Kategori: AYET TEFSİRLERİ

ÇELİŞKİLİ ZANNEDİLEN AYETLER-TALAK 4

1 – Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.

2 – Sürelerinin sonuna vardıklarında onları güzelce tutun, yahut güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahidliği Allah için yapın. İşte Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenen budur. Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır.

3 – Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.

4 – Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz (iddetlerinin nasıl olacağında tereddüt ederseniz), onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları, doğum yapmalarıdır. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

5 – Bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükafatını büyütür.(Talak/1-2-3-4-5)

Bu ayetleri almamın sebebi 4. Ayetin, İslama saldırmak için bahane arayanların çokça kullandıkları bir husus olmasıdır. Bunun yanında Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in haşa kadın düşkünü olduğu şeklinde çirkin iftiralar da atarlar. Kadın düşkününün kim olduğunu görmek istiyorlarsa çevrelerindeki gayri meşru ilişkilere bakabilirler çünkü günümüzde meşru ilişki nerdeyse istisna haline gelmiştir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.) 25 yaşında kendisinden 15 yaş büyük birisiyle evlenmiştir ve 25 yıl mutlu bir evlilik sürdürmüştür. Başkaları gibi eşini üzmemiştir ve

Sizin hayırlılarınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır (İbni Mace c. 1, s. 636)

Buyurmuştur.

İslama saldırmak cahillerin işidir, çünkü bilen, araştıran kimseler İslama saldırmak için bir gerekçe bulamazlar. Örneğin Müsteşriklerden Cariyle şöyle demektedir:

“O, 25 yaşında iken kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla evlendi ve onunla 25 yıl ömür sürdü. Kadınlara rağbet etmedi. Birden bire huyunu karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilir ki? Buna ben kendi hesabıma inanmam “.

Çamur atmak çok kolaydır. Allah’ın en sevgili kuluna bile çamur atmak çok kolaydır. Ama o çamur ona asla ulaşmaz, onların o necis ağızlarından çıkan çirkin iftiralarını kimse dikkate almaz. Onlar çamur attıkça kendileri çamurlarının, pisliklerinin içinde daha çok boğulurlar.

Peygamber Efendimiz(S.A.V.); onun kurduğu devlet dönemin en güçlü devletlerinden birisiyken ona denk bile olamayacak, küçük devletlerin bile başındaki insanlar krallar gibi yaşarken o nasıl yaşıyordu ibret olması açısından ilgili hadisler bakalım:

“Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Resûlullah’ın evinde en çok yiyecek bulunduğunda üç gün yetecek kadar olurdu, çoğunlukla bir ya da iki öğün yiyeceğimiz olurdu, bazen de hiç olmazdı.”

“Kâinatın Efendisi bir gün sert bir nesnenin üzerine yatmış uyuyordu. O sırada Hz. Ömer bir mesele için yanına gelmiş ve Kâinatın Efendisi uykusundan uyanmıştı. Yattığı yerden kalkınca üzerine yattığı omuzu açılmış ve yattığı yerin izleri sırtında çıkmıştı. Bu durumu gören Hz. Ömer son derece üzülmüş ve gözlerinden yaşlar akarken şöyle demişti:
Ey Allah’ın Resûlü! Sen ki, Allah’ın Resûl’üsün, sen ki âlemlere rahmetsin, sana güzel döşekleri olan, evler yapalım. Bak İran kisrasının saraylarına, bak Rum kayserlerinin saraylarına. Biz onlardan daha güzelini yaparız. Efendimiz: Ey Ömer! Benim durumum ile dünyanın durumu şuna benzer: Yolculuğa çıkan bir insan düşün, bir ağacın gölgesinde bir an dinlenmek için durmuş ve sonra yoluna devam etmiş. İşte ben o ağacın altında duran adamın durumundayım. Bu dünya kisraların, kayserlerin olsun. Âhiret hayatında Rabbimizin nimetleri bizim olsun istemez misin?”

“Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Onun giyeceği elbisesi yoktu, bazen elbisesini yıkadığımızda başka elbisesi olmadığı için, kurumasını beklerdi.”

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) gibi muhteşem bir zâta, eline geçen fırsatlar içerisinde bile  dünyaya hiçbir meyli olmayan mübarek bir zâta iftira atabilmek için ruh hastası olmak gerekir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in elde ettiği fırsatlardan onda biri onlara verilseydi o zaman kadın düşkünlerini görürdük. Müşrikler bu davandan vazgeç sana malımızı, mülkümüzü verelim, en güzel kadınlarımızı sana verelim derken o işkence görmeyi tercih etti, çünkü o haşa “kadın düşkünü” veya “mal düşkünü” değildi o davasına bağlıydı o Allah’a aşıktı. Bu iftiraları atanlar gibi paraya, makama, mevkiye, kadınlara düşkün değildi. Onlar Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e verilen imkanların, fırsatların onda birini bile göremezken o kendisine sunular bütün imkanları reddetmiştir ve özellikle Mekke Döneminde bildiğimiz o sıkıntılı, çileli, işkence dolu yılları tercih etmiştir.

4.Ayette geçen husus o dönemde Arap Toplumunda var olan bir uygulamadır, hatta hala bazı yerlerde uygulanmaktadır. Günümüzde modern bir toplumda böyle bir uygulama olamaz. Zaten ayetler “Ey Peygamber” ifadesiyle başlamaktadır.

Bu konunun eğitimle ilgili bir yönü de vardır:

 “Hz.Peygamber, Hz. Aişe ile küçük yaşta evlenerek onun, diğer hanımlarından daha iyi bir şekilde İslamî bilgileri kendisinden almasını ve Müslümanlara aktarmasını amaçlamış olabilir. Çünkü, diğer hanımları, hem yaşları hem de zeka seviyeleri bakımından Hz. Âişe ile kıyaslanamazlar. Hz. Âişe’nin, erken yaşlarda peygamber hanesine girmesinin en önemli nedeni bu olmalıdır diye düşünüyoruz. Bu küçük ve zeki kız sayesinde diğer sahabenin göremedikleri Hz Peygamber’in evinde meydana gelen olayların, özellikle kadınlarla ilgili özel meselelerin, Müslümanlara aktarılmasını ve Hz.Peygamber’in Müslüman kadınlarla olan bilgi alışverişini o sağlamıştır. Bundan dolayı, kaynaklarımızda yer alan İslam’i bilgilerin neredeyse tümü Hz. Aişe’den gelmiştir, diyebiliriz.” (Aişenin evlilik yaşı, Yrd. Doç. Dr. Mehmet AZİMLİ,İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003)

Günümüzde evlilik yaşı bellidir. Hitap “Ey Peygamber” ifadesiyle gelmiştir. Bu ne demektir, Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e gelen hitap üzerinden bize hitap gelmektedir, fakat bunların uygulanabilirliği bütün elçilere yönelik(“Ey Rasul” hitabı) hitaplardaki gibi değildir. Yani mahsus olabilmektedir, bu ayette olduğu gibi. Bu konu o dönemdeki örfe uygundur, günümüzde ise örfe tam olarak tersttir. O dönemde uygun olmasının da sebepleri vardır.

Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in evlilikleri iftira atmaya çalışanların hep hedefinde olduğu için bu konuyla ilgili bir alıntıyla bitirelim.

“Gerçekten de 25 yaşında iken evlendiği ve kendisinden 15 yaş büyük olan, Hz.Hatice ile 50 yaşına kadar yaşayan Hz. Peygamber, 50 yaşında iken yaşıtı olan Şevde ile evlenmiş ve çok evliliklerine 53 yaşından sonra başlamıştır. Evlendiği hanımlardan biri hariç tümü, ya dul ya da önceki evliliklerinden çocukları olan kadınlardır. Bu da, evliliğin ana saikinin “şehvet” olmadığını göstermektedir.

Hz. Peygamber’in çok evlenmesinde, siyasi amaçların ağırlıkta olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa ile evlenerek, Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer’le ilişkilerini güçlendirmiştir. Beni Mahzum’dan Ümmü Seleme ile evlenerek, İslam’a en büyük düşmanlığı yapan Ebu Cehil’in kabilesinin düşmanlığını önlemiştir. Ümmü Habibe ile evlenerek, Mekke lideri olan babası Ebu Süfyan’la ilişkilerini yumuşatmaya çalışmış, bir daha savaşta kendisinin karşısına çıkmamasını sağlamıştır. Benî Nadir liderinin kızı Safiyye ile evlenerek Yahudilerin düşmanlığını azaltırken, Benî Mustalik’in liderinin kızı Cüveyriye ile evlenerek de, bu kabilenin İslam’a girmesini sağlamıştır. Meymune, ile evlenerek Meymune’nin kız kardeşinin evli olduğu ünlü kabile lideriyle bacanak olmuş ve onlarla yakınlık sağlamıştır. Zeynep b. Cahş’la evliliğini, bir Cahiliyye adetini yıkmak için Allah istemiş ve Kuran’da bu konuyla ilgili ayetler indirmiştir. Diğer hanımı Zeynep binti Huzeyme ise, Hevazin’in çok güçlü bir kabilesine mensuptur.
(Aişenin evlilik yaşı, Yrd. Doç. Dr. Mehmet AZİMLİ,İslami Araştırmalar Cilt 16 Sayı 1/2003)”

AHZAB-50

Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(Ahzab/50)

Bu ayetlerle ilgili bazı yanlış yorumlarda bulunulmuştur. Bunlara cevap olması maksadıyla bu yazılmıştır. Bunlardan ilki bu ayetlerin Peygamber Efendimizin(S.A.V.) cinsel hayatıyla ilgili olduğu şeklindeydi. Peygamber Efendimizin(S.A.V.)den bahsederken maalesef akıllarına sadece bunlar gelmektedir. Bunların cevabını Peygamber Efendimizin(S.A.V.) güzel ahlakıyla vermektedir zaten. Peygamber Efendimizin(S.A.V.) 25 yaşında kendisinde 15 yaş büyük Hz.Hatice(A.S.) Validemizle evlenmiştir. Çokeşlilik hayatına 50 yaşından sonra başlamıştır ve eşlerine baktığımızda bunların zorunluluktan ve bazı hikmetlerden kaynaklanan evlilikler olduğunu görürüz. Kafaları sadece cinselliğe çalışan bu kişilere Peygamber Efendimizin(S.A.V.) güzel ahlakından ve onun ilk eşi Hz.Hatice(A.S.) Validemizin Ahlakından örnekler verelim:

