları için ihtiyaç duydukları finansmanları kendi

emisyonları üzerinden sıfır maliyet ile karşılama yerine faizle bu

sermayeyi elde etme yoluna gitmiştir. Netice olarak kalkınmaya

çalışırken kendilerini kısa bir zaman sonra büyük bir borç batağının

içinde bulmuşlardır.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

DEVLET GEREKLİ YATIRIMLARI BORÇLANARAK DEĞİL PARA BASARAK  YAPAR

**

Devletin para basarak gerekli yatırımlara öncülük yapma gücü varken neden borçlanarak dış güçlere veya içeridekilere faiz ödemesi yapar. Bu yapılan faiz ödemeleri para basarak gerekli alanlara para aktarmaya göre nereye gittiği belli olmayan paralar üstelik. Bu paralar gelir dağılımı adaletsizliğini arttırarak tekrar paradan para kazanma sistemine girer ve bu döngü artarak devam eder. Merkez bankası emisyonuna göre asıl enflasyona sebep olan da budur aslında çünkü piyasadaki para miktarı ile üretim miktarı orantılı değildir çünkü bu sistemde para miktarı arttırılırken üretim miktarı arttırılmaz. Emisyon ile gerekli üretim yatırımları yapıldığında ise para miktarı artmakla birlikte üretim miktarı da artar, gelir dağılımı adaletsizliğinin ve işsizliğin yüksek olduğu bir ekonomide kuru bir toprağın suya ihtiyaç duyması gibi bu yatırımlar hemen katlanarak ekonomide olumlu bir şekilde yerini bulur ve fiyat artışlarının dengeye gelmesinde olumlu etkiler ortaya çıkarır.

**

Devletlerin senyoraj geliri elde etmesinde günümüzde uluslararası ticaretin çok büyük hacimlere ulaşmış olması gelişmemiş ve gelişmekte olan ve özellikle dış ticaret açığı veren ülkeler açısından belirli dezavantajlar oluşturmaktadır. Günümüzde gelişmiş olan ülkeler ABD, AB Ülkeleri, Japonya ve Rusya gibi ülkeler kendi iç piyasasında yabancı paraları dolaştırmadığından para basarak önemli bir senyoraj geliri elde ederken yabancı paraları iç piyasasına sokarak dolar rezervi karşılığında para basan gelişmemiş ve gelişmekte olan Türkiye gibi ülkeler senyoraj gelirinden mahrum kalmakta ve bu gelirini yabancı paranın geldiği ülkelere transfer etmektedirler.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

MADENLER MİLLETE AİTTİR

**

Çıkarılan madenler özelleştirilemez, özellikle yabancılara hiç verilemez.

**

KONVERTİBİLİTESİ DÜŞÜK PARA BİRİMLERİNE SAHİP ÜLKELER SENYORAJ GELİRİNİN AVANTAJLARINI ETKİN BİR ŞEKİLDE KULLANAMAZLAR

Senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler, üretim yapmalarına rağmen refah düzeyini arttırma konusunda ilerleme sağlamaları zor olmaktadır. Ancak kendi parasını o ülkenin yerli parasının yerine devreye koyan ülkeler elde ettikleri gelirle, kendi refah seviyelerini arttırmaktadırlar. Bu durumda daha çok endüstrileşmiş ülkeler fayda sağlamaktadır. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler ise konvertibilitesi düşük para birimlerinin dezavantajlı olmasından dolayı bu gelirden aynı ölçüde faydalanmamaktadırlar (Baş, 2018:231).

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

DÜŞÜK DEĞERLİ PARA BİRİMİNE SAHİP ÜLKELER SENYORAJ GELİRİNDEN MAHRUM OLDUKLARINDAN AZ GELİŞMİŞLİK KISIR DÖNGÜSÜNDEN KURTULAMAZLAR

Senyoraj geliri elde etmek ülkelerin refah seviyelerine olumlu katkı yapmaktadır. Nitekim ABD gibi ülkelerde senyoraj geliri önemli bir kaynak olarak ön plana çıkmaktadır. Öte yandan gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde senyoraj geliri söz konusu ülkelerin ekonomik durumlarına paralel olarak farklılık göstermektedir. Konvertibilitesi yüksek paralara sahip ülkeler senjoraj geliri oranı önemli bir gelir kaynak olarak ön plana çıkarken, diğer para birimlerine oranla daha düşük değerli para birimine sahip ülkelerde bu tersi bir durum arz etmektedir. Bu neticede bu ülkeler senyoraj gelirinden yoksun kaldıklarında dış borçlanmaya giderek az gelişmişlik kısır döngüsünde kurtulmamaktadırlar.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

**

Para birimimiz rezerv para anlamında konvertibl değerde olmadığından dolayı para basımı ihracat için yapacağımız veya döviz bağımlılığını azaltacak yatırımlar için kullanılacaktır. Böylece hem para birimimiz değer kazanırken hemde ithalatta kullanacağımız döviz ihtiyacımız karşılayabileceğiz.

**

İHRACATI İTHALATINI KARŞILAMAYAN BİR ÜLKEDE KENDİ EMEK VE ÜRETİMİNİN KARŞILIĞI PARA BASMAK YERİNE DÖVİZ BORÇLANAN ÜLKELER SORUNLARI DAHA DA ARTTIRMAKTADIR

Bugün ise özellikle küreselleşme sonucu ülkelerin dış ticaret ilişkileri çok yoğun bir hal almıştır. Bu durum özellikle ihracatı ithalatından fazla olan ülkeler için büyük kazanımlar sağlarken, ithalatı ihracatından fazla olan ülkeler için ise ciddi ekonomik sorunlar yaratmaktadır. İthalatı ihracatından fazla olan ve iç piyasasında yabancı para bulundurduğu halde yani kendi emek ve üretiminin (Gayri safi milli hasıla) karşılığı para basmak yerine dışarıdan borçlanarak ve yabancı para rezervi karşılığı para basarak kalkınmayı hedefleyen ülkeler oluşan dış ticaret açığını ulusal ekonomideki etkilerini minimize etmek adına başvurdukları bu yöntem birçok sorun ile karşı karşıya kalmalarına sebebiyet vermektedir. Herhangi bir yabancı para bir ülkenin iç piyasasında kendi milli parası yerine işlem görmesi ile o ülke ekonomisinden yabancı paranın geldiği ülkeye emek transferi gerçekleşmiş ve ülkelerin senyoraj gelirinden mahrum kalmasına sebebiyet vermektedir.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

**

Günümüz küreselleşme şartlarında karşılıklı dışa bağımlılığın oldukça yüksek olduğu seviyede ihracatı ithalatını karşılamayan bir ülke emek ve üretiminin karşılığı para basmayıp döviz borçlanıyorsa, dış ticaret açığından kaynaklanan bu sorunlar sürekli katlanarak artık başedilemez bir hal almaya başlar ve bir yerden sonra mutlaka patlar.

**

PARA BASMAYIN BORÇ ALIN DAYATMASI

Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler de cari açığın verilmesi ve bu açığın sürekli devam etmesi ile beraber iç piyasasında döviz bulunduran ülkelerde dış ticaret açığı para basma ile kapatılmaya çalışılmaktadır. TCMB’nin para politikalarına baktığımızda basılan para miktarından çok nasıl basıldığına bakarsak sorunun asıl kaynağını da bulmuş oluruz. TCMB piyasada para darlığı oluştuğunda ve piyasaya TL sürmek istediğinde Piyasadan topladığı ve kasasına koyduğu döviz miktarında TL basıp piyasaya sürüyor. Böyle bir uygulama ile gerçekte Türkiye vb. Diğer gelişmekte veya gelişmemiş ekonomilerde GSMH’nın artış oranında para basılmış olsa bile bu basılan paradan milli para diye bahsetmek mümkün değildir. Çünkü biz piyasadaki ürettiğimiz emek ve üretim karşılığı değil çok yüksek maliyet ile kasamıza koyduğumuz yabancı paralar karşılığında emisyonu genişletmiş oluyoruz. Bu da maalesef üretim maliyetlerimizi artırmakta ve ciddi bir maliyet enflasyonuna sebebiyet vermektedir. Kapitalist sistemin bu anlayışın sonucu olarak gelişmemiş ekonomilere “ Siz para basmayın borç alın, para basarsanız enflasyon olur” sözü bu dayatmanın ve emek transferinin açık bir göstergesidir.

Sonuç olarak senyoraj geliri devletlerin kasasına girmesi ve ülke insanına hizmet olarak geri dönmesi gereken emek ve üretimin karşılığı olan bir haktır. Ancak kapitalist sistemin para babalarının kurmuş olduğu uluslararası dolarizasyon sistemi ile emek transferi gerçekleşmekte ve ülkeler borç sarmalının içinde sürekli fakirleşmektedir. Adil bir düzen ve ülkelerin kazanımlarının ülke de kalması için her ülke GSMH nın artışı mukabilinde emisyonu genişletip piyasaya bunu maliyetsiz bir şekilde sürmesi ile mümkün olabilir sonucuna varabiliriz. Bu durumda dışarıdan borç ile maliyetli yabancı para alınmayacak ve TCMB dışındaki özel bankaların kaydi para üretmesine izin verilmemesi gerekmektedir.

(ÜLKELERİN SENYORAJ HAKKINI KULLANMASI VE YIL İÇİNDE GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILAYA GÖRE PARA BASMA MİKTARLARININ İNCELENMESİ,  Hasan Hüseyin SAVUKDURAN)

(https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/631386/yokAcikBilim_10237113.pdf?sequence=-1&isAllowed=y)

**

Rezerv para dayatması ile dünya siyasal olarak olmasa da ekonomik olarak aslında tek bir sömürü ülkesidir. Bu düzenin bölgesel ticaret anlaşmaları ile yıkılması gerekir. Bizim özelimizde mutlaka gümrük birliği sisteminden çıkılması veya lehimize düzenlemelerin yapılması büyük bir ticari potansiyeli olan coğrafi konumumuzun imkanlarından faydalanmamız gerekir.

Bu küresel borç sömürüsü sistemi bize kur ve vergi olarak mecburen geri dönüyor. Verginin en kolay alındığı yerlerden biri akaryakıt. Akaryakıt maliyetlerinin artması ise ekonominin çok büyük bir kısmının maliyetini otomatik olarak arttırıyor.

**

5177 SAYILI MADEN YASASI İLE KAYNAKLARIMIZIN SATILMASI

**

Madenler milletin ortak malıdır. Kesinlikle satılamaz. Özellikle yabancı şirketlere hiç satılamaz.

**

DEVLETİN İKİ TANE TEMEL EKONOMİ POLİTİKASI VARDIR BÜTÜN SORUNLAR BU DÜZLEMDE DÜZELİR

**

Devletin iki tane temel ekonomi politikası olmalı.

  1. Üretimi desteklemek.
  2. Gelir dağılımında adaleti sağlamak.

Bütün sorunlar bu iki temelde zaten düzelmektedir. Eğer sorun talep enflasyonu ise üretimin desteklenmesi ile talep karşılanır. Sorun kurdan kaynaklanan maliyet enflasyonu ise artan üretim hem ihracatı arttırır hem dışa bağımlılığı azaltır ve ülke parasının değerlenmesini sağlar. Sorun işsizlik ise üretim demek yeni iş imkanları demektir. Sorun ekonomiye güven duyulmaması nedeniyle sıcak paranın girmemesi ise zenginleşen ve gelir adaletini sağlayan bir ülke istediği kadar farklı mezheplere, etnik gruplara, toplumsal ayrışmalara sahip olsun zenginlik ortamında çatışma olmaz.

**

SÖMÜRÜ ALTINDA OLUŞUMUZU FARKETMEYİŞİMİZ

**

Küresel sistem içerisinde heryönden sömürü altındayız. Madenlerimiz kanun çıkartılarak yabancılara satılıyor, rezerv para sistemi içerisinde mecburen alakasız ülkelerle bile ticaret yapmak için döviz borçlanmak zorundayız, gümrük birliği nedeniyle Avrupanın açık pazarı halinde gümrüksüz mallarını sattıkları bir sömürgesi haline getirilmişiz, coğrafyamızdaki çatışmalar sürekli körüklenerek silah ve silah sistemleri satılıyor.

**

DEVLET İKİ YOLLA SÜREKLİ İHTİYAÇ OLAN YATIRIMLARI DESTEKLER

SIFIR ENFLASYON ORTAMINDA ENFLASYONA GÖRE BELİRLENEN FAİZ ORANLARI MASRAF DENKLEMLERİNDE BELİRLENEBİLİR

**

Devlet sürekli üretimi teşvik etmelidir. Bunun için ya devletçilik ilkesi kapsamında kendisi gerekli yatırımları yapıp belirli bir olgunluğa ulaştıktan sonra özel sektöre satmalı yada özel sektöre kesinlikle döviz borçlanmadan destek vermeli. Basılan para üretime gittiği için para miktarı=üretim miktarı eşitliği sağlandığından enflasyon oluşturmayacaktır tabiki bu üretim yatırımlarına ihtiyaç olduğu durumda. Kredi faizleri enflasyona göre belirlenir enflasyonun sıfır olduğu durumda ise bankalar kredi faiz oranı – vadeli mevduat faiz oranı arasındaki farktan kar elde ettiklerinden bu durumda faiz oranları yerine bu kesimlerden masraflar alınarak bu denklem yine sağlanabilir veya faiz oranları ve kredi limitleri kaydi para anlamında enflasyona sebebiyet vermeyecek şekilde düzenlenir.

**

REZERV PARA SİSTEMİ BIRAKILMALIDIR

**

Rezerv para sistemi yerine ülkelerin kendi aralarında ticaretlerini yürütebilecekleri, gerektiğinde parasını elimizde bulundurduğumuz bir devletle ticareti olan 3. bir tarafa satmak dahil farklı çözümlerin bulunabileceği bağımsız, sömürülmeye karşı bir sistem uygulanmalıdır.

Rusyaya ihracat yapacak olan bir firmamız daha sonra örnek olarak Rusyadan ithalat yapacaksa ürününü ruble cinsinden ödemeyi tercih edebilir(şu anki savaş durumundan bağımsız olarak). Avrupadan ithalat yapacaksa ben ürünümü EUR cinsinden satmak istiyorum diyebilir. Rusyadaki ithalatçı firma elinde EUR fazlası tutuyorsa veya devlet elinde EUR fazlası varsa burdan ödeme yapabilir. Biz de aldığımız bu ödemeyle Avrupadan yapacağımız ihracatımızı gerçekleştirebiliriz. Veya Avrupa ülkesi Rusyadan enerji ithal edecektir Ruble ihtiyacı vardır, ödemenin ruble cinsinden yapılmasını tercih edebilir. Böylece ülkeler kendi aralarında ihtiyaçlarına göre belirli bir para birimine bağımlı kalmadan, o para biriminde borçlanmak zorunda olmadan, o ülkeler tarafından sömürülmeden ticaretlerini yürütebilirler.

Bu sistemde eğer para biriminiz sürekli değer kaybediyorsa tabiki karşıdaki ülke bunu tercih etmeyebilir. Elinde kalmasını istemeyebilir. Ama hızlı bir şekilde başka bir ülke ile veya yine bizden ithal edeceği bir ürün için kullanacaksa isteyebilir.

**

Mevcut durum, yüksek miktarda dolar rezervi bulunan ülkeleri endişelendirmektedir. Rusya, Çin ve Brezilya gibi ülkeler, bir yandan dolar olarak tuttukları döviz rezervlerini azaltmaya çalışırken, diğer yandan da dolara alternatif bir dünya parası yaratılmasını önermektedirler. Son zamanlarda Türkiye-Rusya, Türkiye-İran arasında yapılan ve Türkiye-Çin arasında da hazırlık aşamasında olan anlaşmalarla birlikte, bölgesel ticaretlerde her iki ülkenin yerel paralarının kullanılabilmesi imkanı ortaya çıkmıştır. Ayrıca 2008 ve 2009 yıllarında yapılan anlaşmalarla, sırasıyla Rusya-BDT ülkeleri arasındaki enerji alışverişinde rublenin, Latin Amerika ülkelerinin oluşturduğu ALBA1 ülkeleri arasındaki ticarette ise ABD Doları yerine “sucre”nin ortak para birimi olarak kullanılması kararları alınmıştır. Bu bölgesel kararlar, uluslararası rezerv para bulundurma ihtiyaçlarını azaltarak, dolar ve euro gibi paraların rezerv para olma fonksiyonunu zayıflatabilecektir.