Hz Hatice hicretten 68 yil önce asil bir ailede dunyaya geldi. Babasi huveylid kureysin servet sahibi buyuklerindendi. Annesi Fatima ise Mekkenin taninmis iffetli kadinlarindan sayilirdi. Hz Hatice cok temiz iffetli serefli bir hayat yasadigindan dolayi Tahire(temiz kadin) diye meshur olmustur. Hz Haticeye Mekkenin ileri gelen zenginlerinden Ebu Sufyan, Ebu Cehil vb bircok insan evlilik teklifi etmistir ama o insanligi parada, malda, servette aramiyordu. Onun aradigi insan adaletli, durust, sadakati olan insandi. Bunun icin Hz Muhammed Mustafayi taniyincaya kadar kimseyle evlenmek istememisti. Peygamberimizle tanistiktan sonra da kendisi bizzat Peygamber Efendimize evlilik teklifi etmistir. Hz Hatice kendisinden bir hayli yasli olmasina ragmen Peygamber Efendimiz onda gördugu namus iffet, seref, gibi insani degerlerinden dolayi onunla evlenmeyi kabul etmistir. Birtakim din dusmanlari Efendimizin Hz Hatice validemizle evlenme sebebi olarak onun servetini ileri surerler. Halbuki O Yuce Nebinin hayatini birazcik olsun bile okuyanlar Peygamber efendimizin dunya malinda asla gözunun olmadigini anlarlar..
Hz Hatice nin kölesi olan ve Hz Muhammed le (sav) ticaret seferine cikan Meysere isimli zat, yolculuk esnasinda Kureys Emini`nde gördugu kerametleri ve Sam rahibinden onun hakkinda duydugu sözleri Hatice`ye anlatirken Hz Muhammed`e karsi icinde asiri bir sevgi duyarak söyle diyordu :“ Yeter artik Meysere! Muhammed`e karsi sevgimi iki kat artirdin git seni azad ettim karinda senin olsun ayrica iki yuz dirhem iki at ve bir kiymetli elbiseyi sana bagisladim.“ Ondan sonra Meysere`den duyduklarini Arap bilgini Varaka b. Nevfel`e anlatiyor, Nevfel de “ bu kerametlerin sahibi Arabi Peygamber`dir“ diyordu.
Arap bilginlerinden olan Hz Hatice`nin amcazadesi Varaka`nin Tevrat ve Incil kitaplari hakkinda cok bilgisi vardi. Varaka defalarca söyle demisti :“ Kureys`ten bir kisi, Allah tarafindan insanlari hidayet etmek icin görevlendirilecek ve Kureys`sin zengin kadinlarin biriyle evlenecektir.“ Hz Hatice de Kureysin zengin kadinlarindan oldugu icin Varaka ara sira ona,“ birgun gelir ki yeryuzunun en ustun, en serefli erkegiyle evlenirsin.“ diyordu.
Birgun Hz Hatice ruyasinda gunesin Mekke uzerinde döndugunu ve yavas yavas asagi inerek onun evine girdigini gördu. Ruyasini Varaka`ya anlatti. Varaka o bnun ruyasini söyle tabir etti :“ Söhreti alemi tutacak buyuk birisiyle evleneceksin.“
Evlenmenin nasil gerceklestigi konusunda tarihcilerin cogu Hz Hatice`nin mesajini Aliyye kizi Nefise`nin su sekilde Peygamber Efendimize usaltirdigini yaziyorlar:
Ya Muhammed Nicin hayatini temiz bir esle aydinlatmiyorsun? eger seni guzellige servete, izzete davet edersem kabul edermisin? Peygamber efendimiz kimi kastettigini sordugunda “ Hatice`yi diye cevap verdi. Peygamber efendimiz söyle buyurdu :“Hatice razi olurmu? onunla aramizda cok fark vardir. Nefise,“Ben onu razi ederim, yeterki sen bir vakit tayin et de Hatice`nin vekili Amr b. Esed ile senin akrabalarin bir araya toplansinlar ve nikah merasimini yerine getirsinler“ dedi. Resulullah degerli amcasi Ebu Talipe danistiktan sonra, Kureys buyuklerinin de katildigi görkemli bir toplanti duzenlendi. Sonra nikah ahdi okundu ve mihriye olarak dört yuz dinar veya bazi rivayetlere göre yirmi deve tayin edildi ve böylece saadet dolu bir hayatin temelleri atilmis oldu. Hz Hatice ile Peygamber efendimizin evlilikleri 25 yil surdu. Ve Hz Hatice 65 yasinda iken vefat etti. Kabru Mekke`nin Cennet-i Mualla kabristanindadir. Hz Muhammed Hz Hatice hayatta oldugu surece kimseyle evlenmemistir-Hz Hatice`nin yasinin buyuk olmasina ragmen- Hz Hatice`nin Resulullahtan Fatima , Ummu gulsum Zeyneb ve Rukiyye adinda dört kizi, Kasim ve Abdullah adinda da iki oglu dunyaya gelmistir.
Hz Hatice Islam binasinin temilinde en buyuk ve en öncelikli pay sahibi insandir. Ve ilk muslumanda odur. Peygamber efendimiz Hz Hatice`nin vefatindan sonra 3yil kimseyle evlenmemistir.(http://www.agnostik.net/viewtopic.php?f=7&t=1682)

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) bir gününü nasıl geçirirdi:

“Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz sabah namazını kıldıktan sonra seccadenin üstüne uzanır, güneş doğuncaya kadar istirahat eder, sonra uzaktan yakından kendisini görmeye gelenleri kabul etmeye başlardı. Gelenler halka şeklinde etrafında toplanırlardı, O, çevresindekilere vaaz eder, öğütler verir, sorularını cevaplandırır, hattâ gördükleri rüyâları tabir ederdi. Bazen arkadaşlarına kendi rüyâlarını anlatırdı. Hem okul, hem meclis, hem de sohbet yeri olan mescitteki bu oturumlarda herşey konuşulurdu. Bir yandan cahiliyye devri konuşulur, bu devre ait şiirler okunur, öte yandan yeni İslâm devlet ve toplumunun sosyal, ekonomik, siyâsî meseleleri müzâkere edilir, ganîmet ve zekât dağıtılır, gelir ve gider durumu görüşülürdü.
Genellikle bu faaliyet kuşluk zamanına kadar sürerdi. Kuşluk vakti gelince (güneşin doğmasından bir iki saat sonra) Peygamberimiz (sav) dört, yahut sekiz rek’at kuşluk (duhâ) namazı kılar, sonra evine gelir, ev işleriyle meşgul olur, elbise ve ayakkabıları tamir eder, hayvanlarını sağardı.
İkindi namazından sonra eşlerini teker teker ziyaret eder, hal ve hatırlarını sorar, geceyi ise -genellikle- sırayla birinin yanında geçirirdi. Peygamberimiz’in (sav) evi, herbirini bir eşine tahsis ettiği, kerpiçten yapılmış, üstü hurma dallarıyle örtülmüş basit odacıklardan ibaretti. Geceyi geçireceği eve diğer eşleri de gelir, Peygamberimiz (sav) yatsı namazından dönünceye kadar aralarında görüşüp konuşurlardı. O (sav), namazdan dönünce herbiri kendi odasına çekilirdi; Resûlullah (sav) Efendimiz, yatsı namazından sonra oturup konuşmayı, vakit geçirmeyi sevmezdi. Yatmadan önce “İsrâ, Zümer, Hadîd, Haşr, Teğâbun, Cum’a” sûrelerinden birini okur, sonra dûasını yapar ve sağ tarafı üzerine yatar, sağ elini, sağ yanağının altına koyardı. Yatağı ya deri, ya hasır, yahut da basit bir yataktı.
Allah’ın ve ümmetin Sevgilisi Peygamberimiz Efendimiz (sav) gecenin yarısı, yahut üçte ikisi geçince uyanır, yastığına yakın bir yerde bulundurduğu misvakı (belli bir ağaçtan yapılmış bir nevi fırça) ile dişlerini ovar, sonra kalkar, abdest alarak -bütün ömrünce devam ettiği- gece namazını kılardı. Bu namaz on bir rek’attı, uzun zaman ayakta durduğu için ayaklarının şiştiği olurdu. Önceleri sekiz rek’atta bir oturduğu, sonra on bire tamamladığı halde, yaşlanınca iki rek’atta bir oturarak kılardı. Gece ibâdetini edâ edince bir süre daha yatağında uyur, sonra Bilâl sabah ezanını okurken uyanır, abdest alır, sabah namazının sünnetini odasında kılar ve cemâatle farzı edâ etmek üzere mescide giderdi. (Hayrettin Karaman, Hz. Peygamberin (sav) Aile Hayatı)”

Peygamber Efendimizin(S.A.V.) Evlilikleri zorunluluktan kaynaklanmıştır diyebiliriz. Tabiki eşleriyle severek evlenmiştir, ve evliliği boyunca onları sevmiştir, çünkü onların Peygamber Eşi olmaları tesadüf değildir. Müminlerin Anneleri, makamlarını tesadüfen elde etmiş değildirler, o makamı hak etmişlerdir. Ve o makamı güzellikleriyle değil üstün ahlaklarıyla kazanmışlardır. Onlar Peygamber Eşi’dir. Peygamber Eşi olma makamını hak etmeleri ulaşılabilecek en üst makama ulaşmışlardır anlamına gelmemektedir, kimin makamının daha üstün olduğunu Allah bilir. Makamlar kimin eşi olunduğuna bakılarak belirlenmez, fakat Peygamber Efendimizin(S.A.V.) eşi olmak takdir edileceği gibi herkesin hak edebileceği bir makam değildir, Allah katında belirli bir makamı olan kimseler Peygamber Efendimizin(S.A.V.) eşi olabilmişlerdir. Yine Sahabe Hanımlarından makamları çok yüksek olan kimseler vardır, bu eşlerine bakılarak tabiki belirlenmez bireysel olarak belirlenir.

“Peygamberimiz’in (sav) birden fazla kadınla evlenmesine, cinsî tatmin dışında sebepler aramak durumundadır. Biz bu sebepleri şu maddeler içinde görüyoruz:
a) Birden fazla kadınla evliliği Hz. Peygamber (sav) getirmemiştir. İslâm Allah Teâlâ’nın, Peygamberi (sav) için gerçekleştirdiği arzular, daha doğrusu O’na (sav) bahşettiği bazı özel izinler ve kolaylıklar doğrudan cinsî istek ve doyum ile ilgili olmayıp, taşıdığı ağır yükle alâkalıdır. O (sav), birçok kadını nikâhı altında tutarken veya yeniden evlenirken de çoğu kez cinsî arzu dışında maksatları gerçekleştirmeye, yüklendiği vazifeyi yerine getirmeye yönelmiştir.

Bilindiği üzere Hz. Hatîce, Resûlullah’a (sav) Zeyd isimli bir köle hediye etmişti. Peygamberimiz (sav) sonradan bu zatı hürriyete kavuşturarak evlatlık aldı (o zaman evlât edinmek serbest idi), sonra İslâm’ın getirdiği “insanların birbirine eşit olduğu” fikir ve inancını pekiştirmek için bu eski köleyi, kendi halasının kızı (asil bir aileye mensup bulunan) Zeyneb b. Cahş ile evlendirdi. Bu evlilik bir inkılâb mahiyetinde idi. Zeyneb önce bu evliliğe karşı çıktı ise de Peygamberimiz’in (sav) ısrarı üzerine kabul etti. Ancak bu evlilik yürümedi, taraflar sık sık birbirinden şikâyet ediyorlardı, Hz. Peygamber (sav) de kendilerine öğüt vererek sabretmelerini istiyordu. Sonunda bu işin yürümeyeceğini anladı ve Zeyd’e eşini boşaması konusunda izin verdi. Zeyneb Zeyd’den boşandıktan sonra, ikinci bir inkılâb hükmünü gerçekleştirmek ve bu arada Zeyneb’in vaktiyle kendisini kırmayarak eski köle Zeyd ile evlenme fedâkârlığını mükâfatlandırmak üzere onunla evlendi. Bu ikinci inkılâb da “evlatlığın gerçekte evlât olmadığını ve onun boşadığı eşi ile babalığın evlenmesinde bir sakınca bulunmadığını” ortaya koyarak bir cahiliyet inancını daha yıkmaktı.

İslâm kadını yüceltmiş, özelliklerine bağlı farklar dışında erkeğe eşit kılmış, aile ve toplum hayatı içinde yerini almasını sağlamıştır. Kadın istemediği bir kimse ile zorla evlendirilemez, istemezse -evlenirken şart koşmak suretiyle- kocasının ikinci bir kadınla evlenmesine mâni olabilir, gerektiğinde camiye giderek ibadet eder, öğrenim görür (bunlardan onu kimse mahrum bırakamaz), evin geçimi kocaya ve erkek yakınlarına ait olduğu için geçim tasası yoktur, ev işlerini gücü yettiği kadar yapar, kocası ve çocuklarından başkasına hizmet etmeye mecbur değildir, mirasta erkek kardeşinin aldığının yarısı kadar pay alır; fakat kendisi cihadla (askerlikle) yükümlü olmadığı, evin masraflarına ve evlenme masraflarına katılmadığı için aldığı yanında kalır, sonunda erkek kardeşinin aldığına eşit hale gelir, seçme (bey’at) ve danışmaya katılma hakkı vardır, toplum içinde kendi özellikleriyle bağdaşacak görevler alır ve hizmete katılır…

Peygamberimiz (sav) bütün evlilik hayatında eşlerinden birine bir fiske vurmamış, hakaret etmemiş, sevgi ve saygı göstermiş, ev işlerinde -gerektiğinde- onlara yardım etmiş, müslümanlara “kadınlar hakkında daima iyi davranmalarını, onları kendi akıllarınca düzeltmeye kalkmamalarını, maddî ve mânevî ihtiyaçlarını temin etmelerini tavsiye etmiş”, “iyileriniz, kadınlarınıza karşı iyi olanlarınızdır” buyurmuştur.

Sevgili Peygamberimiz (sav) kadınları (eşlerini) severdi, “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi (üç şeyi severim): Kadın, güzel koku ve namaz; ama benim gönlüm namazdadır” buyurmuştur. O eşlerini sever, onları mutlu etmeye çalışırdı, ancak sabahlara kadar da namaz kılar, günlerce -bazen iftar etmeden- oruç tutar, başta peygamberlik, toplumun liderliği ve devlet başkanlığı olmak üzere yüklendiği birçok görevi mükemmel bir şekilde yürütürdü. Peygamberimizin (sav) niçin birden fazla kadınla evlendiğini anlamak isteyenler önce şu gerçekleri bilmelidirler: Kendisi yirmi beş yaşında iken, kırk yaşında dul bir kadın olan Hz. Hatice ile evlenmiş ve yirmi beş yıl yalnızca bu eşi ile mutlu bir hayat yaşamışlardır. Kırk yaşından sonra Kureyş büyükleri, İslâm dâvasından vazgeçmesi pahasına kendisine başkanlık, kadın (kızlarını) ve servet teklif ettikleri zaman “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz, ya uğrunda ölmeden, yahut da hedefime varmadan bu dâvadan dönmem” demiştir. Hz. Hatice’den sonra, kendisi elli üç yaşlarında iken evlendiği ikinci kadın ise elli yaşında dul ve kimsesiz bir kadın olan Sevde idi. Bütün bunları iz’an ve insaf ile düşünen kimse, ister müslüman olsun, ister gayrimüslim, Peygamberimiz’in (sav) birden fazla kadınla evlenmesine, cinsî tatmin dışında sebepler aramak durumundadır.

İslamiyet geldiği zaman dünyanın birçok yerinde ve bu arada Arabistan’da erkekler birden fazla kadınla evli idiler. İslâm zaman içinde bir yandan kadına çeşitli haklar verip onun durumunu iyileştirmiş, diğer yandan zarûrî haller dışında tek kadınla evlenmeyi tavsiye etmiş, gerektiğinde birden fazla kadınla evlenmeyi ise yeterlik ve adâlet şartlarına bağlamıştır. Bütün bu ıslâhatın tamamlandığı zamanlarda, Peygamberimiz (sav) de -aşağıda sıralanacak sebeplerle- birden fazla eşe sahipti, O’nun (sav) boşadığı kadınlar da mü’minlerin anneleri olmakta devam edecekleri için başkasıyla evlenemezler, devamlı dul kalmaya mahkûm ve perişan olurlardı. İşte bu sebeple Efendimizin (sav) onları boşaması, kendileri için bir felâket demekti; nitekim Resûlullah (sav) bunu kendilerine teklif ettiği zaman içlerinden bir tanesi bile kabule yanaşmamıştır.
b) Kadınlarından bir kısmı ile evlenmesi onların İslâm uğrunda çektikleri meşakkatlere karşı bir mükâfatlandırma mahiyetindedir. Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Sevde gibi eşleriyle bu yüzden evlenmiştir. Bu hanımlar dinlerini koruma uğrunda Habeşistan’a göç etmişler, orada eşlerini de kaybederek dul kalmışlardı.
c) Birkaç eşiyle evlenme sebebi, onların kabilelerini İslâm’a kazanmak, aradaki düşmanlık duygularını dostluğa çevirmektir; Safiyye, Cüveyriye gibi hanımları ile bu yüzden evlenmiştir.
d) Ebû Bekir, Ömer gibi en büyük dostları ve yardımcıları kızlarını O’na (sav) teklif etmişler, kendileri de bunu uygun buldukları için Âişe ve Hafsa ile evlenmiş ve dostlarının arzularını yerine getirmişlerdir.
e) Resûlullah’ın (sav) en önemli görevi İslâm’ı ümmetine doğru bir şekilde aktarmak, öğretmek, yaşatmak ve gelecek nesillere intikalini sağlamaktı; ümmetin yarısı kadındı, onların da İslâm’ı ve bu arada aile hayatı ile ilgili ahkâmı bilmeleri gerekiyordu; birden fazla kadın, bir kadından daha çok bilgi edinme ve aktarma kaynağı demekti ve Allah Resûlü (sav) bundan da istifade etti, bugün elimizde bulunan birçok hadîsin ilk râvîleri O’nun (sav) sevgili eşleridir.
Eğer Peygamberimiz (sav) isteseydi yüzlerce kadınla evlenebilirdi, bunlarla sırf cinsî tatmin için evlense idi, birçoğu yaşlı dul kadınlarla değil, daima güzel ve çekici kızlarla evlenirdi. (Hz. Âişe’den başka kızla evlenmemiştir). O’nunla (sav) evlenmeye can atanların, nikâhı altında kalmak için her fedâkârlığa razı olanların ruh halini anlamak için O’na (sav), kafasını “cinsel dürtü” ile bozmuş insanların gözüyle değil, ümmetin gözüyle bakmak gerekir; ümmetine göre, O (sav), Allah sevgilisi, günahkârların şefâatçisi, eşsiz ve üstün örnek; insan, cin ve peygamberlerin Efendisi, kâinatın yaratılış sebebi, dışı insanlar ile, içi daima Allah ile meşgul, dünyanın en büyük dininin Peygamber’i ve Allah’ın insanlığa son elçisidir. Bugün dünyada yaşayan bir milyar müslümanın her gün kendisini, iman ve sevgi ile selâmladığı, dünya ve âhirette şefâatini dilediği yegâne kâmil insandır.

İnsânî duygular, siyâsî ve sosyal sebeplerle hayatını birleştirdiği eşleri, O’nun (sav) sâde hayatına ayak uydurmak zorunda idiler. Bu sebeple bazen hayatlarından şikâyetçi olur, bazen de birbirlerini kıskanırlardı; fakat Resûl-i Ekrem (sav) bir gün bile onlardan şikâyetçi olmamış ve kendilerine karşı sertlik göstermemiştir.

Eşleri arasında en çok Hz. Hatice’yi severdi; kendisi yirmi beş, o ise kırk yaşlarında iken evlenmişlerdi, buna rağmen yirmi beş yıl, yalnız Hatice ile iffetli ve mutlu bir hayat yaşamış, çok yaygın bir âdet olmasına rağmen onun üzerine ikinci bir kadınla evlenmemişti. Sevgili eşinin vefâtından sonra da onu hiçbir zaman unutmamıştı. En küçük bir hatıra ona olan sevgisini tazeler, sevgi ve rahmetle anmasına vesile olurdu. Hz. Hatice’nin vefatından sonra idi; bir gün kızkardeşi Hâle, Efendimiz’i (sav) ziyarete gelmiş, huzuruna girmek için izin istemişti. Sesi, Hz. Hatice’nin sesine benzediği için Peygamberimiz (sav) heyecanlanmış ve “bu gelen muhakkak Hâle’dir” demişti. Yanında bulunan Âişe bu durumdan üzülmüş, “ölen bir kadını böylesine hatırlamanın ne mânâsı var, Allah sana daha iyi zevceler verdi” demişti. Resûlullah’ın (sav) cevabı şöyle oldu: “Hayır, gerçek senin dediğin gibi değildir; herkes bana inanmadığı zaman bana inanan o idi, herkes Allah’a ortak koşarken o müslümanlığı kabul etmişti, benim hiçbir yardımcım yok iken o bana yardım ediyordu!”
Resûl-i zîşân Efendimiz (sav) Hz. Hatice’den sonra en çok Hz. Âişe’yi severdi; ancak bu sevginin yönlendiricisi ne çekicilik idi, ne de cinsî arzû! Çünkü Sâfiyye, Âişe’den daha güzeldi, güzellikte ondan geri kalmayan başka eşleri de vardı. Bu sevginin sebebi, Hz. Âişe’nin kabiliyeti, zekâsı, İslâm’ı anlama, yorumlama ve aktarmadaki başarısı idi. Peygamberimiz (sav) “Bir kadın dört şeyi için seçilir: Malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı; siz kadının dindar olanını tercih ediniz” buyurmuşlardır. Kendileri de tercihlerinde bunu dikkate almışlardır. Hz. Âişe ictihad kafasına sahip, görüp işittiğini iyi kavrayan, kavradığını iyi yorumlayan bir kadındı. Ashâb ile dînî konular üzerine girdiği tartışmaların çoğunda kendisi haklı çıkmıştır (Bu konuda Zerkeşî’nin müstakil bir eseri vardır).

Efendimizin (sav) eşleri arasında arasıra meydana gelen sürtüşmeler kalıcı olmaz. Muhterem Eşlerinin, eğitimi sayesinde temizlenmiş gönülleri, kötü duygulara kısa zamanda galip gelir, dostlukları avdet ederdi. Her gün bir araya gelip yatsı sonuna kadar Peygamberimizi (sav), sırası gelenin odasında beklemeleri de bunu göstermektedir. Hz. Âişe’nin, münafıklar tarafından ortaya atılan bir iftira ile suçlandığı sırada -meşhûr deyişimizle kuması olan- Zeyneb’in onun lehinde şahitlik etmesi bu dostluğun bir başka delilidir.