(ULUSLARARASI PARASAL SİSTEMDE ALTERNATİF ARAYIŞLAR: DÜNYA PARASININ UYGULANABİLİRLİĞİ İbrahim AL)

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/55679

GLOBAL TEFECİLERİN ARACILARI OLAN HÜKÜMETLERİN ANLAYIŞI MAXİMUM VERGİ TOPLAYIP MİNİMUM HARCAMA YAPARAK ARADAKİ TUTARI GLOBAL TEFECİLERE AKTARMAKTIR

Bugün liberal anlayışların devlete biçtiği rol son derece

basittir; halkından maksimum miktarda vergi toplamak, bunun

minimum miktarını halkına hizmet olarak sunmak, aradaki farkı ise

global tefecilere aktarmak…

Bu mantıkla hareket eden devlet bırakın sosyal devlet olmayı

haraç alan devlet konumuna getirilmiştir. Dünya insanlığı adeta

haraca bağlanmış durumdadır. Bu esaret zincirinin bekçiliği yine o

toplumları yöneten hükümetler tarafından yapılmaktadır. Maliyetli

para ile borç batağına sokulan devletlerin gelirleri toplanan vergiler

kanalı ile belli yerlere aktarılmaktadır.

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

GELİR ARTTIKÇA ORANTISAL OLARAK VERGİLER ARTTIRILMALIDIR

ALT GELİR GRUPLARINDAN HİÇ VERGİ ALINMAMALI VEYA ÇOK DÜŞÜK ALINMALIDIR

**

Bireysel veya kurumsal düzeyde gelir arttıkça vergi de arttırılmalıdır.

Belli bir gelir düzeyinin altındaki gruptan vergi alınmadığında veya düşük alındığında alınmayan vergi hemen tüketime dönüşeceğinden aslında dolaylı yoldan ekonomi büyürken vergi artışı da sağlanmaktadır.

Alt düzeydeki gelir gruplarına özel kartlar verilebilir böylece alışverişlerinde KDV muafiyeti uygulanabilir.

**

FİYATLAR GENEL SEVİYESİ DİĞER DEĞİŞKENLER SABİT KABUL EDİLİRSE BÜYÜME ORANINA GÖRE ARTAR VEYA AZALIR

**

Diğer değişkenleri dikkate almazsak büyüme oranında para arzının arttırılması fiyatlar genel seviyesini korurken büyümenin altında para arzının arttırılması fiyatların düşmesini, büyüme oranının üstünde arttırılması fiyatların artmasını sağlar.

Tabiki fiyatlar genel seviyesini etkileyen pekçok değişken vardır. Buna göre bu bakış açısı para arzı ve büyüme ilişkisi fiyatları ne şekilde etkileyebilir gözüyle bakılmalıdır. Doğrudan hangi seviyede  iner çıkar değil fiyatlara diğer değişkenlerle birlikte nasıl bir etkide bulunur şeklinde.

**

ULUSLARARASI ALANDA PARA BASIP BORÇ VERME SÖMÜRÜSÜ

**

Gelişmiş ülkeler para basıp gelişmekte olan ülkelere borç verip faiz geliri elde ederek bu ülkeleri sömürürler.

**

GELİŞMİŞ ÜLKELERİN KARŞILIKSIZ BASTIKLARI PARA BİRİMLERİYLE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDEN ADETA VERGİ ALMALARI

Gelişmiş ülke merkez bankaları gerçek

değişim aracı sayılan “hard currency” basarlar. Gelişmekte olan

ülkelerin halkları, karşılıksız basılan “hard currency”leri ödeme,

tasarruf ve borç alma aracı olarak kullanırlar. Gelişmekte olan

ülkelerin bağımsız merkez bankaları da “hard currency” üzerinden

döviz rezervi bulundururlar. “Hard currency” basabilen merkez

bankaları, kendi ülkelerinde talep edilenin katlarca fazlası kadar

dışarıdan para talebiyle karşılaşırlar. Dışarıdan olan para talebi

kadar da karşılıksız para basıp, başka ülke halklarından “senyoraj

 geliri elde ederler. Yani bir bakıma gelişmiş

ülkeler, merkez bankaları aracılığıyla gelişmekte olan ülke

halklarından vergi alırlar.”

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Bu ülkeler para basarak para birimleriyle dünyanın her yerinden alım yapabilirler fakat gelişmekte olan ülkeler aynı senyoraj gelirini bu şekilde kullanamazlar.

**

TARİHİMİZDEKİ EN BAŞARILI MERKEZ BANKASI BAŞKANLARINDAN SERDENGEÇTİ’NİN SÖZLERİ

Enflasyon yüzde 20 iken bir banka yüzde 15’ten kredi verir mi? Enflasyon düşmeden faizlerin düşmesi mümkün değildir. Faiz nedendir konusuna gelince, teori bu ilişkiyi enflasyondan faize doğru görüyor.

 İş camiasında bile enflasyonla büyüme arasındaki ilişki anlaşılmıyor. Türkiye’nin 95 yıl için ortalama büyüme hızı yüzde 5’tir. Enflasyonla büyümek diye bir şey yok uzun vadede. İşsizliği de artırmaz.

Enflasyonla mücadele nedense istenmiyor.  Sabit gelirliler, pazarlık şansı zayıf olanlar kendilerini koruyamıyorlar. Para kırpılarak gidiyor. Bu ciddi bir ahlaki sorundur.

 Türkiye’de 2013’te çok önemli bir karar alındı. Hazine borçlanamıyordu. Döviz girdisi olmayan şirketler de dış borçlanma hakkı elde etti. 2018 borçlu şirketler zor duruma düştüler, onu düzeltmeye çalışıyorlar. 

(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/eski-merkez-bankasi-baskani-serdengecti-ekonomi-teorisinde-faiz-degil-enflasyon-onceliklidir-1886631)

ERDOĞANIN EN BAŞARILI MERKEZ BANKASI BAŞKANLARINDAN BİRİSİ İLE İLGİLİ AT BUNU ŞEKLİNDEKİ SÖZLERİ

https://t24.com.tr/haber/ali-babacan-can-eski-merkez-bankasi-baskani-serdengecti-aciklamasi-erdogan-bana-baski-yapti-buna-ragmen-olmaz-dedim,1015942

**

Bilgiyle yöneten, yüksek enflasyonu sabit gelirli ve pazarlık gücü olmayanlara karşı ahlaksızlık olarak gören en kritik dönemlerden birinde göreve gelmiş ve başarılı olmuş bir merkez bankası başkanına karşı ufacık mantıklı bir gerekçe cümlesi bile kurulamayarak kullanılan üsluba bakın.

**

KURLAR YÜKSELSİN İHRACAT ARTSIN MANTIĞI İHRACAT YAPAN SEKTÖRLERİN İTHAL GİRDİ DE KULLANMALARI NEDENİYLE İŞLEMEMEKTEDİR

Kurlar çıksın yukarı, ihracatta artsın. Hayır artık ihracat ve ithalat birbirine bağlı. İhracat yapan sektörler, ithal girdi de kullanıyorlar. Kurlar yukarı gittiği zaman ihracatı artırmadığı gibi sizlerin maliyetlerini artırıyor. Maliyetin artması demek enflasyonun yükselmesi demek. Enflasyonun yükselmesi demek, rekabet gücü kaybettiğiniz anlamına geliyor.

https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/eski-merkez-bankasi-baskanindan-ekonomi-degerlendirmesi-40015779

MERKEZ BANKASI BASMASI GEREKEN PARAYI BASMAYARAK FAİZLERİ YÜKSEK TUTARAK FAİZE HİZMET ETMEKTEDİR

T.C. Merkez Bankası Başkanı S. Serdengeçti’nin bu

konudaki açıklamaları dikkat çekicidir:

Bu ülkede emisyonun millî gelire oranı düşüktür.