Hz. Âişe, Sevgili Eşine (sav) karşı beslediği aşırı muhabbet sebebiyle sık sık kıskançlık duygusuna kapılır, bazen bunu yenemeyerek sert çıkışlar yapardı. Böyle bir davranışının üzerine babası Ebû Bekir gelmiş, onu azarlamak istemiş, fakat Peygamberimiz (sav) bunu önlemişti. Ebû Bekir kalkıp gitti, bir süre sonra tekrar uğradığında karı-kocanın barıştıklarını, sevgi içinde sohbet ettiklerini görmüş ve “demin kavganıza katıldık, şimdi de barışınıza katılalım” demişti.

Tarih boyunca birçok büyük insan, yüce hedeflere erişebilmek için dünya menfaatlerine, rahat ve huzura arkasını dönmüş, büyük çileler çekmişlerdir. Bu sıkıntılı ve çileli hayatı, sevdiklerine yaşatmamak için bunların çoğu bekâr kalmayı tercih etmiş, kadın ve çocuk sevgisinden mahrum yaşamışlardır. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bu konuda emsalsiz bir örnektir; O (sav), hem çilelerin en büyüğünü yaşamış, hem evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, hem de -çoğu servet ve refâh ortamında yetişmiş- eşleri ile çocuklarına, diğer müslümanların altında bir refah yaşatmıştır. Fetihler İslâm toplumuna servet akıtmaya başlayınca, eşleri bundan pay istemişler, O (sav), buna karşı çıkarak “ya ben, yahut da dünya zineti ve zevkleri” demişti. Eşsiz eğitiminin tesiri iledir ki hepsi O’nu (sav) tercih etmiş, birer kat elbiselerini ve kerpiçten odaları içinde birer gönül sultânı olarak yaşamışlardı. Olayı Kur’ân âyetlerinden takip edelim: “Ey Peygamber, eşlerine şöyle de: Eğer dünya(nın parlak) hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle (gönül hoşluğu) ile serbest bırakayım. Eğer Allah’ı, peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız bilin ki, Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” Resûl-i Ekrem (sav) bu zühd hayatını yaşarken zorlanmıyordu. Çünkü insanlara maddî varlığın ve zevklerin bahşettiği huzur ve mutluluğu O (sav), sevdiği Rabbi ile, bir an kesintiye uğramadan devam eden beraberlikte buluyor, “bu kadar açlık ve susuzluğa nasıl dayandığını” soranlara “O beni yedirip, içiriyor” cevabını veriyordu. Bu ruh halini ve kemâlini, yirmi üç yıllık eğitimcilik hayatında, başta ailesi ve yakınları olmak üzere ashâbına da aktarmaya çalışmış ve büyük ölçüde başarılı olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sav) dünya menfaat ve zevklerine hor bakan hayatı ile, kendisinden sonra gelecek olan devletlilere de örnek olmak istemiştir.

Örnek İnsan, Yüce Peygamber (sav) ev idaresi ile bizzat meşgul olmaz, eline geçeni, evine gelmeden son kuruşuna ve parçasına kadar ümmete dağıtırdı. Kendisi ve âilesi, Hayber civarındaki küçük arâziden elde edilen gelir ile geçinirlerdi. Evin idaresini Hz. Bilâl yürütürdü, bir gün kendisine Hz. Peyamber’in (sav) âilesinin nasıl geçindiğini sordular. Bilâl şöyle anlattı: “Resûlullah’ın (sav) evinin idaresini ben yürütüyordum. Kendileri çok sâde ve yoksulca bir hayat sürerlerdi. Bununla beraber hiçbir misafiri çevirmez, onlara bazen bizzat hizmet ederdi. Eve bir yoksul gelir de yardım isterse olanı verirdi, evde birşey bulunmazsa beni gönderir, ödünç buldurur ve yoksulu yine boş çevirmezdi.”

Resûl-i Ekrem (sav) ümmetini, evlenip çocuk sahibi olmaya ve çoğalmaya teşvik etmiş, çocukları sevmiş ve herkesin sevmesini istemiştir. Kendileri deve üzerinde bir yerden gelirken çocukları görürse onları devesine alır ve sevindirirdi. Çocukları sevdiği için rastladığı yerde selâm verir, böylece hem onları sevindirir, hem de eğitirdi.

O’nun (sav) çocuklara karşı sevgisi ve merhameti, yalnızca müslüman çocuklarına ait değildir. Bir savaşta, iki birlik arasında kalan birkaç çocuk ölmüştü. Sonradan Resûlullah (sav) durumu haber aldı ve son derece üzüldü. Ashâb O’nun (sav) bu derecede üzüldüğünü görünce “Ey Allah’ın Resûlü (sav)! Niçin bu kadar üzülüyorsunuz, onlar nihayet kâfir çocukları değil mi?” dediler ve şu cevabı aldılar: “Bu çocuklar, Allah’a ortak koşan kâfirlerin çocukları da olsalar sizden daha iyidirler; dikkat ediniz, çocukları öldürmeyiniz, asla çocukları öldürmeyiniz! Her insan, Allah’ın insan nev’ine verdiği özellikler (fıtrat) ile doğmaktadır!”

Mü’minlerin “Fâtıma Anamız” diye en az kendi anaları kadar sevdikleri bu büyük kadının çeyizi “bir yatak, bir yatak çarşafı, iki el değirmeni (un ve bulgur için) ve bir su tulumundan ibaret idi.
Resûlullah’ın (sav) çok sevdiği bu iki aziz varlık mutlu, fakat yoksul bir hayat geçirdiler… Aile hayatında kaçınılmaz olan kırgınlıklar olursa Sevgili Babaları (sav) hemen gelir, onları barıştırır, neşe ve mutluluklarını görünce mesut olarak ayrılırdı. Birgün böyle bir barışma dönüşünde kendisine sevincinin sebebini sormuşlardı, “en çok sevdiğim iki kişiyi barıştırdım” cevabını verdi.

Allah Sevgilisi’nin (sav) bu ölçüde sevdiği kızı unu kendi eliyle öğütür, bu yüzden elleri yaralanırdı, evinin suyunu taşır, bu yüzden göksü yara olurdu, evini barkını süpürür, toz toprak içinde kalırdı, ekmek ve yemeğini kendi pişirir, dumana boğulurdu. Bu hal müslümanlar fakir iken böyle olduğu gibi, servete kavuştuktan sonra da böyle devam etmiştir. Bir gün karı koca aralarında dertleştiler; Hz. Alî su taşımaktan göğsünün yara olduğunu söyler, eşi de un öğütmekten elinin yaralandığını dile getirir, Hz. Alî “babana bugünlerde birçok esirler geldi, gidip bir tane hizmetçi istesen” der, eşi de bunu uygun görüp babasına gelir. Babası (sav) “hayır ola kızım, bir isteğin mi var?” diye sorunca utanır, isteğini söyleyemez ve “babacığım sizi görmek ve selâm vermek için geldim” diyerek evine döner. Bu defa Hz. Alî de yanına katılır, birlikte tekrar gelirler ve durumlarını arzederek bir hizmetçi isterler. Yüce Peygamber (sav) onlara “Suffe ehli ve diğer yoksullar sizden daha muhtaç, size veremem” der, çaresiz dönerler. Resûl-i Ekrem (sav) işlerini bitirince, gönüllerini almak üzere evlerine gelir, bu sırada yatmışlardır. Üzerlerinde kısa bir yorgan vardır, başlarına çekseler ayakları, ayaklarına çekseler başları açıkta kalır, Sevgili Babaları’nı görünce fırlarlar, O (sav), “sakın kalkmayın” der, gelip yanlarına oturur ve şöyle buyurur: “Size, hakkınızda, sizin benden istediğinizden daha hayırlı olacak bir şey (bilgi) vermeye geldim, bunu bana Cebrâîl öğretti, yatacağınız zaman otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört defa da Allahuekber deyiniz”. Evet hizmetçi çalıştırmanın birçok maddî ve mânevî sorumlulukları vardı. Bir Peygamber kızına bunları taşımak ve belki de üzerinde kul hakkı bulunarak Rabbine kavuşmaktan çok, çileli hayatın içinde pişmek, bitip tükenmez dünya işleri arasında devamlı Allah’ı anmak ve ebedî hayatta Babası’nın (sav) meclisine lâyık olmaya çalışmak yakışırdı.

Peygamber hanesinde hâkim olan sade hayat, O’nun çocuklarının evlerinde de görülmeli idi. Nitekim Hz. Fâtıma’ya kocası bir altın gerdanlık hediye etmişti. Peygamberimiz (sav) bunu görünce -doğrudan kendisine bir şey söylemeyip- Hz. Âişe’ye: “Herkesin, Peygamber’in kızı Fatma’nın boynunda alevden bir halka gördük” demelerini kabul eder misiniz?” demiş, Hz. Fâtıma bunu duyunca derhal gerdanlığı sattırmıştı. Onlar Peygamber hanımları, peygamber çocukları idi, diğer müslümanlardan farklı olmalı idiler; ancak bu fark, başkalarından daha zengin, daha müreffeh olmak şeklinde değil, başkaları açlıktan karınlarına bir taş bağlarken onlar iki taş bağlamak, başkaları doymadan doymamak, başkaları zînetler içinde dolaşırken onlar sade yaşamak suretinde gerçekleşecekti.

O’nun (sav) engin sevgi gölgesinin, torunlarının üzerine düşmemesi düşünülemezdi. Onları sık sık görür, sever, gönüllerini alır, gerektiği zaman avuturdu. Kızı Zeyneb’den olma torunu Ümâme küçüktü, Peygamberimiz’in (sav) yanında bulunuyordu, Sevgili Dede çocuğu bir şeyler ile oyalayıp namaza durmuştu, başını secdeye koyunca çocuk koşarak geldi ve sırtına bindi, merhamet ve şefkat kaynağı Yüce Peygamber (sav), namazının geri kalan kısmını çocukla tamamladı, kalktıkça düşmesin diye onu bir eliyle omuzunda tutuyor, secde ettikçe bırakıyordu.(Hayrettin Karaman, Hz. Peygamberin (sav) Aile Hayatı)”

Peygamber Efendimizin(S.A.V.) Eşlerine baktığımız zaman, onların ne kadar nadide ne kadar mükemmel insanlar olduklarını görüyoruz. Hepsi bütün müminlerin annesi olma ve Peygamber(S.A.V.) Eşi olma şerefine erişmişlerdir.

Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O’nun hanımları da onların analarıdır..(Ahzab-6)

“1. Hatice (r):

Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamberin yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir:

“Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin.”

Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir.

Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

2. Sevde binti Zem’a (r):

Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, onunla evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.

3. Aişe (r):

Resulullah’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz.Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilecek yaratılışa sahip bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilirdi. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye çalışıyordu.

O’nun Hz. Aişe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara beraberce katlanan, mağara arkadaşı Hz. Ebubekir için en büyük bir mükâfat idi.

4. Hafsa binti Ömer (r):

Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha sonra da duruma şahit olan Allah Resulü fazla beklemeden O’nunla evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruretlerin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz. Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.

5. Zeynep binti Huzeyme (r):

Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizlik zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamberi, onu da nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikten iki yıl sonra da vefat etmiştir.

Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması elbette mümkün değildir. Bu evlilikteki tek gaye de, yalnız başına kalan birisine bir yardım eli uzatmaktan ibarettir.

6. Ümmü Seleme (r):

Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı hicret yolculuklarında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz. Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder.

Daha sonra evlilik teklifini Resulullah yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiyle unutmuş, hiçbir zaman gerçek bir babayı aratmayacak bir babaya kavuşmuş oldular.

Ümmü Seleme de Hz. Aişe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesine kabul ediliyordu.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resulullah’ın, bir sürü çocuğu olan, bir dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.

7. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r):

Mekke’de küfrün bayraktarlığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetinde imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bu esnada kocası önce Hristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü durumu öğrenince Necâşi’ye haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanmasını istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı, Necâşi huzurunda kıyılmış oldu.

Şayet Hz. Peygamber böyle yapmayacak olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya Hıristiyanlardan yardım dileyecek, ya da kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel yolu seçmiş oluyordu.

Bu evlilik vesilesiyle, o gün için Müslümanların ve Peygamber’in azılı düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlara yaptığı işkenceyi hafifletmiş, içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmelerini kolaylaştıran bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu.

Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiyle Müslümanlara yapılan işkenceyi hafifletme ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana gelmesine vesile olma vardır.

8. Cüveyriye binti Hâris (r):

Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır.

Resulullah’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.(Sorularla İslamiyet)”

Safiyye binti Huyey(R.A.) Validemiz ile ilgili maalesef yanlış bilgilerle karşılaşabiliyoruz. Safiyye Validemiz Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in tebliği kabilesine ilk ulaştığında da zaten iman etmişti. Aslında babasıda onun Peygamber olduğunu biliyordu, kendiside buna şahit olmuştur.

Safiyye binti Huyey(R.A.) Validemiz, Hz.Harun(A.S.) neslinden gelen mübarek bir kadındır, onun muhacirlerden ve ensardan farkı yoktur, Allah ve Rasulunun yolunda herşeyini feda etmeye  hazırdır. Babası onu almaya geldiğinde o Peygamber Efendimizle(S.A.V.) kalmayı tercih etmiştir. İslama düşmanlığı olsaydı rahatlıkla Peygamber Efendimiz(S.A.V.)i zehirleyebilirdi. Safiyye binti Huyey(R.A.) Validemizin yemeklerinin  çok meşhur olduğunu hatırlatalım.(Bilinmeyen konularda atıp tutmak kolaydır, zor olan araştırmaktır)

“Safiyye binti Huyey, Hayber’de, soyluluğu, güzelliği, iyi ahlâk ve namusluluğu ile herkesçe beğenilirdi. Hayber’de ilk önce meşhur bir şair ve kumandan olan yahûdi Sellam bin Mişkem ile nişanlandı. Bundan ayrılarak, Hayber’in en meşhur kalesi olan Şemmus kalesinin, çok zengin kumandanı Kenane bin Hakik ile evlendi.

Hz. Safiyye, Kenane ile evliyken, rüyasında; Ay’ın, onun odasına düştüğünü görmüştü. Bu rüyasını kocasına anlatınca; Kenane, “Sen ancak Hicaz’ın meliki Muhammed’i istiyorsun” deyip, yüzüne bir tokat attı. Gözü morardı. Peygamber efendimiz, Hayber’i 629 senesinde fethetti. Safiyye’nin babası ve kocası öldürülüp, kendisi de esir edildi.

Esirler paylaşılınca, Safiyye de âlemlere rahmet olarak yaratılan Peygamber efendimizin hissesine düştü. Peygamber efendimiz, Safiyye’yi azat etti. Bunun üzerine Safiyye, seve seve iman edince, Resulullahın nikâhıyla şereflendi. Bütün müslümanların annesi oldu.

Sehba mevkiinde düğünü yapılıp, kavun ve hurma velime [Düğün yemeği] olarak verildi. Gözünün morarmasına, Resulullah efendimiz, “Nedir bu iz?” diye buyurunca, şöyle arz etti:

– Bir gece rüyamda sanki Ay gökten inip, koynuma girmiş görmüştüm. Kocam Kenane’ye anlattım. ‘Sen şu üzerimize gelen Arap melikinin hanımı olmaya göz dikmişsin’ diyerek yüzüme bir tokat vurdu. O tokatın izidir.

Hz. Safiyye İslâmiyetle şereflenince, çok samimi bir müslüman oldu. Vaktini ibadet ve zikir ile geçirdi. Zinet eşyası fazla olduğundan, bunu Peygamber efendimizin hanımları arasında paylaştırdı. Çok yardımsever olup, daima fedakârlıklarda bulunurdu.

Peygamberimize karşı çok büyük muhabbeti vardı. Peygamber efendimizin hastalığında dedi ki:

– Ey Allahın Resulü! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim.

Hz. Safiyye akıllı, halim, selim ve ağırbaşlı bir hanımdı. Hakkında şu hadise anlatılır:

Metanetini bozmadı

Müslümanlar Hayber’i fethettiklerinde, Safiyye, akrabaları ve ahalisi esir edilmişti. Peygamberimizin yanına getirilirken, yahûdilerin cesetlerinin bulunduğu yerden geçmek zorunda kalındı. Hz. Safiyye’nin yanında bulunan kadın bağırıp, çağırarak, başına toprak attı. Fakat, o metanetini bozmadı. Hatta, geçerken kocasının cesedini de gördü. Fakat, istifini bile bozmadı.

Hz. Safiyye çok cömertti. Eline geçenleri dağıtırdı. Vefatında bir evi kalmıştı. Emlakının üçte birini yeğenine, kalanı da fakirlere sadaka olarak verilmesini vasiyet etti.

Hz. Safiyye, Hz. Harun’un neslindendir. Annesi Berre binti Semvan idi. Baba tarafından Benî Nudayr ve anne tarafından da yahûdilerin Benî Kureyza aşiretinin ileri gelenlerindendi. Babası Huyey bin Ahtab, Arabistan’daki bütün yahûdilerin başı sayılırdı. Annesi Berre’nin babası Semvan Arabistan’da şecaat ve cesareti ile şöhretliydi.

Hz. Safiyye’nin Hayber’de 611 senesinde doğduğu tahmin edilmektedir. Medine’de 671 senesinde, altmış yaşında vefat etti.”

“Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r):

Resulullah İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyelerle birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye, Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Bunlar Medine’ye varınca, Resulullah Mariye’yi kendisine almıştı. Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu hanımındandır.

Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun sebeplerinden birisi de, kendi milletlerinden olan bir kadının, Hz. Peygamber’le evli oluşudur.

Meymûne binti Hâris (r):

Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber’in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz’in amcası Abbas, Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymûne, Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkeliler: “Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor.” yorumunu yaptılar.

Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkeliler’e karşı bir jest yapma vardır.(Sorularla İslamiyet)”

Hz. Zeyneb bînti Cahş (ra) a geldiğimizde, Hz.Zeyneb bînti Cahş(ra) ile ilgili günümüzde oldukça rahatsız edici çirkin iftiralar atılmıştır. İslamiyete karşı çıkıp bunu yeterli bir araştırmaya, tam bir bilgiye dayandıran görülmemiştir, zaten bu mümkün değildir. İslamiyete karşı atılan bütün iftiralar, karşı çıkışlar, cahilliğe dayanır veya sahtekarlığa dayanır(Bilim sahtekarlığında olduğu gibi). Yine bu iftiralarda da tam bir cahillik görüyoruz ve İslamiyet öncesine neden Cahiliyet Devri dendiğini tekrar anlıyoruz. Aynı Cahiliyet Devrini bugünde yaşayanlar mevcuttur.

Hz.Zeyneb bint Cahş(ra), Peygamber Efendimizi(S.A.V.) halasının kızıdır. Peygamber Efendimiz(S.A.V.) İslamiyette herkesin eşit olduğunu göstermek için onu azadlı kölesiyle ısrarla evlendirmiştir. Yani bu evliliğin sebebi Peygamber Efendimizi(S.A.V.)dir. Evlatlık konusuna gelirsek İslamda evlatlık  zaten yoktur. Peygamber Efendimizi(S.A.V.) isteseydi daha önceden kendisiyle evlenebilirdi. Bu evlilik ile iki önemli husus gösterilmiş oldu. Birincisi İslamda Evlatlığın olmadığı, ikincisi eşitlik konusuyla ilgilidir. Hz.Zeyneb bint Cahş(ra) soylu bir aileden gelmektedir, Zeyd bin Harise(R.A) azadlı bir köledir. Böyle bir evlilik o dönemde imkansızdır, hatta o dönemdeki bütün toplumlarda imkansızdır, İslamiyet bu anlamda eşitliği getirmiş ve bunu uygulamalı olarak göstermiştir.

Yukarıda İslama karşı atılan bütün iftiraların cahilliğe dayandığını belirtmiştim. Bunun bir örneğini daha yazının ilerleyen kısımlarında  göreceğiz.

Yukarıdaki ayette ganimet kelimesinin neden doğrudan verildiğini açıkçası anlayamadım “ihsan edilen, verilen” anlamı daha doğru olacaktır. Bu ayet ile ilgili savaşta esir edilen kadınların müminlere helal kılındığı bununda tecavüz anlamına geldiği iddia edilmiş. Öncelikle bu ayet Peygamber Efendimiz(S.A.V.) ile ilgilidir. Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in savaş esirlerinden olan hanımlarıyla ilgili uygulaması konusunda, bu ayetin uygulaması ile ilgili yukarıdaki bilgilere bakabilirler. Kendi istekleriyle Peygamber Efendimizin(S.A.V.) yanında kalmışlardır, Peygamber Efendimiz(S.A.V.) onları serbest bıraktığı halde.

Savaş esirleriyle ilgili İslamdaki uygulama nedir ilgili ayetlere bakarsak:

Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman onlara üstün gelene kadar boyunlarını vurun, onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayıp esir alın. Sonra harp ağırlıklarını atana kadar onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. Allah’ın emri budur. Eğer Allah dileseydi onlardan başka türlü de intikam alırdı. Fakat böyle olması sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.(Muhammet-4)

Savaş sonrası elde edilen cariye şeklinde bir tabir burada da yoktur. Örneğin Mariye Validemiz(R.A.) Mısır Hükümdarı tarafından Peygamber Efendimize(S.A.V.) hediye edilmiştir. Savaş sonucu elde edilmemiştir. Yolda Müslüman olmuş Peygamber Efendimiz(S.A.V.) kendisini azad etmiş ve kendisiyle  evlenmiştir. Ahzab 50. Ayetin kapsamına bu da girer, neden ganimet tabiri zorla kulanılmıştır meallerde anlam veremedim, Peygamber Efendimize(S.A.V.) cariye olarak ihsan edilen ve özgürlüğüne kavuşarak evlenen Mariye Validemiz(R.A.) ganimet olarak gelmemiştir.