Merkez Bankası evvelden beri basması gereken parayı

basmamakta ve bunu faizleri yüksek tutmak için yapmaktadır.

Rantiyeye hizmet etmeyi bırakıp çok para basılsa faizler

düşecek, üretim ve yatırım artacak, üretim artınca enflasyon da

düşecektir”

(Mili Ekonomi Modeli – Prof. Dr. Haydar BAŞ)

**

Emisyon ihtiyacı kadar basması gereken parayı basmayıp, üretimi desteklemeyip dış güçler adını verdiklerine sürekli katlanarak faiz ödeyenlerin bizzat faiz lobisine ve dış güçlere birebir hizmet ettiklerinin farkında bile olunamaması.

**

MERKEZ BANKASI NE KADAR PARA BASMALIDIR

**

Bu konuda kesin bir kural olmamakla birlikte genelde önerilen arz kadar yani büyüme oranında para basılmasıdır.

Aslında burada dikkat edilmesi gereken konu ihtiyaç kadar para basılmasıdır. Burada deflasyondan insanların alımlarını ertelemesi ve ekonominin durgunluğa girmesi noktasında aşırı bir tepki vermemek gerekir. Çünkü burada ertelenmiş talep vardır ve ekonomi geçici bir durgunluğu kaldırabilecek durumdayken bunda bir sorun yoktur.

Devlet kendi politikalarına göre tabiki borçlanmak için değil mesela yeni fabrikalar kurulması, araştırma geliştirme faaliyetleri yapılması, ihtiyaç sahiplerine destekleme yapılması, çiftçiden destekleme alımı yapılması gibi konularda ihtiyaç neyse o kadar para basmalıdır.

**

ARZ VE TALEP İLİŞKİSİNDE AĞIRLIKLI ÖNEMLİ OLANIN TALEP OLMASI

**

Arz ve talep ilişkisinde ağır basan kısım taleptir. Mutlaka arz olduğu için talebin olması bir seviyeye kadar doğrudur. Fakat asıl olarak arzın sebebi taleptir. Arzı tam anlamıyla tetikleyen taleptir. Bu nedenlerle talep bir nebze daha önemlidir daha öne çıkmaktadır ve daha fazla odaklanılması gereken kısımdır.

Ekonomi politikalarında da arz kısmına önem verilip talep kısmının önemsenmemesi, gelir dağılımı bozulurken artık arzın karşılık bulamayacağı durgunluğa doğru gittiği ve üretim kapasitelerinin potansiyel olduğu halde atıl kaldığı dönemlere girer. Bu nedenlerle öncelik verilmesi gereken, politikaların uygulanacağı yer taleptir.

Talebin adaletli bir şekilde arttırılması ile toplumun tüm kesimlerine yayılması sağlanır. Böylece doğrudan talebe gidecek gelir artışları ile ekonomiyi durgunluğa sokacak adaletsiz gelir artışlarının önüne geçilmiş olur. Para, paraya ihtiyacı olandan başlayarak doğrudan tasarruf edecek olana doğru bir piramit şeklinde yayılır. Mutlaka dinamizmi sağlamak için insanların arasında gelir farklılıkları olacaktır fakat haksız yere, adaletsiz yere gelir uçurumları kabul edilemez.

**

ÖNCELİK İÇ PAZARIN TALEBİNİN GELİR DAĞILIMI ADALETİ  İLE TAM OLARAK OLUŞMASI VE İÇ PAZAR TALEBİNİN KARŞILANMASIDIR

**

Gelir dağılımı adaletsizliği yüzünden öncelik iç talebin karşılanması olması  gerekirken dış pazara yönelinmektedir. Dışardan bakıldığında ihracat olması nedeniyle olumlu gibi görünen bu durum aslında yanlıştır çünkü bu; dış pazar  talebi içinden  gelir dağılımı adaleti koşullarında oluşan iç  talebin  karşılanacağı şirket tercihlerini oluşturan ekonomik durum oluşmaz ise gelir dağılımı adaletsizliğinin oluşturacağı sosyal sorunlar yanında sağlıklı bir dış ticaret dengesi kurulamaz, sağlıklı ve sağlam bir üretim ekonomisi oluşturulamaz.

Tabiki burada şirketler karlı olan hangi pazar ise ona yönelirler. Gelir dağılımı sorunlu olduğu için ihtiyacı olduğu halde iç pazarda talep yeterli oluşmaz ve çok daha karlı olan dış pazara yönelirler.

Üreticilere çok daha karlı bir şekilde ihracat yapmak varken ucuza içeriye satın da diyemezsiniz. Burada sorunlu olan durum üreticilerin bunu yapmak zorunda olmalarıdır.

Gelir dağılımı adaleti sağlandıktan sonra üreticiler hangisi karlıysa ona göre hareket  edeceklerdir ve iç ihtiyacın talebin karşılanması veya döviz girdisinin sağlanması noktasında hangisine daha çok ihtiyacımızın olduğu da ekonominin kendi  dengesi içerisinde belirlenecektir.

**

ABD’NİN PARA BASARAK İSTEDİĞİ YERDEN İTHALAT YAPABİLMESİ

**

ABD bastığı parayla Dünyanın istediği yerinden ithalat yapabiliyor. Böylece bastığı para karşılıksız olmaktan çıkıyor ve örneğin tarımsal hammadde aldığını varsayalım para arzının üretime eşitlenmesini sağlayarak kendi ülkesine girdi sağlamış oluyor.

**

TALEP ENFLASYONU VE TOPLAM ÜRETİMİN PARA ARZIYLA DOĞRUDAN EŞİTLENMESİ GEREKLİLİĞİ

**

Talep enflasyonu varken örnek olarak bir üretici var diyelim ve bu üreticinin ürününe 3 kişinin talebi var. Faiz sebep enflasyon sonuç diyerek faizleri indirirsek bu kişilerin çekebilecekleri kredileri yani kaydi para miktarını da artırmış olduk. Normalde bu kişilerin alacağı ürünün değeri 10.000.-TL olsun eğer 3 kişinin talebine  karşılık üreticinin elinde aynı üründen 3 tane olsaydı bu ürünü 10.000.-TL değerinde satacaktı bunu kredi çekerek yani para arzıyla da yapsa tasarrufundan da yapsa fiyat artışı olmayacak. Para arzı artışı üretim artışıyla doğrudan eşitlendiği için enflasyon oluşmayacak.

Üretim miktarı 3 kişinin talebine karşılık başta bahsedildiği gibi 1 ürün olsa ve faizleri indirdiğimiz durumda bu kişiler açık arttırma gibi kim daha fazla kredi çekebiliyorsa ürün onun elinde kalacak. Faizler indirildiği için çekebileceği kredi miktarı artacak dolayısıyla para arzı artacak ve toplam üretim ile para arzı artışı doğrudan eşitlenmediği için enflasyon ortaya çıkacak.

Döviz kurlarının artmasından kaynaklı ithalat ağırlıklı ekonomide sürekli maliyet artışından kaynaklı enflasyonda ise bir çıkmaza giriyoruz. Faiz sebep enflasyon sonuç diyerek zaten yüksek enflasyon içerisinde eriyen TL’ye  daha da az talep oluşmasına sebep oluyoruz. Yapılması gereken ağrı kesici gibi tedavi olmadığını bilerek faiz artışıyla yüksek kur baskısını hafifleterek enflasyonumuzun 1.ayağını düşürmek, talebe yetersiz gelen arza karşılık para arzını biraz dizginleyerek asıl çözümlere odaklanmak daha sonra devlet harcamalarıyla üretimi desteklemek, devlet eliyle fabrikalar kurmak, yatırım projeleri olan girişimcileri desteklemek kısaca o bunun sebebi bunun sonucu şeklinde kalıplar oluşturmak yerine sorunları tespit edip doğru çözümleri bulmak.