Cariye ve kölelerle ilgili hükümlere geldiğimizde kurandaki ayetlerin tamamı ele alınmalıdır. Bu ayetlerin birbirleriyle çelişkili oldukları anlamına gelmez, birbirlerini tamamladıkları anlamına gelir. Herhangi bir konunun tartışılmasında rastlanan problemlerden birisi de budur. Sadece tek bir açıdan yaklaşan dolayısıyla yetersiz kalan kimseler kendilerini de inandırarak belli bir konunun tartışılmasında yetersiz duruma düşebilmektedirler. Eğer bir kimse bir konuda ortaya bir fikir atacaksa öncelikle kendisini baştan şartlandırmamalıdır, önyargılı olmamalıdır, yargısına araştırmasından sonra karar vermelidir, her açıdan konuya yaklaşmalı ve sonuçları objektif bir şekilde ve gizlemeden tam olarak açıklamalıdır. Bu yazının yazılmasına sebep olan ayet ile ilgili yanlış fikirleri ortaya atanlar, saydığım hususların tam tersini yapmışlardır. Köleler ve cariyelerle ilgili bütün ayetler bütün olarak değerlendirilir, aynı zamanda bu konuyla ilglili diğer ayetler de değerlendirilirken bu ayetlerle birlikte anlaşılacaktır.

24 – Bir de sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. Bütün bunlar Allah’ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunların dışında kalanlar ise iffetli olarak zina etmeksizin mallarınızla mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz size helal kılındı. O halde onlardan nikah ile faydalanmanıza karşılık mehirlerini kendilerine verin ki, bu farzdır. O mehri takdir edip kesinleştirdikten sonra birbirinizi razı etmenizde bir mahzur yoktur. Şüphesiz ki Allah her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

25 – Sizden her kim hür mümin kadınları nikah edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikahlamak var. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz. O halde sahiplerinin izni ile ve mehirlerini örfe göre vermek suretiyle cariyelerden iffetli olan, zina etmeyen, dost da edinmeyenlerle evlenin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar hakkında gerekli bulunan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir. Bu hükümler, içinizden günah işlemekten korkanlaradır. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah Gafûrdur, Rahimdir (çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir).(Nisa-24/25)

Meallerde harb esiri olarak geçer fakat ayette harb esiri şeklinde geçmez, yukarıda bahsettiğim gibi kurandaki bütün ayetler bütün olarak düşünülür. Harp esirleriyle ilgili ayeti yukarıda verdim, harp esirleriyle ilgili hüküm bellidir, ya karşılıksız serbest bırakılır ya da fidye karşılığı serbest bırakılır. Ayeti olduğu gibi almayıp üzerine yorumlar katarak ve bunu parantez içerisine almadan meal verildiğinde sıkıntılarla karşılarız, böyle bir meali ilk gördüğümde böyle olamaz diye düşündüm ve aslını okuduğumda tahmin ettiğim gibi öyle olmadığını gördüm, harp esirleriyle ilgili bir anlamı vardır fakat bu alt anlamdır, özellikle harp esirleriyle ilgili olsa doğrudan harp esirleri şeklinde geçer dolayısıyla parantez içerisinde verilmelidir. Ayetin başında geçen kelimelere baktığımızda “muhsanat” kelimesi geçer, “evli kadınlar” anlamına gelebildiği gibi “iffetli kadınlar” veya “hür kadınlar” anlamına da gelebilir. Bu kökten gelen anlamları incelersek daha iyi fikir sahibi olabiliriz: “muhafazalı bir yerde himaye etmek, yer sağlam ve iyi tahkim edilmiş olmak, kadın iffetli olmak evlenmek, bir şeyi korumak, himaye etmek, bir yeri muhkem sarp kılmak, kadını haramdan korumak, kale siper edinmek, iffetli kadın, evli kadın, dokunulmazlık”

Evli kadın özel olarak “mutezevvice” şeklinde ifade edilir. Ama bu yeterli bir ifade değildir “muhsanat” ifadesi daha kapsamlı ve evliliği anlatan bir kelimedir. Yukarıdaki anlamlara bakarak ilk ayette, ayetin başında geçen “muhsanat” kelimesinden “himaye altında, evli, iffetli” anlamlarını çıkarırız, fakat cariyelerde himaye altındadır(evlilik bağı olmadan) dolayısıyla onların bu ifadeden ayrılması gerekir ve dolayısıyla onlarla evlenilebilir(evlenmeden birlikte olunamaz daha sonraki ayette gördüğümüz gibi). (Muhsanat kelimesi ile ilgili bir husus daha vardır fakat anlatılması uzun süreceğinden ve karışık bir konu olduğundan konuyu dağıtmamak adına değinmiyorum)

Harp esirleri konusuna geldiğimizde onlara kesinlikle dokunulamaz, evlenme konusunda rıza şartı vardır, rıza olmadan taraflar evlenemez. Eğer harp esiri olan kadın daha önce evliyse bu evlilik bağı kadının rızasıyla bitirilerek yine rızasıyla yani kendi isteğiyle evliliğe dönüşebilir. Esir olma hali zaten geçicidir, karşılıksız veya makul bir fidye karşılığı özgürlüğüne en kısa zamanda zaten kavuşmaktadır.

Evlilik ile ilgili geçen “muhsinin gayra musafihin” gibi ifadeler evliliğin nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır, yukarıda bu kökten gelen anlamları açıkladım. “Musafihin” kökünden gelen anlamlara da bakarsak: “Suyu veya gözyaşını dökmek, gereksiz iş işlemek, metres hayatı yaşamak, zina etmek”. Bu bilgilerle baktığımız zaman ayete göre, bir önceki ayetle birlikte haram sayılanlar dışında kalanlarla mallarımızla aramak şartıyla yani himaye şartından dolayı ve mehir verilmesi farz olduğundan dolayı, korumak, himaye altına almak, iffetli bir şekilde muhkem ve sarp bir kale gibi yıkılmaz, kalıcı bir tarzda gereksiz, boşa dökülen, israf edilen bir kaptaki su gibi değil, kalıcı, sapasağlam, gerekli, faydalı tarzda ve bu evlilik sonucunda eşlerin oluşturdukları bu muhkem kaleyi dışarıya karşı korudukları bir tarzda olmalıdır. Evliliği anlatan kelime çok basittir “tezevvüc” bundan evlilik anlaşılır, fakat yeterli değildir, Rabbimiz iki kelimeyle evliliğin nasıl olması gerektiğini bize açıklamıştır, bu iki kelimeyi yoksayarsak mut’a nikahını helal sayan sapık fırkaların yolundan gitmiş oluruz ki bu ayetlerin bir kısmına inanmış işlerine gelmeyen kısma inanmamış olmaktadırlar. Bu saydığımız hususlar dahilinde farz olan mehirleri ödenir, mehir kısa süreli istifade içinde ödenen ücret gibi değildir ayette  geçen önceki hususlar dikkate alınmazsa öyle bir anlama gelebilir, fakat ayetten anlaşıldığı gibi bu ilişki geçici olamaz muhkem, sağlam, kalıcı, kapalı ve himaye altında olmalıdır.

32 – Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.

33 – Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.(Nur-32/33)

Bu ayetlerde de evlilik ile ilgili konuları görüyoruz.

Kısacası cariyelik, kölelik gibi hususlar İslamda kaldırılmıştır, bahsetmeye çalıştığımız savaş sonrası esirler ile ilgili konulardı, bununla ilgili ayetleri ve açıklamaları da verdik. Köleler ile ilgili hususların geçtiği başka bazı ayetlere ve hadislere bakarsak:

(Kölelere iyilik edin.) [Nisa 36]
(Yanlışlıkla bir adam öldürenin, bir köle azat etmesi gerekir.) [Nisa 92]
(Yemin kefareti, on fakiri yedirmek, giydirmek veya bir köle azat etmektir.) [Maide 89]
(Bir mal karşılığı kölelikten kurtulmak isteyenlere yardım edin.) [Nur 33]
(Savaşta alınan esirlere iyilik edin veya fidye alarak bırakın.) [Muhammed 4]

(Azat edilen kölenin her uzvu için, azat edenin o uzvu Cehennemden azat olur.) [Buhari]
(Kölelere yediğinizden yedirin, güç iş vermeyin ve onları hiç üzmeyin.) [Ebu Davud]
(Kölesine kötü davranan Cennete giremez.) [Tirmizi]
(Köle günde 70 hata işlese de affedin!) [Ebu Davud]
(Cennete ilk girecek olanlar; şehitler, efendisine hizmet ve Rabbine ibadet eden köleler ile kalabalık aileye malik olan iffet sahibi fakirlerdir.) [Tirmizi]
Bir kimse, suçundan dolayı kölesini döver. Kölesi, Allah aşkına beni bırak demesine rağmen dövmeye devam eder. Peygamber efendimiz, bunu duyunca (Allah aşkına beni bırak dediği halde onu niçin bırakmadın?) buyurur. O kişi, Ya Resulallah, suçumun cezası olarak bu köleyi azat ettim der. (Eğer azat etmeseydin, Cehennem ateşi yüzünü yakıp karartırdı) buyurdu. (İbni Mübarek)

Efendinin, kölesini, “kölem, cariyem” şeklinde değil; “oğlum, kızım” şeklinde çağırması tavsiye edilmiştir. (Buharı,Itk:15.)

Gördüğümüz gibi İslam köleliği kaldırmıştır ve tamamen ortadan kalkmasına yönelik süreci başlatmıştır, daha sonra yapılan yanlışlıklar İslamı bağlamaz kişilerin hatalarıdır. Aynı hatalar günümüzde de sürmektedir. O dönemde İslamın azad olmalarına yönelik sürece bıraktığı köleler, günümüzdeki pekçok hür insandan daha özgürdüler. Günümüzdeki çalışma koşulları çok daha ağır olabilmektedir, çalışanlara karşı davranışlar da çok daha ağır olabilmektedir ki yukarıda kölelere nasıl davranıldığından bahsettik. Yani o dönemde İslam, kölelerin durumunu günümüzdeki pekçok hür kimseden daha özgür hale getirmiştir, hemde kaldırmak üzere yani daha da özgürleştirmek üzere.

Savaş esirleri ile ilgili ayetleri verdik, bunun dışında köle almak gibi bir durum yoktur bu zaten sıkıntı vericidir. Bu konuda Ahmet Cevdet Paşanın: “Müslümanlıkta köle almak, köle olmaktır.” Şeklinde veciz bir sözü vardır.

İslamda sınıf ayrımı yoktur, işbölümü, görev dağılımı vardır. Patron çalışanına karşı, çalışan da patronuna karşı sorumludur. Çalışan, patronuna karşı haklarına savunabildiği gibi, patronununda hakları vardır. Fakat bu hakları kendisi belirleyemez, zaten belirlenmiştir(sözleşmeler yoluyla ve kanunlar ile). Yani kimse sınırsız özgür değildir. Makam, mevki üstünlük belirlemez; takva üstünlük belirler, Allahtan korkulduğu, sakınıldığı ölçüde insan Allah katında derece alabilir.

Bütün mü’minler kardeştir.(Hucurat Suresi / 10)

Birde bu ayet ile ilgili amca, dayı, teyze, hala kızları ile evlenmek ile ilgili hususlar konusunda yanlış ifadelerde bulunulmuştur, kısaca Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in Zeynep bint Cahş(R.A.) Validemiz ile evliliğini, kendi kızı Fatıma(R.A.) Validemizin evliliğini yine Sahabeden böyle evlilik yapanların evliliklerini örnek gösterebilir ve bütün toplumlarda böyle evliliklerin çok yaygın olduğunu hatta kendi soylarında da böyle bir evliliğin olabileceğini belirtelim. Allah böyle evliliklere ruhsat vermiştir, kimlerle evliliğin haram olduğu ile ilgili Nisa 23-24. Ayetlere bakabilirler bununla ilgili atılan çirkin kelimeler müminleri incitir, müminleri yapmadıkları birşeyden dolayı incitmek ağır bir günahtır.

Son olarak bu yazının yazılma sebebi olan Ahzab Suresi 50. Ayetin devamında gelen ayetleri verelim:

56 – Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.

57 – Şüphesiz ki Allah’a ve Resulü’ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.

58 – Mümin erkeklere ve mümin kadınlara yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler de bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir.(Ahzab/56-57-58)

NAHL-15

Dağlar arapçada cibal kelimesi ile ifade edilir, bu ayette geçen “Revasiy” kelimesi “Rasiyy” kelimesinin çoğuludur, Sabit ve köklü demektir. Bu kelime dağlar anlamında(sabit köklü dağlar) kullanılmak istenirse cibal kelimesi ile birlikte kullanılır. Eğer tek başına kullanılırsa ayet içerisindeki anlam bütünlüğüyle anlaşılır. Örnek olarak gemi için kullanılırsa geminin demirlemesi, Sebe Suresi 13. ayette görüldüğü gibi kazanlar için kullanılırsa büyük yerinden oynatılamayan kazanlar gibi.. “Made-yemidu” fiilinden ise aynı zamanda “meydan” ve “maide” yani sofra kelimeleri de gelir, yeryüzünün yaşanılabilir hale getirilmesi konusuyla ilgilidir(Stadyum, şehir meydanı, savaş meydanı, yemek masası hepsi bu fiil kökünden türetilen kelimelerdir). Enbiya Suresi 31. ayet ve lokman suresi 10.ayette buna benzerdir. Kuranda ifadeler nettir Allah sadece dağlar ve depremler ile ilgili bir ayet indirmek isteseydi bunu arapçadaki mevcut “dağ” ve “deprem” kelimeleri ile birlikte indirirdi başka kelimeler ile indirmezdi eğer başka kelimeler ile indiriyorsa o başka kelimelerin anlamları ile okunur.

ÇELİŞKİLİ ZANNEDİLEN AYETLER(MAİDE-34)

Hırsızlık eden erkek ve kadının, kazandıklarına karşılık Allah’tan bir ceza, ibret (nekâl) olarak ellerini kesin. Allah Aziz’dir, Hakim’dir.

Kim yaptığı zulümden sonra tevbe eder, halini düzeltirse(ıslah olursa), şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah Gafur’dur, Rahim’dir.

Göklerin ve yerin mülkünün Allah’a ait olduğunu, dilediğine azap edip dilediğini de bağışladığını bilmedin mi? Allah herşeye kadirdir.(Maide/38-39-40)

Bu ayetler ile ilgili çelişkili zannedilen hususları kısaca açıklayıp konuyla ilgili bir yazıyı aktarıyorum.

ÇELİŞKİLİ ZANNEDİLEN HUSUSLAR:

Ceza Sisteminin Bozukluğu, Şiddeti Körüklemesi, Cezanın Korkunçluğu ve Geri Döndürülemezliği, İnsana Verilen Değeri Göz Önünde Sermesi, suçluyu ıslah edip topluma kazandırmak yerine onu tamamen işe yaramaz hale getirmesi, Ortaçağa Yakışır Bir Ceza Olması.

CEZA SİSTEMİNİN BOZUKLUĞU:

Peygamber Efendimiz(S.A.V.) döneminde bu ceza amacına ulaşmış ve caydırıcılığı sağlamıştır. Bozukluk; suç ve müeyyidesinin, suçun ortaya çıktığı çeşitli durumlarında orantısızlık, uyumsuzluk göstermesi gibi hükmün özüne uyulmaması gelişigüzel uygulanması veya hükmün uygulanmasında kayırmacılığın yapılması veya mevcut sosyal ve ekonomik duruma uyuşmazlık göstermesidir. Bu saydığımız hususların hiçbiri Peygamber Efendimiz(S.A.V.) döneminde gerçekleşmemiştir, dolayısıyla ceza sisteminde bir bozukluk yoktur.

ŞİDDETİ KÖRÜKLEMESİ:

Şiddet içersin yada içermesin, haksızlığı ortadan kaldırmak için gerçekleştirilen; sınırları, şartları, sebepleri belli; hukukça, yani toplumca tanınan(dönemden dolayı) haklı bir eylem şiddeti körüklemez aksine söndürür.

CEZANIN KORKUNÇLUĞU ve GERİ DÖNDÜRÜLEMEZLİĞİ:

Evet bu korkunç bir cezadır, zaten mutlak caydırıcı olmasının sebebi de korkunç olmasıdır.

Geri döndürülemez olduğu da doğrudur.

İNSANA VERİLEN DEĞERİ GÖZ ÖNÜNE SERMESİ:

İnsanın malına bile bu kadar değer verilirken kendisine ne kadar değer verildiğini siz hesap edin.

SUÇLUYU ISLAH EDİP TOPLUMA KAZANDIRMAK YERİNE ONU TAMAMEN İŞE YARAMAZ HALE GETİRMESİ:

Suçluları ıslah etmektense, insanları suç işlemekten alıkoymak tercih edilmiştir, böylece ıslah edilecek suçlu kalmaz, buna rağmen suç işleyenlere ıslah olma şansı da verildiğinden bahsediliyor.

Şartlar altında oldukça az sayıda kalacak olan veya tamamen kökleri kurutulacak olan suçluların işe yaramazlığı yanında bütün toplumun mal güvenliğinin sağlanmasından bahsediliyor.

ORTAÇAĞA YAKIŞIR BİR CEZA OLMASI:

Klasik bir tercüme bilim deyimidir, bu ifadeleri kullananlar genellikle tercüme kitapları ezberlemekle meşgul olduklarından ortaçağda İslam Medeniyetinin bilim ve hukuk alanında çağının zirvesine çıktığını bugün tercüme ettikleri eserlerinde büyük oranda İslam Medeniyetlerinden alınan temel bilimlerle Avrupayı kendi Ortaçağından kurtardığını düşünme fırsatı bulamamışlardır.

Bu ayetleri açıklamamın sebebi eleştirilmeye çalışılan ayetlerden birisi olmasıdır. Kasıtlı olarak birşeyleri ima etmek maksadıyla alınmamıştır. Hiçbir ayetin kötü niyetliler tarafından kullanılmasına müsaade edilmediği gibi bu ayetlerinde kötü niyetliler tarafından kullanılmasına müsaade edilmeyecektir. Eleştirilmeye çalışılan herhangi bir ayete yönelen eleştirileri nasıl konu alıyorsak bu ayeti de aynı şekilde aldık.

İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler.(Bakara/159)

Son olarak konuyla ilgili yazılmış bir yazıyı aktarıyorum:

Kuran’da el kesme cezası ve vahşi kapitalizm

Yılmaz YUNAK

Kuran?da, bugünün koşullarında insana bir hayli ürpertici gelen ve haksızmış/orantısızmış gibi bir izlenim uyandıran bir ayet var.

Bu ayet, Mâide Suresi?nin 38. ayeti ve mealen şöyle:

?Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah?tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Azîz?dir, Hakîm?dir.?

(Azîz: Kudret ve onurun kaynağı ve sahibi. Çok güçlü, çok onurlu.

Hakîm: Tüm hikmetlerin kaynağı. Her yaptığında mutlaka bir hikmet bulunan.)

Adam işsiz veya çok düşük bir ücretle çalışmak zorunda kalmış, evine ekmek götüremiyor, çoluk çocuğu perişan, kışın sobasını yakamıyor; ve bir gün canına tak ediyor, bir şeyler çalıyor?

Amacı çoluğunun çocuğunun karnını doyurmak; evet resmen hırsızlık yapıyor, çünkü başka çaresi kalmamış?

Kısaca, bu adam, Türkiye?de yaşayan sizin benim gibi sıradan bir adam yani?

Hani şu otuz milyon açlık sınırındakilerden biri ya da 10 milyon civarındaki işsizlerden biri?

Ne yapacağız, adamın elini mi keseceğiz şimdi?!.

Olur mu böyle şey!..

?E, Kuran böyle emrediyor; sen Kuran hükümlerine karşı mı geliyorsun yani?!. Kuran Kuran diye bugüne kadar başımızın etini yiyip durdun; ne oldu şimdi birdenbire, ?dönenlerden? mi oldun?!.?

Ah, ah!..

Bu ayet hakkında yazılıp çizilenleri okusanız, kimi zaman gülmekten, kimi zaman da isyan etmekten kendinizi alamazsınız?

Ayeti oraya buraya çekiştirip dururken Kuran?da hiç olmamasına rağmen zina eden kadın ve erkeğin taşlanarak öldürülmesine kadar gidenini mi ararsınız, ?el? değil de ?parmak? diyenini mi ararsınız, kesmek değil o canım, hafifçe çizerek işaret koymak, diyenini mi?

Ne ararsanız var.

Şaşkın ördek gibiler; kıçın kıçın dalarmış ya hani!

Kuran açıkça ?elini kes? diyor işte; bundan neden gocunuyorsunuz ki?!.

Gocunurlar, çünkü içleri rahat değil?

Bu cazanın gerçekten çok ağır olduğunu, Allah?ın merhametine pek de uymadığını düşünüyorlar?

Azîz ve Hakîm neydi?

Kudret ve onurun kaynağı, her yaptığında mutlaka bir hikmet bulunan?

Bir kudret ve hikmet olduğuna inanıyor aslında.

Da?

Nasıl yorumlayacağını bilemiyor zavallı?

E, bu ayeti olduğu gibi uygulasa, Türkiye sakatlar ülkesine dönecek, iki eliyle yaşlanabilen insanlar parmakla gösterilecek çünkü.

Otuz milyon aç, on milyon işsiz!..

Kuran da amma abartmış ha!..

Zavallı Müslüman kardeşim benim, bu inanılmaz derecede haksız(!) hüküm Kutsal Kitabı?nda yer aldığı çin nasıl da kıvranıp duruyorsun?

Canım be!..

E, bu ayeti El Ezher?in köhnemiş fetvalarıyla veya uydurduğun o sahte hadislerle Kuran?dan çıkarmak da mümkün değil; ne yapacaksın şimdi?!. (Hele senin o palavra ?nesh? kaçamağın hiç mümkün değil; çünkü 110. sure zaten.)

Hüküm açık ciğerim; ?kes? diyor, ?kes?!..

Yok öyle kem küm etmek, oraya buraya çekmek, tevil üstüne tevil etmek; sen Kuran?a inanmıyor musun?!.

?Kes? diyor işte; daha ne kıvırtıyorsun ki?!.

?Hikmet?i kavrayamıyor zavallı; kavrayamaz tabii, riyakâr ruhu, vicdanını köreltmiş çıkarcı bilinçaltı veya cehaleti buna izin vermez! (Hikmet; mealen ?genellikle ilk bakışta kavranamayan derin anlam? demektir. Y.Y.)