**

ENFLASYONUN SAYISIZ SEBEBİ VARDIR BUNLARLA TEK TEK İLGİLENİLMESİ GEREKİR FAİZ SADECE BUNLARDAN BİRİDİR

**

Enflasyon ekonominin bir durumunu ifade eder. Baş ağrısı gibi düşünebilirsiniz. Baş ağrısının tek bir sebebi vardır diyebilir miyiz hayır. Enflasyon da bir hastalıktır ve tek bir sebebi vardır diyemeyiz. Baş  ağrısının sayısız sebebi olabilir. Bunu gidermek için neyin baş ağrısına sebep olduğu önce bulunmaya çalışılır. Enflasyonda da aynı şekildedir. Sebepleri bulunmaya çalışılır. Fiyat  artışına ne sebep oluyor.  Önce maliyetlere bakarız neden insanlar fiyatları arttırmak zorunda kalıyor, hangi girdi kalemleri artıyor, bu girdi kalemlerine devlet müdahele edebilir mi… müdahele ederse genişletici etkisi mi olur yoksa dengeleyici mi olur. Bu maddeler detaya girdikçe artar daha sonra diğer sebebe gelinir o da talebin arza göre fazla olması halidir. Burada arzın arttırılma potansiyeli var  mı önce ona bakılır. Arzın arttırılma potansiyeli varken talep kısılmaya çalışılırsa bu baş ağrısını kısa süre  geçirmek için ileride daha fazla artmasına sebep olucak bir tedavi demektir. Yine burada detaylara girilir verim arttırılabilir mi, devlet yeni iş girişimlerini gerçekleştirebilir mi, projeler  desteklenebilir mi… işsizlik burada bir avantaj bile olur çünkü elinizde iş imkanı verebileceğiniz bir silahınızın olduğunu bilirsiniz. Faiz ise gördüğümüz gibi onlarca araçtan sadece biri.

**

RİBA

32 – O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.

33 – Bununla beraber insanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı tutar, O Rablerine ortak koşarlar.

34 – Bunu da kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için yaparlar. Haydi geçinedurun bakalım, yakında bileceksiniz.

35 – Yoksa biz onlara bir delil indirmişiz de O’na ortak koşmalarını o mu söylüyor?

36 – Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar da; ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen her ümidi kesiveriyorlar.

37 – Onlar görmediler mi ki, Allah dilediği kimseye rızkı serer ve daraltır. Şüphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için ibretler vardır.

38 – O halde akrabaya da hakkını ver, yoksula da, yolcuya da… Bu, Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Kurtuluşa erecek olanlar da işte onlardır.

39 – İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır.

40 – Allah, O’dur ki, sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir.

41 – Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki onlar hakka dönerler.

42 – De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.(Rum Suresi)

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. (Âl-i İmran 3/130)

Men edildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık. (Nisa 4/161).

Faiz yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi kalkarlar. Bu onların: “Alım satım da ancak faiz gibidir.” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faize bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim faize geri dönerse artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de, sadakaları artırır. Allah, günahkâr kafirlerin hiç birini sevmez. (Bakara 2/275-276).

Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız faizden arta kalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Resulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tövbe ederseniz artık sermayeleriniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (Bakara 2/278-279).

Riba karşılıklı olarak aynı cins malların bir taraf lehine artışının şart koşulması şeklinde değişimidir. Aynı cins malların değişiminde riba söz konusuyken kendi başına değeri bile olmayan para bu kapsamda ve yaygın olan bu konu olduğundan biz yazımızda paranın haksız değişimine değineceğiz.

Adına faiz denilmesi veya başka şekilde adlandırılmasının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan zengin olanın, ihtiyaç sahiplerini hiçbir emek sarfetmeden, hiçbir hizmet sunmadan, hiçbir fayda sağlamadan, ve hiçbir katkı değeri bulunmadan sömürmesi ve sömürürken gücüne daha da güç katarken yoksulu daha da fakirleştirmesidir.

Faizin, genel adıyla ribanın haram oluşunun hikmetleri saymakla bitmez, bu yüzden biz haram olduğunu bilerek uzak durmak zorundayız; fakat açıklayabildiğimiz kadarıyla hikmetlerini açıklamaya çalışacağız. Akıl bize verilen çok büyük bir nimettir, yine aklımız bize Rabbimizin emirlerine uymamız gerektiğini söyler. Bu nedenle aklı çok sığ bir şekilde öne alarak bunun üzerine felsefe kuranların düştüğü bir hata vardır. Akıl bazı konularda yanılgıya, tuzağa düşer bu insanın tabiatından dolayı çok doğaldır, gözlerimiz nasıl mükemmel değil ve bazı şeyleri gözümüzden kaçırabiliyorsak, nasıl bazen işitemediğimiz, duyamadığımız oluyorsa akıl da yanılgıya düşebilir. Bu durumlarda karanlıkta fener ışığıyla limanı bulan gemiler gibi yine aklımızla böyle olmalıydı veya böyle olmamalıydı şeklinde aklımızı düştüğü yanılsamadan kurtarabiliriz.

Para, amaç değil araçtır. Para bir değişim aracıdır, kendi başına bir değeri yoktur, biz ona değer atfettiğimiz için para paradır. Zaten araç olan birşey kiraya verilemez. Kiralamada bir hizmet, bir değer ortaya çıkmaktadır. Örneğin ev alabilme imkanı olmayan kimselerin kirada oturabilmesi, turizm veya öğrencilik gibi geçici bir süreliğine bir ilde ikamet edenlerin ev satın almak yerine belli bir bedel ödeyerek ikamet etmelerinin sağlanması gibi bir fayda, bir hizmet ortaya çıkmaktadır. Fakat paranın zaten kendi başına bir değeri yoktur, para bir araçtır ve kiraya verilemez.

Tanımda belirtildiği üzere aynı cins mallar arasındaki değişimde ortaya çıkan haksız fazlalık ribadır. Parayla paranın değişimi bu açıdan değerlendirilir. Karşılıklı olarak iki taraf ticarette bulunduğunda ise bir tarafın parası eksilirken karşılığında kendisine bir menfaat sağlamaktadır. Diğer tarafta parasını artırırken bir emek, hizmet, risk ortaya koymaktadır, bir katma değer ortaya koymaktadır. Böylece parası eksilen sömürülmemekte bizzat kendisi tüketici konumunda bulunmakta, parası artan sömürmemekte, çalışarak emek, hizmet ortaya koyarak parasını artırmaktadır. Ribada ise parası eksilen yani faiz ödeyen, para stoklarını ellerinde bulunduranlardan para kullanmak zorunda kalmakta; çalışarak, emek sarfederek kazandığı parasını hiçbir emek, çaba göstermeyen kişilere ödemek zorunda kalmaktadır. Yine kullandığı para da kısmen veya tamamen başkalarının sömürülmesi sonucu elde edilen paradır. Böylece Ali imran suresi 130.ayette geçtiği üzere diğer anlamıyla kat kat faiz yiyenler nedeniyle kat kat sömürülmektedirler. Parası eksilen sağladığı sözde menfaate daha fazla bedel ödemek zorunda kalmakta. Eğer sağladığı bu sözde menfaatle para kazanmak zorunda ise maliyetleri daha da artmakta ayrıca emeğini, gayretini koyarken riski de  tek başına üstlenmekte, piyasadan çekilen paranında mutlaka etkisi bulunan zarar etmesi durumunda, zararı kat kat artarak ödemek  zorundadır. Bütün bunlara karşılık parası mutlak artan ne yapmaktadır tekrar bakalım: Öncelikle hiçbir gayret, emek, çaba sarfetmemekte, hiçbir hizmette bulunmamakta, hiçbir risk üstlenmemektedir, Dolayısıyla ekonomiye hiçbir katma değer sağlamamaktadır. Parayı stoklaması nedeniyle ekonomiye akması gereken para tıkanmakta karşılıklı döngü olan üretim ve tüketim kısılmakta bunlara ilave olarak faizin enflasyon artırıcı özelliğiyle de maliyetleri artırmakta zaten faiz gideri nedeniyle tüketimin bedeli artmaktayken birde artan  üretim maliyetleri nedeniyle artan fiyatlarla tüketim bedeli daha da artmaktadır.