Modern(!) zamanlarda bu ayetten söz edilmesinden dahi utanır zavallı; çünkü gerçekten ağır bir hüküm olan bu ?hikmet?i izah konusunda çaresizdir.

?Senin fikrin ne, sen ne diyorsun birader; uzun ettin!? dediğinizi duyar gibiyim.

Allah?ın ayetinden taviz vermeyeceğimi bildiğiniz için tedirgin olduğunuzu hissediyorum; çünkü ?kes? diyeceğimi tahmin ettiğinizi tahmin ediyorum.

Kesilsin tabii; ne olmuş yani!

Yukarıda söylemiştim; yok öye kıvırtma mıvırtma; keseceksin ciğerim!

Ama Allah?ın dediği gibi keseceksin tabii?

Yok öyle yağma!

Yukarıda sizi bir miktar yanılttım, kasten yaptım bunu; otuz milyon aç, on milyon işsiz falan diye?

Evet, bu adamlar aç-işsiz ama hepsi onurlu/namuslu insanlar; öyle hırsız takımından değiller yani; zaten öyle olsaydı yoksul ve işsiz olmazlardı!..

Bu ayetin yer aldığı Sure, Hz.Muhammed?e inen 110.Sure aslında; klasik meallerde gördüğünüz gibi 5. Sure falan değil! Allah?ın Elçisi?ne inen son Surelerden biri?

Allah önceki 109 Surede ?kudreti? ve ?hikmeti? ile öyle bir toplumsal düzen kurmuş ki; o düzende ne otuz milyon aç var, ne de on milyon işsiz?

Mallar ve servetler insanlar arasında eşit biçimde bölüşülmüş, kimse namerde muhtaç değil, herkes evine ekmek götürebiliyor? Zenginin malındaki fakir hakkı, yoksula teslim edilmiş zaten; ötedenberi söylediğim gibi, hasta olan birine ?paran var mı hemşerim!?.? diye sorulması mümkün bile değil. (Bu sütunda çıkan eski çalışmalarıma göz atmanızı öneririm.)

İyi dinle Müslüman!

Mal ve servetlerin kırkta biri (zekât) ?fertlerin mülkiyetine? geçirilmiş, kalanı da Kamu tarafından yurdun imarına harcanıyor (infak) zaten; kimse namerde muhtaç değil yani? (Barajlar, köprüler, yollar, hastaneler, aşevleri, kadın sığınma evleri, çocuk yurtları; biçarelere, yolda kalmışlara, hasta ve sakatlara veya şu veya bu nedenle yardıma ihtiyaç duyanların derdine derman olacak her şey yani ve ücretsiz tabii!.. ?Kamusal infak? budur?

Yatırım yaparak istihdam sağlayacak kişiye faizsiz kredi de bunun içine girer, ama bu başka ve biraz daha ayrıntılı bir meseledir; bunu ayrıca tartışmamız gerekir. Yaratılış düşmanlarının alçakça yalanlarında olduğu gibi, mesele fakirliği paylaşmak değil, zenginliği paylaşmaktır; etrafınıza şöyle bir bakın, Yaratıcı her şeyi bol bol bahşetmiş zaten?)

Kuran?ın talimatları doğrultusunda öyle bir ekonomik ve sosyal sistem kurulmuş ki, bu sistemde ?çalmak/hırsızlık/kamu malından aşırmak/ihale-mihale, özelleştirme mözelleştirme? gibi alengirli işler Allah?ın düzenine en büyük ihanet zaten; e, bu sistemde ?dokunulmazlık? gibi bir ?yapay kalkan? da yok, hırsızlara ?zamanaşımı? gibi bir ?kurnazlık? hakkı da verilmemiş?

?Riba? (aşırı zenginlik ve faiz) zaten ?Allah?tan ve Resulünden bir harp ilanı?yla tamamen safdışı edilmiş!… (Bakara 278-279)

Hâlâ çalıyorsa inek, neden kesmeyeceksin ki?!.

Tek sorun, bu hüküm -vahşi liberalizmin tüm vahşiliğiyle çirkefleştiği zamanımızda- uygulandığında, Müslüman ülkeleri yönetecek ?erkek ya da kadın? bulunamaması olabilir. (Bir sorun da, kimi köşe yazarları için ?tek elle? kullanılabilen bilgisayar üretmek olabilir; ki bu, katlanılabilir bir şeydir.)

Son sözüm, ?dokunulmazlıklar kaldırılsın!? diye babalananlara olacak:

Deli misiniz birader; kaos mu istiyorsunuz yani!..

O zaman bir de tabela yaptırın bari?

?Çolak yöneticiler ülkesine hoşgeldiniz!.. ?

ÇELİŞKİLİ ZANNEDİLEN AYETLER(NİSA-34)

Erkekler, kadın üzerine kavvamdırlar. Çünkü Allah bazılarını bazılarına tafdil etmiştir. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar(salihât), itaatkar(kanitât) olanlar ve Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden(nuşûz) korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.(Nisa/34)

 

ÇELİŞKİLİ ZANNEDİLEN HUSUSLAR:

Cinsiyet ayrımcılığı, hakimlik, üstünlük, dayak.

CİNSİYET AYRIMCILIĞI:

Bu gibi ifadeler tanımlanması gereken ifadelerdir. Cinsiyet ayrımcılığı tek başına bir anlam ifade etmez. Hangi hususla ilgili olarak değinildiğinin belirtilmesi gerekir. Politik söylem olmasının dışında teknik bir kullanımı vardır. İddia edildiği şekliyle bu ayette erkekleri kayıran, kadınları ikinci sınıf insan konumuna hatta eşya konumuna indiren bir anlam yoktur.

Öncelikle bir uyuşmazlık, anlaşmazlık durumunda eşitlik kavramının veya tek tarafın üstünlüğünün sonuçlarına bakalım.

Eğer eşler her konuda eşit kabul edilirse birbirleriyle çatışacaklardır. İnsanın kendi kendine bile iç çelişkiye, iç çatışmaya düşebildiği düşünüldüğünde iki eşitin çatışmaları, kavgaları bitmeyecektir.

Bir tarafın üstünlüğü kabul edildiğinde ise karşı tarafı istediği şekilde kullanabilecektir.

Bunun yerine doğaları gereği eşlerin bazı konularda eşit bazı konularda eşit olmadıkları(eşit olmamaları bir tarafın üstünlüğü anlamında değil aile içerisindeki görev paylaşımlarının farklı olması gibi hususları şeklinde düşünülmelidir) kabul edilir. Eşlerin üstünde ise birbirlerine karşı haklarını savunabilecekleri makamlar vardır. Böyle bir durum sözkonusuyken erkeklerin lehine bir cinsiyet ayrımının olduğundan söz edemeyiz. Kadınlar lehine bir cinsiyet ayrımından da bahsedemeyiz. Haklar kadın-erkek herkes içindir.

HAKİMLİK-ÜSTÜNLÜK:

Ayette hakimlik veya üstünlük anlamına geldiği düşünülen kelimeler ayette geçen kavvam ve tafdil kelimesidir.

Tafdil Bu ayet ile ilgili seçmek ve ailenin geçimini sağlama konusunda kavvam olması sonucunu da doğuran yaratılış sebebiyle sahip olduğu fazl anlamına gelir. Erkek, kadından güçlü olmasından dolayı aileyi ayakta tutabilecek yapıdadır, bunun yanında örneğin bir savaş durumunda bir toplumu dolayısıyla onu oluşturan aileleri tehdit eden bir durumda yine erkekler savaşır, bu da kavvam olmamızın bir sonucudur. Yine kadınlar çocuk doğurma ve yetiştirme konumlarından dolayı, ailenin geçimini sağlama konusunda kısıtlı kalabilmektedirler. Buna mukabil bütün nesiller bir annenin terbiyesi altında yetiştirilir ve erkek ne pahasına olursa olsun eşinin ve varsa çocuğunun geçimini sağlamak zorundadır.

DAYAK:

Dayak konusuna gelirsek, kadının haksız olduğu bir konuda ailenin dağılmasını engellemek maksadıyla bazı sınırlamalarıyla vurmak emredilmiştir. Sınırlamaları Peygamber Efendimiz(S.A.V.)in hadislerinde görebiliriz:

Bir erkek, hanımını döverse, kıyamette onun davacısı ben olurum [R.Nasıhin]

Cariyeyi değnekle dövercesine ne zamana kadar bazılarınız karılarını değnekle dövecek? Halbuki döven adamın, dövdüğü karısının yatağına aynı günün sonunda girmesi umulur. (İbn-i Mâce:1983)

“Karılarını döven kimseleri hayırlılarınız olarak bilmeyiniz.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce:1985)

“Dikkat ediniz! Kadınlara hayrı tavsiye edin. Onlar sizin yanınızda yardımcılarınız olup, apaçık bir kötülük işlemedikçe, onlar üzerinde hayırdan başka bir şeye sahip değilsiniz. Eğer açık kötülük işlerlerse, onları yataklarında yalnız bırakın ve iz bırakmayacak şekilde hafifçe dövün. Eğer size itaat ederlerse, onların aleyhine başka bir bahane aramayın.” (Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Mace. Tirmizi bu hadise “hasen-sahih” demiştir.)

Fiziksel zarar verecek şekilde vurulamaz. Aksi takdirde bu durumda erkek suçlu olur. Bu şart dışında kadınlara kesinlikle vurulamaz. Bu durum çok uç bir durumdur ve bu aşamaya gelmiş bir durumda ailenin dağılmasındansa, kadına belirttiğimiz şekilde fiziksel zarar vermeyecek şekilde vurulması gerekir, çünkü aksi halde aile dağılacaktır ve kadın daha fazla zarar görecektir. Bunun yanında bahsettiğimiz durumlar çok uç durumlardır. Her evlilikte gerçekleşecek hususlar değildir. Nasihat ise her evlilikte gerçekleşir. Yatakları ayırma konusu da gerçekleşebilir, nitekim Peygamber Efendimiz(S.A.V.) de nasihatinin sonuç vermediğini görmesi üzerine eşlerine karşı yatakları ayırmıştır. Fakat Peygamber Efendimiz(S.A.V.) eşlerine asla vurmamıştır ve

“Karılarını döven kimseleri hayırlılarınız olarak bilmeyiniz.”(İbn-i Mâce:1985)

buyurmuştur.

Kadın aile içerisinde haklarını her zaman arayabilecek konumdadır, erkeğe karşı bir eşya konumunda değildir. Bahsettiğimiz gibi yukarıdaki hususlarda erkeğin haklı olması, kadının haksız olması şartını vermiştik. Erkeğin haksız olduğu durumda yukarıdaki süreç işlemez ve kadın  hakkını herzaman arayabilir.

Bunlara rağmen aile hala dağılma tehlikesindeyse bununla ilgili Rabbimiz şu şekilde buyurmaktadır:

Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.(Nisa/35)

İslam’da kadın hakları günümüzdeki kadın haklarıyla bile karşılaştırılamaz seviyede tamdır. Pratikte ki uygulamalar kimseyi yanıltmasın unutmayın ki Peygamber Efendimiz(S.A.V.)e getirilen bir dinden bahsediyoruz.