Böylece tembellerin para kazandığı, çalışanların fakirleştiği düzen ortaya çıkar.

Toplumda gelir dağılımında adaletsizliğin artmasına neden olur, bu da iç savaşlara ve çıkar sahiplerinin kitleleri rahatlıkla kullandığı savaşlara neden olur.

Kiralamada eskime payı nedeniyle kira bedelinin bir kısmı yine harcamalara ayrılmaktayken, paranın enflasyon payı ki ,zaten eklenir, dışında eskime payı yoktur. Yani paranın kiralanması ekonomiye zaten zarar iken gayrimenkul gibi menkul gibi mal kiralaması yine ekonomiye geri dönmektedir. Araç kiralaması buna en iyi örnektir, araçta ortaya çıkan masraflar ekonomiye geri dönüş sağlar.  Bir yatırımcı bir araba alarak kiralama hizmeti sunar ve kiralama bedelinin bir kısmını yine araç masraflarına ayırırken, faiz geliri elde eden kişi kazandığı parayı yine atıl tutarak faize geliri elde etmek üzere tutar.

Bazı konular klişeleştirilerek insanlar üzerinde sürekli kullanılır. Faiz sayesinde atıl kalacak olan paranın işletilerek ekonomiye katkı sağlandığı gibi. Yukarıda akıl ile ilgili olarak bahsedilen bu konuyla ilgiliydi. İlk başta mantıklı ve doğru gibi görünen bu klişeler aslında aklın karışması, yanılmasıdır. Tüm detayları ele alınmadan, tüm aşamaları düşünülmeden sadece bir kısmı görülmesinden kaynaklanır. zararlı anlamıyla Paranın atıl kalması demek, dar anlamıyla bir kenarda beklemesi demek değildir. Ekonomiye yatırım veya harcama olarak girebilecekken mutlak artış sağlayarak geri gelmesi demektir. Bunun yerine risk alınarak yatırım yapılması ve karşılıksız kazanılan bedellerin ortadan kaldırılması ise ekonomiye katkıdır. Aslında faiz sayesinde para göstermelik olarak ekonomiye girmekte, sömürmekte ve daha fazla atıl para olarak ekonomiden çıkmaktadır. Yukarıda bahsedilen diğer hususlarla da gördüğümüz  gibi bu şekilde zararlar vererek ekonomiye giren bu paranın hiç ekonomiye girmemesi gerekmektedir. zaten bekleyen paranın, paranın sahibine parasındaki eksilme, gerçekleştirmediği harcamalar, yatırımlardan elde edeceği fayda gibi maliyetleri vardır. Para sahibi kimse bu maliyetlerden ekonominin kendi düzeni, sistemi içerisinde zaten kaçınarak parasını atıl tutmak istemeyecektir. Böylece ekonomi kapasitesi oranında dengeye oturacaktır. Bu dengeyle birlikte risk azalacak ve yatırımların değeri artacaktır.

Günümüzde faiz hayatımızın her alanına girmiştir. Buda Bakara suresi 275. ayette gördüğümüz üzere alışveriş ile ribanın bir görülmesi nedeniyledir. Halbuki faiz sistemi yerine yardımlaşma, dayanışma, çalışkanlık, üretkenliğin olduğu doğru yatırımların yapıldığı bir sistemde haram olan riba ayrılır sadece helal olan alışveriş kalır.

İSLAM İKTİSADI

İslam İktisadı aslında çok basit temellere dayanır. Günümüzde karmaşıklaşan ekonomik ve finansal sistem iktisadı geliştirmemiş aksine aslında çok basit olması gerekli olan bu sistemi aksatmıştır.

İKTİSADİ SİSTEM NEDEN BASİT OLMALIDIR?

İktisadi sistemin basit olması demek, İktisadi ihtiyaçların mevcut kaynaklarla karşılanmasının önüne engellerin konulmaması demektir.

Ne ihtiyaçlar ne de kaynaklar sınırsız değildir. İhtiyaç, tüketim ile ilgilidir. Tüketilen veya tüketilecek olan mal ihtiyacın konusudur. Sınırsız miktarda para ve olanaklarımızın olduğunu varsaysak bile tüketemeyeceğimiz bir kısım mutlaka kalacaktır.

Genel ve özel durumda bazen ihtiyaçlar kaynakların üzerinde olabileceği gibi bazen de kaynaklar ihtiyaçların üzerinde olur (Kaynaklar:Üretim faktörleri ve faktör gelirleri). Gerçek hayatta sınırsız ihtiyaçlara sahip toplumlar veya bireyler yoktur.

Genel durum toplumlarla ilgili özel durum bireyler ve hane halklarıyla ilgilidir.

(I) İhtiyaçlar, kaynakların üzerinde olduğu durumda kaynakların artırılarak dengeye getirilmesi gerekmektedir.

(II) Kaynakların ihtiyaçların üzerinde olduğu durumlarda kaynaklar, yeni ihtiyaç alanlarına aktarılır. Yani (I). Durumdaki dengesizliğe aktarılarak denge durumuna getirilmeli. Bu sağlandığı takdirde veya sağlanamadığı durumda Dış Pazarlardaki (I).Durumlara aktarılır. Dış Pazarların ikinci plana atılmasının sebebi(İnsani Yardım gerektiren haller hariç) bu durumda elde edilecek faktör gelirlerinin (I).Durumu güçlendirebilecek olması veya kendi sektöründe daha verimli ve etkin olmasını yavaşlatabilecek olmasıdır.

Örneğin, Kaynakların Enerji Sektörü Hammaddesi hariç diğer bütün sektörlerde ihtiyaçların üzerinde olduğunu varsayarsak, bu fazlalık Enerji Hammaddesi Potansiyeli varsa buraya kaydırılır veya alternatif kaynaklara yönelik çalışmalar yapılır. Böylece kısa dönemde kazançlı çıkacak gelişmiş sektörler kısa dönemde daha az kazançlı veya zararlı çıkarak uzun dönemde çok daha büyük oranda kazançlı çıkar.

Günümüzdeki ekonomik anlayış, ihtiyaçların sınırsız olduğunu vurgulayarak hiçbir zaman tam tatmin durumuna ulaşılamayacağını savunur. İhtiyaçlar, arzular anlamında kullanılırsa bu ifade doğrudur. Fakat her arzu ihtiyaç olarak kabul edilemez. Bu durumda iktisadın gayesi ihtiyaçların tamamen karşılanması ve arzuların karşılanabilecek maksimum oranda karşılanmasıdır.

(I). ve (II). Durumda en azından ihtiyaçların tamamen karşılanması mutlak maksattır. Olmazsa olmaz maksattır. Daha sonra arzuların maksimum oranda karşılanması için çalışılır.

Barınma, Giyim, Gıda, Eğitim, Sağlık, İş(Çalışma)..ßTemel İhtiyaçlar. Eğlenme, Boş vakitleri değerlendirme..ßGenel Diğer İhtiyaçlar. Genel Diğer İhtiyaçların detaylandırılması(Futbol, Basketbol sahalarından sonra, küçük golf sahalarının yapılması..)ßÖzel Diğer İhtiyaçlar ile ihtiyaçların tamamen giderilmesi sağlanır. Öncelikle belirli bir alanda temele, genele yönelinir. Örneğin Motor Sporlar konusunda ihtiyaçların giderilmesi için araba yarışları ve motorsiklet yarışları ile ilgili ihtiyaçlar giderilir. Daha sonra bu konuda özel ihtiyaçlara yönelinir. Örneğin sürat teknesi yarışları gibi (özel durumundan dolayı deniz kıyılarında veya göllerde).

Bütün ihtiyaçlar tamamen giderildikten sonra sıra arzulara gelir. Örneğin bir arabası olan kişi birde spor arabası olmasını ister, Spor arabası olduktan sonra birde jipinin olmasını ister, daha sonra bir spor arabasının daha olmasını ister… Bu şekilde uzar gider.. iktisadın amacı bu arzularında adaletli bir şekilde maksimum noktada giderilmesini sağlamaktır.

Sistem bu kadar basit olmalıdır. Günümüzdeki ekonomik sistem ile karşılaştırdığımızda sırf faiz çeşitleriyle karşılaştırılsa bile bu sistem çok basit kalır. Sistem karmaşık olacaksa yani gelişecekse bu adaletsizliğin geliştirilmesi yolunda değil bu basit sistem üzerinde adaletli bir ekonomik sistemin geliştirilmesi yönünde olmalıdır.

AKVARYUMDAKİ BALIKLAR

Günümüzdeki geçerli anlayış, insanları akvaryumdaki balıklar olarak veya beslenen evcil hayvanlar olarak görür. Beslenen hayvanın yemi, bizim kendimize yaptığımız yemekler gibi çeşitli olmaz (hatta bir gün yediğimiz yemeği ertesi gün yemeyiz) aksine neredeyse ömürleri boyunca ayni yemi yerler, yemeklerinin üzerine soslar yapmayız ve sürekli birşeyler isterler, eğer gidermezsek ve sorun olacaksa hemen karşılarız( Eve pisliğini yapacaksa hemen dışarıya gezdirmeye çıkarırız). Acıkmalarının fazla bir önemi yoktur hatta bazılarına göre açlıktan ölmesinler yeter.

Akvaryumdaki balıklar gibi ihtiyaçlar sınırsızdır. Balığa ne kadar yem verirsek verelim yer ta ki aşırı yemden ölene kadar. Ölmeyecek kadar yem yemesiyle biraz daha yemesinin farkı yoktur hatta daha fazla yem verilirse daha maliyetlidir. Maliyeti düşürmek daha önemlidir. Balıklar açlıktan birbirlerini yiyecek hale gelirlerse biraz yem atılır.

Bazende karınca gibi görürler. Karınca bile yorulurken onlar yorgunluğu kabul etmezler. Çünkü karınca çoktur, birtanesinin yokolması birşeyi değiştirmez, daha binlerce, milyonlarca karınca vardır. Bir karınca pes edene kadar çalıştırılır, pes etmesinin de bir önemi yoktur, çünkü bir değeri yoktur, piyasada milyonlarca daha sömürülmemiş karınca kapılarında bekliyordur zaten. Bu yüzden bir miktar karıncanın dışarıda kalmasını isterler, çünkü aldıkları karıncayı bitirdikten sonra karın tokluğuna yenisini bulmalarının kolay olmasını isterler.

Örnekler çoğaltılabilir fakat sonuçta insanları insan hariç herşey olarak görebilirler, örneğin önceki yüzyıllarda mal olarak görülüp köle ticareti yapılması gibi.

Fakat her seferinde bu sistem sonuçta kendi aleyhlerine döner (Ekosistemi bozduktan sonra bundan en büyük zararı yine bizim görmemiz gibi). 1. ve 2. Dünya Savaşı bunun en belirgin örneğidir. Ekonomik krizler diğer bir örneğidir. Birde olağan örneği vardır ki çok basit olan bu gerçeği anlamak istemezler. O da bal üretimi yapan birisinin arıların neslini tüketmek yerine geliştirmesi sonucunda daha fazla kazanacağı gerçeğidir. Yani ekonomi geliştikçe daha da fazla gelişecektir. Yatırımlar arttıkça, işsizlik azaldıkça, ücretler arttıkça, verimlilik arttıkça bu dört unsur aynı yönde daha da artar. Fakat bunun yerine gayri insani adaletsiz bir sistemi kabul ederler ta ki krizler çıkana kadar sonra tekrar aynı sistem devam eder, balıklar açlıktan birbirlerini yemedikçe sorun yoktur..

EKONOMİK SİSTEM

  • 1.Sütun gelirleri gösterir.
  • 2.Sütunun altında aynı şekilde devam eder. Ve sürekli bu şekilde devreder. Fakat F’ değerleri her seferinde küçülmesine sebep olur. Büyüme durumunda bile kapasitesinin altında büyür.
  • 1.Sütunda sadece dar gelirlilerin harcamalarını görürüz. Tasarruf yapamazlar. Aldıkarı ücretin tamamını temel harcamalarına harcarlar, geriye kayda değer bir miktar kalmaz.
  • 2.Sütun (Y) Kısmında dar gelirlilerin harcama yaptıkları ve bazen orta ve yüksek gelirlilerin katıldığı harcama yapılan alanlardır(Örn: Ekmek hem dar gelirliler hemde orta ve yüksek gelirliler tarafından alınır, toplu taşım araçların yüksek gelirlilerin mecbur kalmadıkça kullanmamaları..)
  • 2. Sütun Harcama yapılan alanlardan dar gelirlilere ücret orta ve yüksek gelirlilere ücret ve kârlar dağılır.
  • Dar gelirlilere gelen ücret aynı şekilde devretmeye devam eder.
  • Orta ve Yüksek gelirlilere dağılan ücret ve kârlar 2.Sütundaki alanlardaki veya diğer harcamalara dağılır(Y+DH). Diğer harcamalar(DH), dar gelirlilerin gelirlerinin yetersiz kalmasından dolayı harcama yapamadıkları alanlardır(Eğlence harcamaları gibi).
  • Faiz sisteminden dolayı (H+F’) harcamalar bir miktar azalacaktır, bunun sonucunda gelirlerde bir miktar azalma olacaktır. Gelir azaldıkça gelecek kaygısından dolayı tasarrufa ayrılan miktar artacaktır(parayı kendisine çekecektir). Tasarrufa ayrılan miktar arttıkça insanlara(X)  kâr ve ücret olarak dönmesi gereken para hem atıl halde kalmakta hemde büyüyerek başka paraları yutmaktadır. Kanserli bir hücreye dönmekte ve sürekli büyümektedir. Aslında küçük gibi gelen bu oran ekonominin büyük bir sistem olması ve sürekli bir devir içerisinde olması düşünüldüğünde küçük bir kar topununun büyümesi gibidir.(I)a
  • Harcamalar azalınca yatırımlarda azalacaktır.(I)b
  • Yatırımlar azalırken veya artarken, (T+F’) yatırımların artma kapasitesini azaltacaktır yada azalışını hızlandıracaktır. Bir önceki durumla arasında bir zamanlama yoktur önce, sonra veya aynı anda olabilir.(I)c
  • Yani diğer bir durum da yatırımların azaltılmasıyla (şablonda (Y) ve 4.Sütun alt kısmı) gelirlerin azalmasıdır. Daha sonra (I).Durum devam eder.
  • (Y) ve 4.Sütun alt kısmı, paranın döndüğü alanlardır. Buralarda mal veya hizmet verilir, karşılığında para alınır(X), alınan parayla mal veya hizmet satın alınır.. Faiz sistemini kaldırdığımızda gelirler artar, gelecek kaygısı azalır, atıl tasarruflar azalır, mevcut tasarruflar (I)c durumuna gelmeden yatırımlara döner, devrederek devam eder. (II).Duruma geçiş yapılır.
  • Yatırım ve Tüketim kredileri arasında zamanlamanın önemi yoktur bahsettiğimiz bütün etkiler birlikte bir etki oluşturur. Yazılış sıralamasının bir önemi yoktur.
  • 3.Sütunda en alttaki kutu sadece orta ve yüksek gelirlilerin harcamalarından gelir elde edilen yerlerdir (Örn:Golf Sahası işletmesi..).

Bu şablondan çıkarılması gereken 1. ve 2. Sütun ve F’ değerleridir. Böylece (X) 3.Sütuna kayar ve (Y) 4.Sütunun alt kısmına kayar,     

(X)à(Y)à(X)à(Y)à…… şeklinde adil-etkin-insani düzen sağlanır (Harcama-Yatırım(Tasarruf)àgeliràHarcama-Yatırım(Tasarruf)à..).

(ÇİFTÇİ+KASAP+FIRINCI)-TEFECİ

Basit bir şekilde anlamak için para arzının olmadığını, dış ticaretin olmadığını, sadece elde edilmiş bir madenden üretilen paranın olduğunu varsayalım (piyasadaki para miktarı hep sabit). İnsanlar üretim yapmakta(Örn: çiftçilik) para ile takas etmekte, daha sonra harcamakta(Örn:et almakta, ekmek almakta) harcadığı para (Kasap,fırıncı) kendisinden meyve sebze almaktadır. Bu şekilde üretim kapasitesi düzenlenmekte ve herkes hakettiği alışverişi yapmakta(fırıncı ekmeği daha iyi yaparsa daha fazla para kazanmakta, daha fazla et ve meyve-sebze almaktadır). Ürün az çıkarsa refah seviyesi buna göre düzenlenir. Fakat sonuçta günümüzde tam kapasitede oldukça yüksek miktarlarda üretim, teknolojinin yardımıyla rahatlıkla yapılabilir.

Bu basit sistemde tasarruflar faizsiz olarak borç verilmekte, hatta sadaka olarak ihtiyaç sahiplerine yardımcı olunmaktadır. Zaten para hiçbir engele takılmadan dolandığı için tam kapasitede dağılmaktadır, dolayısıyla maksimum ölçüde harcanmakta kalan parayı biriktirerek harcama süresi ortadan kalkmakta veya azalmaktadır.

Şimdi bu basit sistemimize tefecimizi koyalım. Tefecimiz çiftçimiz olsun ve çiftçilik yaparak bol miktarda para kazanmış, artık çalışmasına gerek olmadığını düşünmekte ve faizli olarak borç vermeye başlamıştır. Tefeci piyasadan ne kadar fazla para toplayıp kiraya verebilirse o kadar çok kazanabileceğini bilmektedir. Piyasadan çektiği para arttıkça, daha önce üretim yapan(tarla işçileri) daha sonra işsiz kalan çalışanlarını da tefecilik bürosuna almaktadır. Böylece zararlı, sözde istihdam ortaya çıkmaktadır. Piyasadan çekilen para sürekli arttıkça işsizlik de artacaktır ve onları işsiz bırakan tefecimiz üretimi azalttığı yetmiyormuş gibi kalan paralarıda çekmek için onları işsiz bırakan sisteme çalışan olarak alacaktır.

Tefecimiz artık işlerini büyütmüştür ve heryere yayılarak şubeler açmıştır. Fırıncı kazandığı para azaldığı için(tefeciliğin yayılmasıyla üretimin azalmasından dolayı) para biriktirmek zorunda kalmıştır, parasını tefeciye yatırarak çoğaltacaktır, fakat bu arada tefecinin borç verdiği kişide aslında müşterisidir, müşteri %3 faiz vermiştir(%1 fırıncıya,%2 tefeciye) ödediği faizden dolayı %3 oranında daha az ekmek alacaktır.

Diğer yandan yüksek miktarda para kazanan kasap, faizden para kazanmak varken çalışarak yorulmasına gerek kalmadığını düşünerek yüksek miktarda parayı tefecimize vermiştir. Üretim azalmıştır (Azalan üretimden dolayı ayrıca insanlar tüketim kredilerine başvurmaktadır), yatırım yapmayı düşünen bir müteşebbis tefecideki bu parayı almakta, kazanacağının garantisi olmadan yatırımını yapmakta, piyasadaki para tefecinin elinde olduğu ve ancak faiz(ek maliyet) karşılığında alınacağından bu yatırımlar olması gereken ölçüde talep görmemekte, kaybettiği takdirde kaybetmesi yetmiyormuş gibi onun para kaybetmesine sebep olan para hırsızlarına(tefecimize) haracını vermektedir. Kazandığı takdirde bu kazanılan parada hiçbir hakkı olmayanlara pay vermektedir.

Para kiraya verilemez. Para zaten kazanılan bir haktır ve herkesin çalışması oranında para kazanmaya hakkı vardır. Bu hak para karşılığı verilemez. Malın kiraya verilmesinde ise durum farklıdır. Bir evin kiraya verilmesinde ev kiracının hakkıdır, başkasının kiralanan ev üzerinde hakkı yoktur. Fakat kiraya verilen para ve onun kira getirisi üzerinde başkalarının hakkı vardır. Çünkü para bir mal değil araçtır.

Sisteme faiz girdikten sonra örneğimizdeki çiftçi zaten üretimden çekilmişti, daha sonra kasapta üretimden çekildi, fırıncı faize verdiği para nedeniyle zarar etti, müteşebbis yeterli talep bulamadı gelen talepten kazandığı parayıda haraç veya haksız pay olarak verdi. Bu örnekler milyonlarla çarpılınca ortaya inanılmaz büyük bir zarar ve sömürü düzeni çıkar.

İslamiyet insanların insanlar üzerinde tahakkümüne karşı çıkmış, her alanda adaleti sağlamak üzere gelmiştir. İslam her türlü sömürü düzenine karşıdır. Bu nedenle insanların zararına olan(hem Faiz yiyen hemde faiz veren açısından) faiz sistemini yasaklamıştır. Bu sistem açık bir suç sistemidir. İnsanların paraları sürekli bir şekilde çalınmaktadır. Daha sonra çalınan paraları haraç veya haksız pay (faiz) karşılığında iade edilmektedir. Para amacından saptırılmaktadır.

VERGİLER

Ekonominin tamamen üretime dayalı olmasından bahsettik. Faiz nedeniyle üretim imkanı varken üretimden çekilen bir kısım vardı. Vergilerin ise bir kısmı üretime giderken bir kısmı hizmete gider. Vergilerde önemli olan kamu harcamalarının gerektiği ölçüde olmasıdır. Ulusal güvenlik, iç güvenlik gibi hizmetlerin üretilmesi(Kamusal mal) gereklidir. Fakat vergi alarak, yani piyasadan para çekerek hiçbir üretimde, hizmette bulunmayanların faiz yiyenlerden hiçbir farkı yoktur. Bu yüzden vergilerin adaletli alınması(oran ve dağılım açısından) ve kamu harcamalarının verimli olması çok önemlidir.

Kısaca faiz sistemi çalışmadan para kazanmaktır. Faizin olmadığı sistemde para harcama veya yatırımlar yoluyla ekonomiye tekrar döner ve tekrar kendisine gelir, çünkü para beklerken artmaz aksine azalır(kesintilerle) bu nedenle parayı harcamamak veya yatırıma dönüştürmemek para sürekli azalacağı için zararlıdır. Paranın bu şekilde çalışmadan, haksız yere artmasındansa ekonomiye dönerek, eski sahibine daha büyük fayda sağlaması daha mantıklıdır, daha doğrudur. İşte bu yüzden faiz, riba haram; bey’(satış, üreterek para kazanmak) helal kılınmıştır (Üretim bir mal üretmek olabileceği gibi, ticaretini yapmak, hizmet üretmek, eğitimcilik yapmak, güvenliği sağlamak.. gibi sonuçta bir fayda sağlayan meşru faaliyetlerdir).

Riba, faiz hepsi aynı anlamdadır. Kısaca riba para ile ilgili haksız fazlalıktır, fazlalaşmadır.

Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere vermeyin.(Bakara-188)

Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. .(Bakara-275)

Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez. .(Bakara-276)

Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. .(Bakara-278)

Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun.Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz. .(Bakara-279)

İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekât veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.(Al-i İmran-39)

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.(Al-i İmran-130)

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.(Nisa-29)

Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.(Nisa-30)

Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.(Nisa-31)

Menedildikleri halde faizi almalarından ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemelerinden dolayı içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.(Nisa-161)

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti.”

Müslim, Müsâkât 25, (1579); Ebu Dâvud, Büyû 4, (3333); Tirmizî, Büyû 2, (1206); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2277).

Ebu Dâvud ve Tirmizî’nin rivayetlerinde şu ziyade vardır: “( faiz muâmelesine) şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da…”  

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak.”

Bir rivayette “…tozu ulaşacak” denir.

Ebu Dâvud, Büyû 3, (3331); Nesâî, Büyû 2, (7, 243); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2278).